Beden Sosyolojisi Bağlamında Engellilik Kavramının Neliği Üzerine

Beden Sosyolojisi Bağlamında Engellilik Kavramının Neliği Üzerine
0

ÖZET

Yaşadığımız dünyanın sosyolojik perspektifinde öne çıkan değişkenliklerin birçoğu bedene münhasırdır. Beden, bireyin birey olarak var olmasındaki zorunluluğu maddi bir dünyada yer almasıdır. Böylelikle bedenin toplumla ilişkisini ele alındığında karşımıza beden sosyolojisi çıkmaktadır. Beden sosyolojisi, bireylerin fiziksel durumunun topluma yönelik etkilerini, bireyin bedeniyle kurmuş olduğu toplumsal ilişkisi ve etkileşimin işlevselliğini, bireyin sosyal dünyada ki aktifliği gibi faktörleri barındırmaktadır. Bu durumda bedenin şekil bozukluğu ve uzuv eksikliği gibi sorunların oluştuğunda bireysel anlamda ‘eksiklik’ toplumda ise ‘normal insan’ diye adlandırdığımız insanlardan farklıdırlar. Bu tür insanlara da ‘engelli birey’ denilmektedir. Engelli; doğum öncesi veya doğum sonrası meydana gelerek; bedensel(ortopedik), zihinsel, görme, otizm(spektrum), işitme, ruhsal ve duygusal, dil ve konuşma, süreğen(kronik) ve sınıflanamayan ölçütler şeklindeki rahatsızlıklar tıp literatüründe yer almaktadır. Engellilik sadece sağlıkla ilgili bir problem olmamakla birlikte bireylerin vücut özellikleriyle de yaşadığı toplumun özellikleri arasındaki etkileşimi gösteren iç içe geçmiş bir olgu olarak da karşımıza çıkmaktadır. Engellilik kavramı insanlığın var olmasıyla ve günümüz toplumlarında da görünür hale gelen bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu makalede engelli bedene sahip olan bireylerin, toplumsal yaşamda farklı alanlara yönelik katılımlarının, eğitim ve sağlık gibi temel haklara sahip olmalarındaki engellerin ortadan kaldırılması için öncelikli olarak, engelliliğin bir sorunmuş gibi görünmesine sebep olan anlayışla beraber dönüşüme girmesinin nedenleri üzerinde durulmuştur. Makalenin temel tezi engellilik kavramını kavramsal boyutuyla ele alarak, engelli bedene sahip olunma durumunu beden sosyolojisi üzerinden açıklığa kavuşturmaktır.

Anahtar Kelimeler: Beden, Engellilik, Beden Sosyolojisi, Toplumsal Dışlama, Engelli Birey.

I. BİRİNCİ BÖLÜM: GİRİŞ

1. Giriş

Sosyal bilimlere araştırma konusu olan birey, her halükarda bir beden olarak karşımıza çıkmaktadır. Bireyler toplumda bir beden olarak meydana gelirler ve meydana geldikleri bedenleriyle gündelik yaşamlarındaki gereksinimlerini karşılayarak kendilerini ifade etmede olanak sağlarlar. Bu doğrultuda karşımıza çıkan Amerikalı Psikolog Abraham Maslow’un ihtiyaçlar piramidinde kavramsallaştırılmasındaki öncelik bireyin bedensel ihtiyaçlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Biyolojik ihtiyaçların söz edildiği; yemek, içmek gibi faktörlerden sonrasında ise birey toplumsal yaşam ve dış dünyayla ilgili gereksinimlerini karşılama yoluna gidecektir (Seyyar, 2007).

Sosyolojik manada beden sadece biyolojik olarak sunulmuş bir nesne halinde olmaması sosyal pratiklerle ve söylemlerle şekillenen sosyal bir yapılandırma olarak ifade edilmektedir (Abercrombie, Hill, & Turner, 2006). Böylelikle sosyolojik açıdan bedeni ele almanın esasında; bilinç, akıl gibi Kognitif alanları ve sosyal değer ve yapılandırmalarla sosyalleşme gibi birtakım toplumsal unsurlarla yer edinerek bireyi toplum yaşantısında öne çıkarmaktadır. Bedenin toplumsal tabanında sıkıntıya sebep olan birden fazla bağlamı bulunmaktadır. Nitekim bunlar şu şekilde; engellilik, yaşlılık, hastalık, toplumsal cinsiyetçilik gibi örneklerle bedeninin sorunlarına değinmekte olup çalışmanın odak noktası engellilik olacaktır. Böylelikle bu tarz konuların kapsamına giren beden sosyolojisi; bedene tam manasıyla bütüncül bir perspektiften yaklaşım sergilenmesiyle indirgemeci bir tavırdan kaçınma yoluna gitmektedir.

Engel kavramı zamandan zamana ve kişiden kişiye değişkenlik göstermekle beraber nitekim bulunmuş olduğu duruma göre de değişen bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Beden sosyolojisi bağlamında da, engelliliği açıklamaya çalışırken ilk olarak engelli kavramın neliği sonrada engellilik kavramının neliği açıklanacaktır. Engelli kavramının içeriğini ele aldığımızda karşımıza bazı tanımlamalar çıkmaktadır. Engelli; doğum öncesi veya doğum sonrası herhangi bir sebeple bedensel, zihinsel, duyusal ve sosyal yeteneklerini çeşitli parametrelerde fonksiyonal olarak yitirmesi nedeniyle sosyal yaşama adapte olmada ve gündelik yaşam pratiklerindeki ihtiyaçlarını karşılamada zorluklarla karşılaşan ve korunma, bakım, rehabilitasyon, danışmanlık ve destek hizmetlerine ihtiyaç duyan bireydir.

Engellilik, evrensel bir olgu olması halinde kitlesel soruna da dönüşmüştür. Engellilik, özellikle zihinsel ve bedensel hastalıklara göre çok sık rastlanılan bir durumdur. Nitekim bu durum dünyada çeşitli birtakım birleşmiş kuruluşlarının elde ettiği araştırmaların verilerine göre dünya nüfusunun %15’ine tekabül etmekte olup bu da bir milyardan fazla insan topluluğu olduğu varsayılmaktadır. Böylelikle engelli bireylerin ‘büyük bir azınlık’ olarak nitelendirilmesine imkân sağlanmıştır. Azınlık durumun, engelli bireyler açısından olumsuz dönütlere yol açmakla beraber ciddi manada tahakküme de sebebiyet vermiştir. Dolayısıyla engelli bireylerdeki niceliksel artışın yaşanacağı varsayılmakta olup ve bu artışların engelli bireylere sunulmuş ya da sunulacak olan temel hizmetlere yönelik ilgili kurumların sıkıntıya sebebiyet verilebilineceği düşünülmektedir. Dünyada herhangi bir engeli olmayan bireylerden istinaden herhangi bir engele sahip olan bireylerin yetersiz sağlık şartlarına, eğitimdeki fırsat eşitsizliğine ve sorunlarına, ailede veya kendisinin gelir eşitsizliğinden doğan yüksek yoksulluk değerine sahip olduğu kanısı karşımıza çıkmaktadır. Engelliler bilgi edinme, ulaşım ve istihdam gibi temel hizmetler kapsamında da sorunlar yaşamaktadırlar (Dünya Saglık Örgütü, 2010). Hem bedensel hem de zihinsel engele sahip olan bireylerin de yaşayabildiği sorunların ne yazık ki günümüz dünyasında daha da belirginleşmiştir. Özellikle çalışma dünyasında işverenlerin, bünyelerine ve firmalarına katabilmeleri için bireyin herhangi bir engele sahip olmamasına dikkat etmektedirler. Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı ve Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı ortaklığı ile gerçekleştirilen Türkiye Özürlüler Araştırması 2002, Türkiye’de engellilik alanında gerçekleştirilen en kapsamlı araştırma olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu araştırmanın nüfus açısından bakıldığında, engelli nüfusunun toplam nüfus içerisindeki oranı %12,29 olarak tahmin edilmiştir.

İnsan ırkının var olmasıyla ve aynı tarihe sahip olunmasına rağmen, engelliliğin uzun bir süre boyunca anlaşılamamıştır. Bu durumda engelli bireylerin, gündelik yaşamlarında yaşamış oldukları deneyimleri ve engelliliğe dair sorunlarının tasfiyesi genel manada, Akademik mecrada uzun bir süre boyunca algılanmaya müsait olamamıştır (Oliver, 1990). Sosyal yaşamın her bir basamağında birtakım engellerle karşı karşıya gelen engelli bireyler ve engelli bireylere yönelik yapılan çalışmalar farklı alan ve multidisipliner olarak yürütülüyor olsa dahi engelliliğin durumu, yaklaşım biçimi, yeri, çalışmaların türü ve sıklığında farklılıklar ortaya çıkabilmektedir. Engellilere yönelik yapılan kültürel ve toplumsal eylemlerden, temel hizmetlere ulaşımdan, toplumsal ilişkilerden, iktisadi ve çevresel sahadan geri kalarak karşımıza çıkmaktadır. Bundan dolayı engelli bireylerin sosyal hayattan dışlanmasına neden olabilmektedir.

Tarihsel olarak kültürel ve sosyolojik bir alana indirgenen engellilik araştırmaları yakın bir zamana dayandığı dile getirilebilir. Engelliliğin sosyolojik olarak kabullendirilmesi sosyoloji alanı kapsamında ‘beden sosyolojisi’ ile daha da anlam kazanmıştır (Davis, 1995). Beden sosyolojisi, sosyolojinin alanına dâhil olmasıyla bedenin değişimi ve dönüşümü tek bir bedendeki fiziki faktörler olmamakla beraber toplumsal faktörlerle şekillendiğini de irdelemektedir. Toplumsal yapılar tarafından meydana getirilen beden algısı ‘normal bedeni’ ifade ederken aynı anda ‘normal olmayan bedenin’ ifadesini yapmaktadır. Dolayısıyla Topaloğlu bu olayı ‘toplumsal beden’ olarak ifade etmiştir (Topaloğlu, 2010). Fakat bu durum normal olanın ve normal olmayanın ne ifade ettiğini zamandan zamana, kültürden kültüre, toplumdan topluma farklılık arz edebilmektedir. Nitekim Durkheim’a göre ‘normal’ in ne ifade ettiğine dair başlı başına bir güçlüğü ifade etmektedir (Durkheim, 2005, s. 68).

Engelliler, toplumsal yaşamda aktif olabilmede ciddi anlamda sosyalleşebilme sorunları meydana gelmektedir. Sosyalleşme, bireylerin gündelik yaşamlarını başarılı bir şekilde ilerleyebilmelerinde ve kendileri kurmuş oldukları dünyalarında hayat mücadelesi verirken, meydana gelen engellerin üstesinden gelmelerinde diğer bireylerle temas halinde olmasıyla işlevselliği daha da görünür hale gelebilmektedir (Bugental & Grusec, 1998, s. 367). Engelli bireylerin hayatları boyunca yüz yüze geldikleri problemleri arındırmada ilk olarak topluma katılabilme ve adapte olabilmesi gerekmektedir. Katılım ve adapte olmasındaki en önemli hususun bireyin sosyalleşme sürecinde elde ettikleri bilgileri, yetenekleri ve kültürleri olacaktır. Nitekim bu durum bu şekilde ilerlerse, engelli bireyler de başarılı bir şekilde sosyalleşmeden geçmelerine vesile olacaktır. Toplumda yaşayan ‘normal’ bireyler gibi engellilerinde bulunduğu alanın içerisinde yer almaktadır. Diğer bir deyişle de, toplum içerisinde sosyalleşme sürecinden geçmekte ve bu süreçte kendilerini dezavantajlı olarak görmeyip topluma adapte olmaya çalışmalılardır.

Bu makale “Beden Sosyolojisi Bağlamında Engellilik Kavramın Neliği Üzerine” başlıklı çalışma olup engelli bireylerin toplumda nasıl göründüğü ve nasıl algılandığı, nelere maruz kalabileceği, sorunlara, baskılara ve eleştirilere üzerinde durulmuştur. Beden sosyolojinin engellilikte yeri ve önemi üzerinde durulmuştur. Literatürde yapılmış olan nitel ve nicel çalışmaları incelenmiştir.

 II. İKİNCİ BÖLÜM: YÖNTEM

2. Yöntem

Bu çalışma, beden sosyolojisi bağlamında engellilik kavramın neliği üzerine olup literatürdeki çalışmalardan esinlenerek, betimsel analiz yapılmıştır.

2.1. Araştırmanın Soruları

1. Engelli bireyler toplumda nasıl algılanmaktadır?

2. Engelli birey olmanın sosyolojik açıklaması nedir?

3. Engelliler engelliliği nasıl anlıyorlar?

4. Engellilerin topluma katılmalarının önündeki engeller nelerdir?

2.2. Araştırmanın Genel Amacı ve Önemi

Bu araştırma, toplum tarafından anlaşılabilmesi bir hayli zor olup toplumun anlamasından da öte topluma yapılan çalışmayı anlatabilmek ve topyekûn bir bilinçle neler yapılabilineceğini aktarılması temel esas alınmıştır. Toplumda dezavantajlı grup olarak engelliler arasındaki ilişkiyi ele alırken, literatürdeki yapılan çalışmalardaki dikkat çekilen yerleri kaleme alınmış olup çalışmanın nesnellik boyutunu da bir hayli yükselselmeye gitmiştir. Engelli bireylerin topluma nasıl kazandırılabileceğini tespite etmek ve topluma kazandırmadaki aracının ne olduğunu saptamak.

2.3. Araştırmanın Sınırlılıkları  

Bu araştırma; literatürde yapılan nitel ve nicel çalışmaları değerlendirerek ‘engelli bireyler’ ‘beden sosyolojisi’ olarak sınırlandırılmıştır.

III. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: KAVRAMSAL ARKA PLAN

1. ENGELLİ KAVRAMI

Engelli bireylerin hali hazırda var olan durumlarını dile getirmek adına bazı kelimeler bulunmaktadır. Bunlar şu şekilde; sakat, özürlü, engelli, kör, sağır, topal, çolak, geri zekâlı, deli, felçli, yatalak, bunak, bakıma muhtaç, yardıma muhtaç benzeri birtakım kelimeler sarf edilmiştir. Bu kelimeler, engelli bireyleri normal bir birey olarak değil de, anormal olarak atfedilen zihinsel kodlamanın alt-yapı ürünü olmasından ibarettir.

Engelli bireyleri normal ya da anormal olarak sınıflandırma durumunun yeni bir durum olarak nitelendirmeden ziyade, engelliliği “modelleme” şekillerinden bahsetmek daha doğru olacaktır. Bu durumda engelliliği ifade etmeye çalışan ilk modellemelerden biri “tıbbi modelleme” engelliliği patolojik ve fizyolojik bir problem olarak algılanmaktadır. Dolayısıyla model, bütün gayretini “anormal” olan engellilerin “normalleştirilmesi” için çaba sarf edilmiştir. Engelli bireyleri “anormal ve hasta” olarak damgalanan bu anlayış, sön dönemlerde ciddi manada eleştirilere maruz kalmıştır. Böylelikle “sosyal model”, engelliliğin toplum tarafından yapılandırıldığını, kişilerin var oldukları yetersizliklerin toplum tarafından birer engele dönüşüm sağlandığı ve normalleştirme uğruna bireylere yoğun bir şekilde tahakküm uygulandığını ifade ederek bu modele de ciddi manada eleştirilere tutulmuştur (Arıkan, 2001). Kavramın muhtevasında engelliliğin evrenselliğinden bahsedilmesinden ziyade kavramın, her toplumun kendi koşullarına münhasır olarak ele alınması daha makbul olacaktır. Başka bir ifadeyle de, engellilik olgusu, her bir toplumda ve çağlarda aynı derecede değerlendirilmeye alınmamış olup toplumsal ve tarihsel şartlardan dolayı farklılıkları da barındırmaktadır. Bunun yanı sıra engellilik olgusu, engelinin çeşidine, ağırlık derecesine ve meydana geliş sürecine göre de farklılıkları barındırmaktadır (Arıkan, 2001, s. 46). Engellilik olgusu, sadece bedensel yeti ve işlevlerle ilgili bir olgu olmamakla beraber çevresel faktörlerinde uygun bir biçimde ayarlanamaması ve toplumsal katılımla da ilgili bir durumdur. Böylelikle engelli bireylerin; zihinsel, biyolojik ve ruhsal bazı yetilerden dolayı meydana gelen problemlere çeşitli sosyal, ekonomik ve çevresel etmenlerdeki engellerinde eklenmesiyle sosyal yaşama katılım esnasında güçlük çeken bireylerdir.

Modernleşmenin ilk aşamasındaki engellilik ifadeleri tıbbi açıdan irdelemekle beraberinde, toplumun ve çevrenin koşulları da değerlendirmeye alınmıştır. Nitekim Oliver’a göre, modern toplumlarda engelliliği tanımlayan kavramın hegemonya kaynaktan beslendiği, sadeliği ve tıbbileştirme anlayışının hâkim sürmesinden kaynaklıdır (Oliver, 2011). Bu durumda birden fazla engellilik tanımlamaları ve anlayışları tam manasıyla tatmin edici seviyeye ulaşım sağlanmamıştır. Bu doğrultuda ifade ediliş biçimleri ve tanımsal boyutları, engelliliğin toplumsal ve kültürel eksenleri göz ardı edilerek bireylerin sosyalleşmesindeki temel hak ve özgürlüklere ulaşım sağlanması engellenmiştir.

Engelli Haklara Dair Sözleşme’nin ilk maddesine baktığımızda; “Engelli kavramı normal bireylerle aynı koşullar altında topluma tam olarak ve aktif şekilde katılım sağlamalarındaki engeller uzun bir zamandır zihinsel, fiziksel, düşünsel veya algısal bozuklardan oluşabilecek meseleleri içeren kişilerdir.” Böylelikle Engellilerin Haklarına Dair Sözleşme, engelli bireylerin maruz bırakıldıkları dışlayıcı ve ayrımcı faktörlerin taraf devletler tarafından yok edilerek engelli bireylerin sahip olmuş oldukları temel hak ve özgürlüklerinin paydaş bir biçimde korunması gerekmektedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 2005 senesinde kabul olan 5378 sayılı Engelliler Hakkında Kanun’un 3. maddesi c bendi esas alındığına göre engelli: “Fiziksel, zihinsel, duyusal ve ruhsal yetilerden çeşitli seviyelerde noksanlıklardan mütevellit topluma diğer bireylerle beraber aynı şartlarda tam manasıyla ve aktif bir şekilde katılımı sınırlayan çevre ve tutumlardan etkilenen bireyi” ele almaktadır. Bu doğrultuda, engellilik perspektifinden kayda değer durum, kanun engelliği toplumsal şart ve tutum olarak değerlendirilmesidir.

Engellilik kavramının ifade ediliş biçiminin anlaşılır olması adına ilk olarak Uluslararası Yetersizlik, Engellilik ve Sakatlık Sınıflandırması (ICIDH) ile söz konusu olmuştur. 1980 yılında yapılan kongre sonrasında, Dünya Sağlık Örgütü’nün 2001 yılında ilerleme kaydettiği yeni bir sınıflama olan İşlevsellik, Yeti yitimi ve Sağlığın Uluslararası Sınıflandırılması (ICF) daha muktedir olmasını sağlanmıştır (Burcu, 2007, s. 54). Dünya Sağlık Örgütü tarafından da, ICIDH şemasında bazı değişikliklere gidilmesiyle ICF şeması olarak güncellemeler yapılmıştır. Böylelikle yapılan güncellemelerde “engellilik” kavramının yerine eylemi kısıtlamasını anlamı çıkan “engellenme” kavramı dolaşım ağına girmiştir. “Yeti yitimi” kavramı eski haliyle fizyolojik ve psikolojik hususunda işlev veya yapı kaybı olarak tekrar dolaşım ağına girmesine neden olurken, “Özürlülük” kavramı ise dolaşım ağından kaldırılması uygun görülmüştür (Thomas, 2011).

Engellilik kavramın niteliksel boyutunda, geniş bir yelpazeye sahip olan durumu irdelemektedir. Toplumsal düzlemde bu durum nitekim farklı nitelendirmelere sahiptir.  Bu nitelendirmeler, toplumsal olarak farklılıklar barındırsa da genel kanı toplumsal standartların haricindeki bedensel yapıları değersiz hale getirmek amacıyla kullanılmaktadır. Böylelikle “anormal”, “özürlü”, “deforme”, “hasta”, “deli”, “embesil” ve “moron” gibi nitelendirmeler bireysel olarak zarar veren ideolojik açıklamalardan ibarettir. (Garland-Thomson, Dikmen, Yardımcı, & Şentürk, 2011).

Türkiye’de “sakat”, “özürlü” ve “engelli” kavramların genel tabiriyle ortak kullanılmaktadır. Kavramların, sosyal eylemlerde ve yasal düzenlemelerde çeşitli şekillerde ele alındığı görülmektedir (Altuntaş & Atasü-Topçuoğlu, 2016). Gündelik yaşamda kavramların kullanılmasında evrensel boyut ve mevzuat etkili olduğu görülmektedir. Nitekim çeşitli zamanlarda kullanılan farklı nitelendirmeler, genel olarak incitici ve dışlayıcı anlamlara sahiptir. Kültürel yargılar tarafından da kanalize olan engelli bireyler, gündelik yaşamlarında birden fazla alanlarda sahip oldukları ve hak ettikleri hizmetlerden yeterince fayda görememiştir (Burcu, 2015). Dolayısıyla belirli kalıptaki ön yargıların oluşturmuş olduğu birçok alanda hak mahrumiyet sonucu doğurmuştur.

Sonuç itibariyle engelliliğin tarihsel süreçlerinde toplumsal ve dönem bazında farklılıklar oluşmakta olup toplumun her bir kesiminde yer alan engelli bireylerin göz ardı edilmeyecek şekilde birtakım meselelerle karşı karşıya gelmiştir. Nitekim bu meselelere çözüm arayışı hem anayasal hukuk hem de haklar bağlamında netlik kazanılmaya çalışılmıştır. Modern dünyada dezavantajlı grup içinde yer alan engelli bireyler gündelik yaşamlarında deneyimlemiş oldukları sorun teşkil eden eylemlerin günden güne artma eğilimi göstermiştir. Bu doğrultuda engellilik kapsamında dünyada bazı sosyal politikalar üretilmeye çalışılmıştır. Fakat engelli bireylerin sorunlarıyla direnmede, engelliliği bireysel yetersizliğe iten ve kanalize olan toplumsal algının değişmesine zorunluluk vuku bulmuştur (ÖZİDA, 2010).

İlgili İçerik: Dezavantajlı Gruplar

2. ENGELLİLİĞİN SOSYOLOJİK TAHAYYÜLÜ

Engelliliğin sosyolojisi, “fiziksel bir durumun ortaya koyduğu gerçeklikten hareketle, toplumsal çevreye, toplumsal tutumlara, toplumsal rollere, toplumsal izolasyona ve toplumsal bütünleşmeye ağırlık veren bir anlamı kapsamaktadır” (Burcu E. S., 1998, s. 175-186). Bireyin fiziki durumuna bağlı olarak geliştirmiş olduğu davranış örüntüleriyle topluma katılım sağlamada ya da fiziki durumunun yetersizliğinden dolayı toplum tarafından dışlanmaya maruz kalmaktadır. Temel olarak engellilik, toplum ile beden ilişkisi bedensellik normallik/anormalliğe bağlı olmasıyla meydana gelen bir bağ üzerinden ifade edilmektedir. Buna göre Giddens engelliliğin temelini, bireyin bedeninde meydana gelen bir sakatlık ile bu sakatlık doğrultusuyla toplumla kurulamayan ilişki örüntüsü olarak ifade edilmektedir. Bu durumda, engelliliğin çıktısı hem toplumun hem de bireyin ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır. Sakatlık, bedensel anlamda eksik veya hasar görmüş uzuv karşılık gelmekte iken; engellilik, herhangi bir sakatlığı bulunan bireylerin toplumsal etkinliklerden dışlanma yaşayarak kısıtlanma veya mağdur edilme durumu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Engelli birey sosyal dünyada var olmasıyla çeşitliliğiyle yer alan ve var olan çeşitliliğe fayda sağlamayı öngörülen bireyler olarak kabul edilmektedir. Nitekim bedensel olarak bazı özelliklerinin dezavantajlı farklılığın dışında, sosyal manada engelli olan bireylerin engelli olmayan bireylerden farklılaştığı da bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. . Bu doğrultuda bedene ait olan özelliklerin farklılaştığı yani başka bir söylemle de engelli olma gerçeğini kabul edilerek, engeli olan ile engeli olmayan diğer bireyler ile aralarındaki sosyal mesafeyi de sorgulanması gerekmektedir. Farklılaşmanın temelinde engelli bireylerin toplumsal sistem içinde yok sayılmalarıdır.

Engelli bedenin, bedensel farklılıklardan dolayı sosyal dünyada etkileşim içinde bulunmuş oldukları diğerleri ve sosyal organizasyonlar ekseninde yok sayılmaları sosyolojik bağlamda engellilik sorununu gündemde tutmaktadır. Engelliliğin başa gelmiş bir talihsizlik ve trajik durum olması münasebetiyle bireyin bedensel görünümüne odaklanmaktan ziyade onu sosyal habitusunda yok sayılan, engellenmeleri inşa eden, egemen toplumsal pratikler üzerinde durulması gerekmektedir. Aslında sorunun temel kaynağında engelli olma durumu değil, engellenmişlik bir durum olması ve bunu da inşa eden faktörler ise sosyal ve kültürelliktir. Bu bağlamda engelli birey olmaya ilişkin sosyolojik perspektifinden ele alındığında ve çoğunlukla engelli bireylere ilişkin denildiğinde kimlik algılanması ve engelli bireyin engeli olmayan bireyle olan sosyal etkileşim bağlamında şekil almaktadır. Engelli bireyler toplum tarafında tahakküm altındadır. Onların bedenlerindeki herhangi bir organın işlevsizliği ve organ kaybı ya da kısıtlılık olma durumu engelli bireyler için sosyal dünyadaki ilişkilerindeki avantajsızlıklar meydana gelmektedir. Nedeni ise engelli bireylerin sosyal organizasyonlar tarafından yürütülen faaliyetlerden kısıtlandığı takdirde katılım sağlayamayacağı için başarısız olarak atfedilecektir. Böylelikle kısıtlanmışlık ve başarısızlık hali sosyal ilişkilerinin inşa edilmesinde veya kurulmasında, devamlılık sağlanılmasında ve değişmesinde sorunlarla karşılaşılmaktadır.

3. ENGELLİ OLMA HALİ /ENGELLİ PERSPEKTİFİNDEN BAKMAK

Sosyal dünyada farklılığın belirginleştiği görünümler olması ve bu görünüm farklılığında ilk akla gelen şunlardır; etnik köken, ten rengi, inanç ve cinsiyettir. Fakat son yıllarda “engellilik” durumu da farklılıklar içerisine alınmakta ve insanlarda bu durumlardan dolayı damgalanmaya maruz kalmaktadır.

Sağlıksal problemlerden olan sakatlık ya da kronik rahatsızlığa sahip olmak fiziksel bir şikâyetten ötesini tasvir edilmektedir. Bireylerin fiziksel anlamda farklılaşmasından dolayı ve damgalanmanın getirmiş olduğu; psikolojik problemler, sosyal ve ekonomik problemler meydana gelmektedir. Bireyin kendisi ve çevresindeki insanlarda bu problemlerle başa çıkmaya çalışırken, epeyce zorlu bir süreçten geçmektedirler. Sosyal dünyada var olan ‘normal’ olarak atfedilen anlayışa ters olmasıyla birlikte her türlü fiziksel farklılaşmalarda damgalanma niteliği taşımaktadır. Engellilere yönelik bu damgalama niteliği her toplumda mevcut olmasıyla beraberinde sosyal problemi de işaret etmektedir. Engelli olma hali, bireyin damgalanmasına ayrıca bireyin çevresine de yayılım gösterildiğinden dolayı toplum tarafından da ilişkisel damgalanmaya maruz kalmışlardır. Goffman’ın meydana getirdiği damgalanmaya ait olan her türlü durumlardan ve fiziksel deformasyonlardan damgalanma niteliğinden bireylerin toplumsal yaşamdaki yönünü açıklamaya göre ağırlık vermiştir.

“Toplum, insanları sınıflamak için araçlar sunar ve sosyal düzenlemeler toplumda yüz yüze gelinecek olan insan kategorilerini ortaya koyar. Sunulan düzenlemelerdeki sosyal ilişkileri rutini, özel ilgi veya düşünceler olmaksızın varsayılan diğerleri ile uğraşmamızı sağlar. Bir yabancı bizim varlığımıza katıldığında ilk görünümler onun kategori ve niteliklerini, ‘sosyal kimliğini’ bize açar. Sahip olduğumuz bu varsayımları normatif beklentilere doğru sunulan taleplere dönüştürür ve onlara güveniriz. Tipik olarak bu taleplerde bulunana veya bunların yerine getirilip getirelemeyeceği sorusu ortaya çıkana kadar ne olduklarının farkına varmayız. Her zaman bizden önce bireyin ne olması gerektiği gibi belirli varsayımlar ürettiğimizi bunun ardından fark ederiz. Dolayısıyla bulunduğumuzun taleplerin yürürlükteki talepler olarak adlandırılması ve bireye yüklediğimiz karakterin potansiyel bir geçmişe bakıştan kaynaklanan bir yükleme olması yürürlükteki bir karekterlendirmenin sanal bir sosyal kimlik olarak görülmesini sağlar. Kişinin gerçekten sahip olabileceğinin ispatlandığı nitelik ve kategoriler gerçek sosyal kimlik olarak adlandırılacaktır” (Goffman, 1997, s. 203-204).

Goffman (1997, s. 204), damgalama teorisini ele alırken herhangi bir engel durumunun veya sakatlığın da damgalanma aşamasında yer aldığını ifade eder ve engel durumunun veya sakatlığın bireyin tamamına ilişkin bir damgalamaya maruz kalınacağını ifade etmektedir.

“Diğerleri için görme engelli bütüncül engele tekabül eder ve bu yüzden çoğu zaman onunla sanki duyuyormuş gibi yüksek sesle konuşulur veya yürüyemiyormuş gibi o kişi kaldırılmaya çalışılır. Ya da bazı diğerleri görmeyenlere dokunmak veya bakmaktan bile çekinmektedirler. Görmeyenlere karşı bu tavırları takınanlar bir basmakalıp düşüncede sabitlenmiş olan inançlar bütününe sahiptirler” (Goffman, 1997, s. 203-204).

Bireye verilen görev ve sorumlulukları yerine tam manasıyla getirememesinden başarısız olması ve yabancılaşarak toplumdan soyutlanmasına sebebiyet vermektedir. Birey kendi kimliği ile ilgili inanç boyutunu koruması, normal bir birey olamamasının hissiyatı yaşaması ve diğerlerinin kendisini tam olarak göremediği düşünmesinden dolayı ve toplumda başarısızlığından etkilenmesine yol açmıştır. Genellikle engelli bireyler kendi habituslarından dışarıya çıkmamayı tercih ederler ve kendilerini ‘yapamayan’, ‘edemeyen’ olarak damgalanmalarına sebep olmaktadırlar. Goffman damgalanma aşamasının bireyde bırakmış olduğu etkisini ifade ederken engelli bireylerde yaşandığı gibi damgalanmış bireylerin ne olduklarıyla ilgili en derin duygularının ‘herkes gibi olmaya veya herkes gibi normal olma’ duyguları olduğunu ifade etmektedir.

Sonuç olarak Goffman perspektifiyle bakıldığında ‘damgalanmış bireyin kendi durumuna tepkiyi nasıl verdiği’ sorusuna engelli bireyler üzerinden 5 aşamada cevap alınabilinmektedir. İlk olarak tepkiler şu yönde engelli bireyler; ameliyat, rehabilite, tedavi görme, terapi görme ve teknik aletler kullanılmasıyla bireyin başarılı olamaması nesnel sebebi olarak görmüş oldukları şeyleri düzeltmek için girişimde bulunmasıdır. İkincisinde ise engelli bireylerin bütün gayretleri ‘eksik’ olarak ifade edilmiş etkinlik alanlarında üstünlük kazanılmaya yöneltilen ve bu durumu da dolaylı olsa dahi düzeltmeye çalışılması girişimidir. Bu olaya örnek verecek olursak; “yüzmeyi, biniciliği, tenis oynamayı ve uçak kullanmayı öğrenen engelli bireyler olarak verilebilir.” Üçüncü olarak ise utanç verici, ikinci sınıf aşağılanan veya eksik olarak diğerlerinden farklılaştığını düşünen engelli bireyler olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim engelli bireyler, gerçeklik olarak algılanan şeylere karşın bağlantısı olmayabilmekte ve ısrarcı bir şekilde sosyal kimliklere alışılmışlığın dışında yorumlar oluşturmaya çalışmasıdır. Dördüncüsü ise herhangi bir engelinden dolayı damgalanmış bireyin yoluna çıkan ve üstesinden de gelmekte zorluk çeken bu durumu bir ‘mazeret’ olarak kullanmasına neden olabilmektedir.

Son kısım olan beşincisi ise engelli bireyler sıkıntıları içinde deneyimlerini kendi hayatına fayda sağladığını ve insanlarla ilgili yeni öğrenmeler yaşanmasına sebep olduğunu kabul ederek şuan ki durumunu gizli bir kısıtlanma olarak görülebilir. Engelli bireyler, normal bireylerin gözünde damgalanmış olmasıyla statüsündeki konum belirsizliğine sebep olması ve bu durumu gündelik hayatına, eğitim hayatına, aile hayatına gibi yaşamsal alanlarında sorunlarla karşılaşması söz konusu olabilir. Engelli bireyler hayatlarında çoğu zaman ‘onaylanma’ ve ‘dışlanma’ durumunu bilememektedir.  

4. ENGELLİ BİREYLERİN TOPLUMDA VAR OLMA/OLA(MA)MA SANCILARI

Toplumsal dışlanma, bireyin topluma tam manasıyla katılım sağlayamaması olarak ifade edilmektedir. Dışlanma aşamasında sosyal bağın, hem sosyal hem de sembolik ilişkilerin karşılıklı bir biçimde sekteye uğramasıdır. Başka bir ifadeyle de toplumsal dışlanma, dayanışma ağının olmadığı ya da bulunamamadığı, toplumsal yapının işlevselliği kalmadığı zamanlarda görünüm kazanmaktadır. Bireylerin yasal anlamda hakların yeteri kadar korunmadığı bir hukuk devleti ve sosyal politikaların işlev görmediği, işgücüne katılımın sınırlandırılması, sosyal refah sistemi barındırılamaması, aile ve toplumun sistemleriyle bütünlük sağlayamamasından dolayı bireyler toplumsal dışlanmaya maruz kalacaklardır. Toplumsal dışlanma teorisi, 1960’lı yıllardan itibaren Fransa’da meydana gelmiştir. Bu teori temelinde yoksulluğu içerse de, 1970’li yıllarda sosyal bir mesele olarak ifade edilmiş ve bu analitik teori ilk kullanan Rene Lenoir’dir. 1974 yılında basımlanan “Les Exclus Un Francais Sur Dix” “Dışlanmışlar: On Fransız’dan Biri” adlı yapıtında toplumsal dışlanma sadece yoksul kesimin içermediğini; bedensel ve zihinsel engellilerin, intihara meyilli insanların, engelli ve yaşlıların, sahipsiz çocukların, madde bağımlılarının, suçlu insanların, tek ebeveynli ailelerin, hane halkın birden fazla sorunları olan marjinal yapıdaki kişilerin ve diğer sosyal uyuma ayak sağlamayanların dışlanmaya maruz kalması ve ayrıyeten bu kişilerin sosyal koruma kapsamı dışında kalan “sosyal gruplar” olarak nitelendirilmektedir (Özgökçeler, 2007).

Günümüz dünyasında dışlanma şekilleri; ekonomik, sosyal ilişkilerin seyrelmesi, sosyal destek yoksunluğu ve kurumsal dışlanma şeklinde gruplandırma yapılmaktadır. Bu durumda toplumsal olarak en önemli dışlanma ekonomik dışlanma olarak karşımıza çıkmaktadır. Ekonomik dışlanmada, bireylerin gündelik yaşamdaki temel ihtiyaç gereksinimlerini gidermek için olması gereken gelirden yoksun olmaları halinde ekonomik olarak dışlanmaya maruz kalmaktadırlar. Engelli bireylerin işsiz kalması ve düşük ücretle çalışması, çalışma hayatının elverişli olmamasına maruz kalması, sosyal güvenlik kapsamından korunmalarını ve onlara yeterli düzeyde gelir sağlanamamasından dolayı yoksullaşmaktadır. Bu durumda ekonomik dışlanmanın getirmiş olduğu sosyal ilişkilerdeki zayıflığı, bireylerin toplumsal hayatla bütünleşmesine engel olarak karşımıza çıkmaktadır. Kurumsal dışlanma ise toplumda bireyleri sosyal koruma altına alacak bir yasal ve kurumsal düzenlemenin yetersiz olmasıdır.

Engelli bireylerin gündelik yaşamlarında yaşamış oldukları dışlanma eski çağlara kadar uzanmaktadır. Tarihsel kesit olarak engelli bireylerin yani toplumdan farklı görünen bireylerin farklılıklarını açıklamadaki bazı düşünce ve inanç sistemlerinde geliştirmeler yapılmış, ancak genel manada birden fazla inanç ve düşünce sisteminde engelli bireylerin toplum dışına atılmış, suçlanmış ve ceza yöntemine gidilmiştir. Engelli bir birey olmanın ahlaki manaya bakıldığında: “Engelliliğin ahlaki çöküntüden kaynaklandığını, insanın içindeki şeytanın veya ahlaksızlığın dışa vurumu olduğu düşünülmüştür. Ayrıca, çok uzun zaman engelli bireylerin bedenlerine şeytanın ve kötü ruhların egemen olduğuna da inanılmış, bu nedenle engelli bireyler ve aileleri utanç ve damgalanmayla karşı karşıya kalıp, yaşamları boyunca engelliliği kara bir leke olarak taşımışlardır” (Arıkan, 2002).

Engelli bireyler, toplumdaki diğer bireylerin faydalandığı olanaklardan faydalanma durumu olamayacağı için birçok alandan dışlamalar meydana gelecektir. Hizmetlere erişim noktasında kurumsal ve ekonomik zorluklarla karşı karşıya gelen engelli bireyler yaşadığı sosyal dışlanma faktörleri şu şekilde; iyileştirme(rehabilitasyon) ve sağlık hizmetleri, eğitim, çevre ve istihdam gibi alanlar üzerinden engellilerin toplumda var olma/ola(ma)ma sancıları konusu ele alınacaktır.

4.1. Fiziki Çevre Koşulları

Fiziksel çevre şartlarının toplum tamamına hitap etmediği bir biçimde tasarlanması, yaşanılan konuttan kamusal yaşam habitusuna ve ulaşım araçlarına kadar birçok çevresel etmenlerin, engelli bireylerin ihtiyaçlarını kayda alınarak tasarlanıp uygulanma yönünden gerçekliğe sahip değildir. Ev düzenlemeleri ve mimari uygulamalar engelli bireyleri dışlamakta, kentsel mekânların, toplumda engelli birey yokmuşçasına tasarlanmaktadır. Kentsel mekânlarda engellilerin yaşam ve hareket özgürlüğünü kısıtlayan birçok faktörler söz konusudur. Nitekim bunlar şu şekilde; yüksek kaldırımlar, rampasız merdivenler, bozulmuş yollar, alt-üst geçitlerin düzensizliği, levhaların yerinde olmayışı veya özensiz kullanımı engelli gruplar açısından ihtiyaçlarını gideremeyecek bir biçimde tasarlanıp inşa etmişlerdir. Büyük ulaşım merkezlerinde bulunan metro istasyonları gibi yerlerde vatandaşların orada bulunan boşluğa düşmemeleri için konulan “sarı çizgiler” görme engelliler için düşünülmüştür. Kentte ulaşımın yaygın kullanıldığı toplu taşıma araçları, engelliler için kolaylık sağlaması bir biçimde tasarlanma yapılmamıştır.

Kentsel ulaşım habitusunda engellilerin kaygı verici sorunlar karşılarına çıkmaktadır (Karataş, 1997-1998, s. 12). Kitchin (1998)’e göre, toplumsal alanlar toplumu engelli bireylerden ayırmak için gerekli düzenlemeler yapılmakta, fiziksel engelli bireyler toplum tarafından dışlanmaktadır. Engelli bireylere yönelik okullar ya da ayrı iş alanları meydana gelmekte engelli bireyler şehrin göbeğindeki muhitlerde barındırılmamakta ve kamusal alanlardan da dışlanmaktadır.

4.2. İstihdam Olanakları

İstihdam alanında normal bireylere tanınan olanakların, engelli bireylere tanınamaması engellilere yönelik doğrudan ayrımcılığın ve sosyal dışlanmanın bir göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Engelli bireylerin istihdam alanına katılım sağlanmalarını engelleyen faktörlerin arasında ilk olarak devletin izlemiş olduğu politikalar yer almaktadır. Devlet, sosyal devlet ilke anlayışını yok sayarak öncelikli olan sağlıklı işsizlerin istihdamını sağlamaktadır. Devletin politikaları haricinde, istihdam sağlanan alanlarda bazı kişi veya grupların engellilere karşı olumlu olmayan davranış ve tutumları engelli bireylerin önünde engel olarak karşılarına çıkmaktadır.

“Benli (1997)’ ye göre, işverenler, engellilerin istihdamında genel olarak engellilik dereceleri az olanları ve belli özür gruplarını tercih etmektedirler. Bu durum, engellilik derecesi yüksek olanların istihdam edilmelerinde güçlükler meydana getirmektedir. Ataman (1997) ise, bu durumun temel nedenleri arasında, işyerlerinin bu durumdaki kişilerin verimli olarak çalışabileceğine inanmamasını, bunların diğer çalışanlara ayak bağı ve iş kazalarına neden olacağı endişesini vurgulamıştır. Ayrıca, işverenin engelli bireyleri işe almalarında etkili olan yöntem, hala hatır gönül işi ile olmaktadır.”

Gelişmiş ülkelerde engelli bireylerin eğitim, istihdam ve toplumsal meseleleri önemli bir düzeyde çözüme kavuşmuş, engelli hakları, yasalar yoluyla da güvence altına alınmıştır. “Örneğin İngiltere’de, 16 yaşına kadar aldıkları temel eğitimle beraber mesleki eğitim de verilerek meslek sahibi olmaları sağlanmaktadır. İşyerleri gönderilen engelli bireyi işe almadığında para cezasına çarptırılmakta, kontenjanlarını doldurduğunda ise teşvik ücreti verilmektedir. Japonya’da ise, görme engellilerin çoğunluğu, Japon geleneksel masaj tekniği, parmak masajı ve akupunktur alanında eğitilmektedirler” (Doğan, 1997, s. 204-205).

Engelli bireyler iş başvuru esnasında da ayrımcılıklarla yüz yüze gelmektedirler. Niteliği yüksek engelsiz bireylerin iş başvurularının, aynı niteliğe sahip engelli bireylere karşın daha fazla olumlu bir geri dönüt alındığını, bununla birlikte de ortalama niteliğe sahip engeli olmayan bireylerin iş başvurularının daha fazla olumlu bir geri dönüt alındığını ifade edilmektedir. Bu ayrımcılıktan öte, terfi ve ödemelerde de aktif bir şekilde ayrımcılıklarla karşılanmaktadır. Engelli bireyler gayri resmi olarak işe alınmakta, resmi sözleşme ve iş kanunlarıyla da korunmamaktadırlar. Bu durumda engelli bireyler, ücreti düşük, vasıfı daha az veya vasıfsız nitelikteki işlerde terfi durumunun daha bir az ihtimalle olduğu işlerde göreve getirilmektedirler.

4.3. Eğitim Almak/Ala(ma)mak

Bütün ülkelerde eğitim sistemi, öncelikli olarak, nüfusun herhangi bir engeli olmayana göre planlanıp uygulanmakta ve engellilerin eğitim sistemi ile bütünleşecek farklı bir programlar üretilmeye veya geliştirilmeye çalışılmaktadır. Böylelikle en baştan itibaren eğitim sistemi engelli bireyleri dışlayan bir algıya sahip olmaktadır.  Normal eğitime ve Özel eğitime ilişkin meseleler, engelli bireylerin eğitim alanında yaşadıkları bir mesele olarak görülmektedir.

Normal eğitim kurumlarının engeli olmayan bireylere yönelik düşünülmesi ve yapılandırılması, engelli bireylerin normal bireylerle aynı minvalde eğitime sahip olmasını ve toplumla bütünleşmesinin önüne ket vurmaktadır. Yatalak hastaların ya da ortopedik engeli ağır olanların, görme engellilerin, işitme engellilerin ve özellikle de konuşma engeline sahip olanların eğitim alanlarında büyük sorunlarla yüz yüze gelmektedirler. Nedeni ise engelli bireylerin kendilerine has olan engeline yönelik uygun bir eğitim veren özel okullarda destek görmeleri gerekmektedirler. Normal eğitim sürdüren okullarda okunmasının engelliler açısından fayda sağlayacaktır. Eğitim engelli öğrenciler için dış dünyayla tanışmaları ve haberdar olmaları, içlerindeki potansiyellerini çıkartmaları ve geliştirmeleri yönünde oldukça önemliliğe sahiptir. Bazı sebeplerden dolayı engelli gençlerin okulda yapılan geziler veya aktivitelere tam katılımında zorluklar yaşanmakta, bulunduğu sınıf içerisinde de ekstra yardımlara ve desteklere ihtiyaçları doğmaktadır. Eğitim gördükleri okullarda mimari yapılarının bedensel engele sahip olan bireylerin erişebilme ve yararlanabilmesi şeklinde inşa edilememesi önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Özel olarak yapılan okullar dışında, dizaynlar farklı olmakta ve çoğu binalarda tekerlekli sandalye kullanan bireyler yok sayılmışçasına rampa ve asansör yapılmamıştır.

“Bunun yanında, engelli bir bireyin eğitim kurumlarında bulunan kütüphanelerden yararlanması durumunda da yine bazı engeller söz konusudur. Kütüphaneye erişim sorununun yanı sıra, görme engelliler için kasetlere doldurulmuş kitap bilgilerinin olmaması veya bilgilerin Braille alfabesi ile yazılmamış olması da yardımcı/destekleyici teknolojinin yetersizliğini göstermektedir” (Bilgin, 1997, s. 22).

Eğitim kurumlarına ulaşmadaki engeller; fiziksel çevre şartları, hâlihazırda eğitime devam edilen kurumların mimari yapıları ve çevreden gelen tutumlara ek olarak maddi olarak bazı meseleler de, engelli bireylerin eğitim hayatlarında önemli derecede sorunlar teşkil etmektedir. Sonuç olarak, engelli bireylerin her alanda karşılaşmış oldukları engellerle mücadele etmede eğitimin önemi büyüktür. Bu durumda engelliler eğitim sisteminde birçok engele takılmakta ve sisteme dâhil edilmediklerinden mütevellit eğitim seviyeleri düşük kalmaktadır.

 4.4. Rehabilitasyon Uygulamaları

Rehabilitasyon Hizmetleri ve Özel Eğitim: Bedensel, zihinsel, ruhsal ve sosyal engellerinden dolayı toplumsal hayata tam manasıyla aktif olmayan bireyler olarak karşımıza çıkmaktadır. Engelli bireylerin, işlevsel kayıplarını gidermek, toplumdaki fırsatlardan eşit bir biçimde faydalanmalarını sağlamak ve toplum içinde bağımsız, kendi ihtiyaçlarını yeterli olarak karşılanmasını sağlayıcı yetenekler ve beceriler kazandırmak ve bu minvalde de toplumda yer edinebilmesini amaçlayan hizmetlerdir. Türkiye genelinde engeli olan bireylerin yüzdelik dilimi %12 civarlarda olduğu göz önüne alındığı takdirde, büyük kentlerden kırsal mekânlara kadar engelli bireylerin toplumun önemli kısmını temsilleştirildiği görülmektedir (ÖZİDA & DİE, 2009). Bundan dolayı iyileştirme (rehabilitasyon) ve özel eğitim uygulamalarına gün geçtikçe ihtiyacı olan engelli bireylerin sayısı da artmaktadır. Hâlihazırda iyileştirme uygulamalar; mesleki, tıbbi, sosyalleşmeyi temel hedef alarak rehabilitasyonu meydana getirir. Tıbbi olarak rehabilitasyon bireyin işlevsel yeterliliğinin imkânını en üst düzeye yükseltmek için tedavi sürecine girmektedir. Ulaşım olarak herhangi bir araç desteği aldığında bireyin rehabilitasyon uygulamasına engel çıkacak fizyolojik engellerinin aşılmasını amaçlanır; buna ek olarak sosyal ve psikolojik zorlukların seyreltilmesi ya da tamamen kaldırılmasını hedeflenmektedir. Böylelikle engelli bireyler topluma entegre açısından da kolaylık sağlanması amaçlanmaktadır. Mesleki rehabilitasyonda, Zihinsel(MR), Fiziksel(Ortopedik) ve Duygusal yetersizliklerin sonucunda güvenli ve uygun bir iş ihtiyacına sahip olan engelli bireylerin meslek ve iş sahibi olmasını, yeterli ve uygun düzeyde mesleki yetkinliğini kazanmasını ve bulunduğu iş yerindeki takip aşamasını kapsamaktadır.

Sosyal rehabilitasyon: Engelli bireylerin aileleri ve engelli bireyler toplumsal hayatta yüz yüze geldikleri her türlü meselelerin çözülmesine dair çalışmalar yürüten, engelli bireyin ve ailesinin toplumsal hayata aktifini sağlanmasında kilit rol oynamaktadır. Sosyal rehabilitasyon, engelli bireylere karşın toplumdaki tabuların ve olumsuz davranış ve tutumların yok edilmesi, toplumun bilinçlenmesini amaçlamaktadır. Toplumu esas alan temelli rehabilitasyonda ise engelli bireylerin topluma yönelik bir sorumluluk bilinci yüklemesi, hizmet dağılımın geliştirilmesi, fırsat eşitliğin sağlanması ve engellilere yönelik haklarda iyileştirilmesi ve korunmasını sağlanmasına dair çalışmaları kapsamaktadır. Engelli bireyler sağlık, istihdam, mesleki eğitim ve toplumsal yaşamlarında eşit fırsata sahip olamamaları mesleki, tıbbi, sosyal ve toplum temelli rehabilitasyonun yetersiz olmasından dolayı açıklara sebep olmaktadır.

Engelli bireyler zihinsel, ruhsal, fiziksel ve sosyal manada var olan gücüyle kapasitelerini kullanabilecekleri uygun olan hizmetlerdeki yetersizliği, bağımsızlığı ve üretkenlik bağlamında bireylerin aktif olmalarını kısıtlayan faktörlerin olması, yaşam kalitesinin düşük olması ve engelli bireylerin toplum içindeki dışlanmışlığın konumunu gözler önüne sermektedir. Engellilerin bedensel ve ruhsal engellerinin özellikleri münasebetiyle kendilerine yakın çeperlerinde ve toplum içerisinde aşağılanmadan bağımsız bir şekilde eylemde bulunmaları ve toplumda yaşayan bireylerle etkileşim ve iletişim sağlayabilmeleri yönünden gerekli olan sosyal destek de rehabilitasyon kapsamına dâhil olmaktadır.

Sonuç olarak, engelli bireylerin toplumsal hayata aktiflerini sağlaması iş, eğitim gibi benzeri birçok alanda toplumun normal bireylerle fırsat bakımından eşit olmasını sağlanması, psikoloji, işlevsellik, toplumsal gereksinimlere yanıt vermesi beklenmektedir. Toplumun bilinçli olması ve toplumsal olarak her türlü manada desteğin sağlanmasından dolayı hâlihazırda var olan kaynakları kullanılmaya devam edilmesi ve yeni kaynaklar oluşturulması gerekmektedir. Modern teknoloji ve bu teknolojiyle beraberinde gelen yöntemleri takip edip gerekli bir biçimde finansmanı sağlayacak uygun bir yasal düzenleme oluşmasına zemin hazırlanması gerekmektedir. Toplumun ve devletin uygulamış oldukları politikalarıyla ve uygulamalarıyla yeterli düzeyde destek göremeyen engelliler, toplum tarafından itilmiş, dışlanmış, örselenmiş ve ötekileştirilmiş bireyler olarak bu tarz söylemlerle maruz kalmaktadırlar.

4.5. Sağlık ve Hizmet Politikaları

Sağlık hizmetlerine talep eden, nüfusun en geniş kesimi engelli bireylerin olduğunu ifade edilmesine karşın, engelli bireyler sağlık hizmetleri noktasında erişimlerde ciddi manada meselelere karşılaşmaktadırlar. Engelli bireylerin sağlık problemlerinden dolayı genel olarak engelsiz bireylere nazaran daha uzun bir süreci ve karışık tedavi gerekmekte bireylerin engeline göre daha farklı gereksinimlere ve çözümlere ihtiyaç duyulmaktadır. Maddi zorluklar, fiziki şartlar, bireysel olarak yardım gerekebilecek sağlık hizmetlerine erişimi zorlaştırmakta olması engelli bireylerin hayat kalitesinin üzerinde olumsuzluklara neden olabilmektedir. Sağlık kurumlarındaki araç/gereçler ve muayene esnasında yeterli olmamakta ve engelli bireylerin sağlığını tehlikeye düşürmektedir. Yeterli düzeyde olmayan uzman kadrosu da engelliler açısından kapanmayan hasarlara neden olmaktadır (Dejong, Palsbo, & Beatty , 2002, s. 271).

Dejong ve arkadaşlarına (2002) göre sağlık hizmetleri veren yerleşim yerlerinin erişebilme açısından zor olmasının en önemli sebepleri arasında olması engelli bireylerin gelir durumu ciddi manada sıkıntıya düşürmektedir. Böylelikle azami şekilde ulaşım imkânları, yeterli olmayan sigorta ödenekleri ve ek sağlık ödenekleri, gelir seviyesi kısıtlı olanlar için ciddi anlamda sorunlar teşkil etmekte, daha fazla sağlık hizmetlerden yararlanmanın bedeli de artmaktadır (Kroll & Neri, 2003). Bu durumda engelli bireylerin gereksinim duydukları araç desteği, fizik tedaviler gibi sağlık hizmetlerinden faydalanma durumu azalmaktadır. Nedeni ise devlet sigortalarındaki ödeneklerin çok minimal düzeyde kalmasıdır. Hâlihazırda devam eden yasalar ve politikalarla ilgili engelli hakları stabilize etmeye çalışılsa da bu yasaları uygulama yönünden aksaklıkların mevcut olduğu aşikârdır. Sağlık hizmetlerinde ki, bir diğer sıkıntılı süreç; her yıl sağlık kurul raporlarının revize edilmesinden dolayı engelli bireylerin ve ailelerin sıkıntılı bir süreç geçirmesine sebep olmaktadır. Sağlık hizmetlerindeki erişime ulaşmak güçleştikçe, kendilerine uygun bir sağlık hizmetlerine erişemeyen engelli bireyler yardım alarak başka kimselere daha çok muhtaç olabilmekte ve bu durum eşlerine, çocuklarına, arkadaşlarına, bağımsız olamamalarına, akrabalarına kısacası toplum ‘normal’ olarak atfedilen kimselere bel bağlamaktadırlar (Kroll & Neri, 2003, s. 90). Sonuç olarak, sağlık hizmetlerindeki erişim ekonomik ve fiziksel şartlarının ardı sıra sosyal engelleri de meydana getirmektedir. Engelli bireylerin devam eden problemin yeterli kalmaması tıbbi eğitimin ve sağlık hizmetinin bir çıktısıdır

IV. DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: SONUÇ

SONUÇ

İnsanlığın var olduğu süre boyunca toplumda ‘normal’ diye adlandırdığımız insanlardan ayrıştıran; fiziksel, zihinsel ve dilsel anlamda işlevini yeteri derecede göremeyen insanlarda var olmakla beraber ayrıştırmaya verilen genel adı ise “engelliler”dir. Engelli; doğuştan veya sonradan herhangi bir nedenle zihinsel, bedensel, duyusal ve sosyal yeteneklerini çeşitli ölçütlerde fonksiyonal olarak kaybetmesi sebebiyle toplumsal hayata idame sağlamada ve gündelik hayatın ihtiyaç gereksinimi karşılamada zorlukları olan ve korunma, bakım, rehabilitasyon, danışmanlık ve destek hizmetlerine ihtiyaç duyan kişilerdir. Engellilerin gerek kamusal yaşamları olsun gerek özel yaşamlarında mutlak suretle damgalanmaya, ötekileştirmeye ve sosyal dışlanmaya maruz kalmaktadırlar.

 Engellilik sadece sağlıksal bir problem olmamakla birlikte bireylerin vücut özellikleriyle de yaşadığı toplumun özellikleri arasındaki etkileşimi gösteren iç içe geçmiş bir olgu olarak da karşımıza çıkmakta ve engellilik kavramı günümüz toplumlarında da süre gelen bir dezavantajlılık hali olduğunun sonucuna ulaşılmıştır. Çalışmada literatürde yapılan nicel ve karma desenli çalışmalar olup çalışmanın akıbetine yön vermiştir. Engelli bireylerin toplumda var olma bilincine ilişkin kavramsal çerçeve sunulması amacı taşıdığı görülmektedir. Bu amaç doğrultusunda da toplumda dezavantajlı grup olarak engelliler kavramsal boyutlarıyla tartışılmıştır. Bir diğer amacı ise engelli bireylerin yaşadıkları yerde imkânların ne derece etkin olduğunu belirlemek ve bu doğrultuda eksik veya hatalı görünen durumları yaşadıkları yerlerde ilgili kurumlara iletmek ve engelli bireylerin topluma nasıl kazandırılabileceğini tespite etmek ve topluma kazandırmadaki aracının ne olduğunu saptanması sonuca ulaşılmaya çalışılmıştır. Bu doğrultuda engelli bireylere yönelik bazı sorulara da yanıt aranmaya çalışılmıştır. Bunlar; “Engelliler toplumda nasıl algılanmaktadır?”, “Engelliler engelliliği nasıl algılıyor?” ve “Engellilerin topluma katılmalarındaki engeller nelerdir?” gibi soruların yanıtlarına cevap aranmıştır.

Kaynakça

  • Abercrombie, N., Hill, S., & Turner, B. (2006). Dictionary of Sociology (Cilt (7th edition)). England: Penguin Reference Books.
  • Altuntaş, B., & Atasü-Topçuoğlu, R. (2016). Engelli Bakımı. Ankara: Nika Yayınevi.
  • Arıkan, Ç. (2001). Türkiye’de Görme Özürlü Kadınlar: Sorunlar, Beklentiler, Çözüm Önerileri. Ankara: Körler Federasyonu Yayını.
  • Arıkan, Ç. (2002). Sosyal Model Çerçevesinde Engelliliğe Yaklaşım. Ufkun Ötesi Bilim Dergisi, 2(1), 12-21.
  • Ataman, A. (1997). Özel Sektörde Çalışan Görme Engellilerin Karşılaştığı Sorunlar. Görme Engellilerin Sosyal Güvenlik Sorunları ve İstihdamı Sempozyumu. 3, s. 293-307. Ankara: Altı Nokta Görme Engellilere Hizmet Vakfı Yayınları.
  • Benli, A. (1997). Engellilerin İstihdamında Karşılaşılan Güçlükler ve Kurumsal Yaklaşımlar ile Uygulamalara Eleştriel Yaklaşım. Görme Engellilerin Sosyal Güvenlik Sorunları ve İstihdam Sorunları Sempozyumu (s. 49-60). Ankara: Altı Nokta Görme Engelliler Hizmet Vakfı Yayınları.
  • Bilgin, K. U. (1997). Engellilerin İstihdamında Yöntem Arayışı. Görme Engellilerin Sosyal Güvenlik Sorunları ve İstihdam Sempozyumu. 3, s. 19-31. Ankara: Altı Nokta Görme Engellilere Hizmet Vakfı Yayınları.
  • Bugental, D. B., & Grusec, J. E. (1998). “Socialization Processes”. Handbook Of Child Psychology.
  • Burcu, E. S. (1998, Haziran). Evrimci Teorinin Sosyolojik Düşünce Üzerindeki Etkileri ve Sosyobiyoloji. Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 15(2), 175-186.
  • Burcu, S. (2007). Türkiye’de Özürlü Birey Olma, Temel Sosyolojik Özellilkleri ve Sorunları Üzerine Bir Araştırma. Ankara: Hacettepe Üniversite Yayınları.
  • Burcu, S. (2015). Engellilik Sosyolojisi. Ankara: Anı Yayıncılık.
  • Davis, L. J. (1995). Enforcing Normalcy: Disability, Deafness, and The Body. London; New York: Verso.
  • Dejong, G., Palsbo, S. E., & Beatty , P. W. (2002). The Organization and Financing of Health Services For Persons With Disabilities. The Milbank Quarterly, 80(2), s. 261-302.
  • Doğan, E. (1997). İş Garantili Mesleki Rehabilitasyon. Görme Engellilerin Sosyal Güvenlik Sorunları ve İstihdamı Sempozyumu. 3, s. 200-205. Ankara: Altı Nokta Görme engellilere Hizmet Vakfı Yayınları.
  • Durkheim, E. (2005). Sosyolojik Yöntemin Kuralları (2. Baskı b.). Ankara: Dost Kitapevi .
  • Dünya Saglık Örgütü. (2010). Dünya Engellilik Raporu. 09 07, 2022 tarihinde T.C. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı Engelli ve Yaşlı Hizmetler Genel Müdürlüğü: http://eyh.aile.gov.tr/data/5480490c369dc57170df34bd/ adresinden alındı
  • Garland-Thomson, B., Dikmen, S., Yardımcı, Y., & Şentürk, D. (2011). Sakatlık Çalışmaları, Sosyal Bilimlerden Bakmak. G. Thomson. içinde İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları.
  • Goffman, E. (1997). The Disability Studies Reader. D. L içinde, Selections From Stiğma. London: Pluto Press.
  • Karataş, K. (1997-1998). Engelliler Kentlerde Hareket Etmek İstiyor. Ufkun Ötesi Türkiye Görme Engelliler Fedrasyonu Dergisi, 4(2).
  • Kitchin , R. (1998). Out Of Place, Knowing One’s Place: Space, Power and The Exclusion Of Disabled People. Disability & Society. 13(3), 343-356.
  • Kroll, T., & Neri, M. T. (2003). Understanding The Consequences of Access Barriers To Health Care: Experiences of Adults With Disabilities. Disability and Rehabilitation, 25(2), s. 85-96.
  • Oliver, M. (1990). The Politics Of Disablement. USA: Palgrave Macmillian.
  • Oliver, M. (2011). Sakatlık ve Kapitalizmin Yükselişi. İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları.
  • Özgökçeler, S. (2007, 01 09). Sosyal Dışlanma Sorunsalı ve Engellilerin Sosyal Politikası Bağlamında Degerlendirilmesi. 304. Bursa: T.C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ÇALIŞMA ERKONOMİSİ ENDÜSTRİ İLİŞKİLER ANABİLİM DALI ÇALIŞMA EKONOMİSİ BİLİM DALI .
  • ÖZİDA. (2010). Özürlülüğe Dayalı Ayrımcılığın Ölçülmesi ve Araştırılması. Ankara: Özürlüler İdaresi Başkanlığı.
  • ÖZİDA, & DİE. (2009). Türkiye Özürlüler Araştırması 2002. Özürlüler İdaresi Başkanlığı ve Devlet Enstitüsü Başkanlığı. Ankara: Devlet İstatistik Enstitüsü Maatbası.
  • Seyyar, A. (2007). İnsan ve Toplum Bilimleri Terimleri. İstanbul: Değişim Yayınları.
  • Thomas, C. (2011). Sakatlık Kuramı: Kilit Fikirler, Meseleler ve Düşünürler. İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları.
  • Topaloğlu, H. (2010). Gölgedeki Bedenler: Bedenin İnşa Sürecinde Toplumsalın Etkileri. Alternatif Politikalar, 2(3), 251-276.

1998 yılında Konya’da doğdu. Lise eğitimini Karapınar Meke Anadolu Lisesi (2014-2016) ve Karapınar İbrahim Gündüz Anadolu Lisesi (2016-2018) yılları arasında tamamladı. Aksaray Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji bölümünde bölüm birincisi olarak mezun olmuştur. Halen Aksaray Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Anabilim Dalında Kent Sosyolojisi Programında Yüksek Lisans yapmaktadır. İlgi alanları; iletişim sosyolojisi, engellilik sosyolojisi, toplumsal değişme, sosyal teori, yaşlılık sosyolojisi, kent-göç, modernleşmedir.

Yazarın Profili

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir