Dünyada ve Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet: Türleri, Nedenleri, Sonuçları ve İstanbul Sözleşmesi

Dünyada ve Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet: Türleri, Nedenleri, Sonuçları ve İstanbul Sözleşmesi
1

Giriş

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından şiddet yaralanma, ölüm, psikolojik zarar veya kayıp ile sonuçlanan veya bunlarla sonuçlanması muhtemel olan, kişinin kendisine; başka bir kişiye, bir gruba veya topluluğa karşı fiziksel şiddet ve gücün tehdit veya fiili olarak kasıtlı kullanımı şeklinde tanımlanmıştır. (Güleç ve ark., 2012:113-114). Şiddet, asırlardır süregelen bir olgu olmanın yanı sıra özellikle kadınların erkeklere oranla şiddete daha çok maruz kaldığı da bilinen bir sosyal gerçekliktir. Öyle ki şiddet olgusu kanıtları 3000 yıl öncesine dayanmaktadır, ortaya çıkışı insanlık tarihi ile paralellik göstermektedir. Arkeologlar yaptıkları bir araştırmada erkek mumyaların kemiklerinde %9-20 oranında kırığa rastlarken, kadın mumyalarda bu oranın %30-50 olduğunu tespit etmişlerdir. (Dişsiz & Hotun Şahin, 2008:52). Kadına yönelik şiddet bu kadar zamandır var olmasına rağmen ise günümüzde hala çözülmeyi bekleyen ve tüm dünyayı etkileyen ciddi bir sosyal sorun olarak karşımıza çıkmaya devam etmektedir. Kadına yönelik şiddetin temelinde psikolojik, sosyolojik, kültürel ve ekonomik birçok neden yatmaktadır. Bu bağlamda özellikle 3.dünya ülkeleri olarak nitelendirilen ve sosyoekonomik açıdan zayıf olan ülkelerde kadına yönelik şiddetin daha ciddi boyutlarda olduğu gözlemlenmektedir. Türkiye’de de özellikle son yıllarda kadına yönelik şiddet ve bilhassa fiziksel şiddetin bir boyutu olan kadın cinayetleri konusunda ciddi artışlar olduğu yadsınamaz bir gerçekliktir. Kadınlar en çok evlerinde şiddete maruz kalmaktadır ve bu durum aile içi şiddet kavramını ortaya çıkarmaktadır. Aile içi şiddetin ise hem kadınlar hem de o ailede yaşayan çocuklar için çok ciddi psikolojik etkileri olabilmektedir. Bu durum ise kadına yönelik şiddetin, toplumu direkt olarak etkileyen ciddi bir toplumsal sorun olduğunu tekrar gözler önüne sermektedir. Bunun yanı sıra özellikle gelişen teknoloji, telefon ve sosyal medya kullanımının artmasıyla da birlikte hayatımıza yeni kavramlar girmiş ve şiddetin sınırları da bu bağlamda genişlemiştir. Günümüzde artık dijital şiddet, ısrarlı takip, flört şiddeti gibi şiddet türlerinden bahsedilmektedir. Bu türler içerisinde Türkiye’de kadınların en çok maruz kaldığı şiddet türleri ise fiziksel ve psikolojik şiddettir. Bu tür şiddet oranlarının artış göstermesiyle birlikte de özellikle son zamanlarda kadın dayanışma STK’ları tarafından devlet yetkililerine hukuki açıklığı gidermeleri konusunda çağrıda bulunulmaktadır. Bu bağlamda günümüzde en çok üzerinde durulan konulardan birisi ise İstanbul Sözleşmesi’nin tam olarak uygulanması hususudur. Tüm bu etmenler göz önüne alındığında ise Türkiye’de kadına yönelik şiddetle ilgili güncel çalışmaların sınırlı sayıda olduğu görülmektedir. Özellikle resmi kurumlarca yayınlanmış veriler yok denecek kadar azdır ve İstanbul Sözleşmesiyle ilgili de ciddi bilgi kirlilikleri söz konusudur. Bu sebeple bu çalışmada genişleyen şiddet sınırı bağlamında revize edilen şiddet türleri, kadına yönelik şiddetin hem dünyada hem de Türkiye’de güncel verileri, nedenleri, kadına yönelik şiddetin doğurduğu sonuçlar, çözüm önerileri ve İstanbul Sözleşmesi’ni savunanlar ile karşı çıkanların dayanakları üzerinde durularak, kadına yönelik şiddet konusu tüm dinamikleriyle güncel bir şekilde açıklanmaya çalışılacaktır.

1.Şiddet Türleri

 Genel olarak psikolojik şiddet, fiziksel şiddet, cinsel şiddet, ekonomik şiddet olmak üzere dört çeşit şiddet türü olduğu kabul edilmektedir. Ancak gelişen ve değişen toplumsal yapı ve koşullar neticesinde şiddetin de sınırı değişmiştir ve günlük hayatta karşımıza yeni şiddet türleri çıkmaya başlamıştır. Bu bağlamda ise güncel olarak yedi adet şiddet türünden bahsedilmektedir:

1.1.Fiziksel Şiddet

 Fiziksel şiddet, kaba kuvvetin bir korkutma, sindirme ve yaptırım aracı olarak kullanılmasıdır. İtmek, tokat atmak, ısırmak, boğmaya çalışmak, tekmelemek, yumruklamak, eşya fırlatmak, kaba kuvvet kullanarak bireyin evden çıkmasına veya eve girmesine engel olmak, bıçak veya silah gibi aletlerle tehdit etmek, işkence yapmak gibi fiziksel gücün kullanıldığı durumları kapsamaktadır. Aynı zamanda aile içinde yetişkinlerin birbirlerine uyguladıkları en yaygın yaşanan şiddet türüdür. (Pusa, 2020).

1.2.Cinsel Şiddet

 Cinsel şiddet, mağdura olan yakınlığa bakılmaksızın herhangi bir kişiye herhangi bir yerde cinsel eylemlerde bulunulmasıdır. Bireyi kendisiyle cinsel ilişkiye zorlamak, taciz ve tecavüz, başkalarıyla cinsel ilişkide bulunmaya zorlamak, bireyi kürtaja zorlamak, çocuk doğurmaya zorlamak, fuhuş’a zorlamak, zorla evlendirmek, bireyi taciz etmek ve ensest ilişkiler yaşamak vb. gibi durumları kapsamaktadır. (Pusa, 2020).

1.3.Psikolojik Şiddet

 Duygusal şiddet olarak da bilinen bu şiddet türü, aynı zamanda kişinin maruz kaldığını en zor idrak ettiği şiddet türüdür. Psikolojik şiddet duyguların, duygusal ihtiyaçların baskı amacıyla tutarlı bir şekilde istismar edilmesi ve tehdit aracı olarak kullanılmasıdır. Bağırmak, korkutmak, küfretmek, tehdit etmek, hakaret etmek, eve kapatmak, küçük düşürmek, kıyaslama yapmak, giyimine ve görüştüğü kişilere karışmak vb. gibi çok geniş bir eylem alanını kapsamaktadır. Aynı zamanda aşağılama amacıyla yapılan küçümseme, küfür ve hakaret etmek vb. gibi davranışlar, sözlü şiddeti de içinde barındırmaktadır. (Pusa, 2020).

1.4.Ekonomik Şiddet

 Ekonomik şiddet, bir kişiyi gerekli olan ekonomik olanaklardan mahrum bırakmaktır. Para vermemek, kısıtlı para vermek, kişinin mallarını elinden almak, çalışmasına izin vermemek, çalışıyorsa kısıtlama getirmek, bireyin iş yaşantısında ilerlemesini engellemek vb. gibi durumları kapsamaktadır. (Pusa, 2020).

1.5.Dijital Şiddet

 Dijital şiddet, özellikle teknolojinin hayatımızda büyük bir yer kaplamasıyla birlikte ortaya çıkan bir şiddet türüdür. Dijital şiddet, herhangi bir teknolojik alet aracılığıyla bireyin kısıtlanmasıdır. Bireyin izni olmadan veya zorla sosyal medya hesaplarının şifrelerini almak, sistematik olarak sosyal medyada beğendiği fotoğrafları, konuştuğu kişileri takip etmek, e-posta hesaplarını, cep telefonu kayıtlarını kontrol etmek ve tüm bunlardan yola çıkarak da bireyden hesap sorulmasını kapsamaktadır. (Pusa, 2020).

1.6.Israrlı Takip

 Israrlı takip dediğimiz şiddet türü, bireye istemediği halde hediye göndermekten başlayıp; bireyin kendi güvenliğinden endişe duymasına sebep olacak fiili eylemlere kadar uzanmaktadır. Kitle iletişim araçlarının hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline gelmesiyle birlikte de özellikle kadınlar bu şiddet türüyle sık sık karşılaşabilmektedir. Israrlı takip, bireyi sürekli telefonla aramak, aradığında ulaşma isteği duymak, sürekli mesaj atmak, istemediği zaman ve mekanda karşısına çıkmak, istemediği halde hediye göndermek ve sürekli sosyal medya hesaplarından rahatsız etmek vb. gibi eylemleri kapsamaktadır. (Pusa, 2020). 

1.7.Flört Şiddeti

 Flört şiddeti, diğer şiddet türlerinin hepsini içinde barındırabilen ve evlilik birliği olmaksızın, bireyin birlikte olduğu kişi tarafından sistematik olarak uğradığı şiddet türüdür. Flört şiddeti, aşırı derecede kıskançlık, benden ayrılırsan intihar ederim vb. gibi cümlelerle sevginin suiistimal edilmesi; giyiniş, yürüyüş gibi fiziksel tercihlere karışılması ve bireye söz hakkı verilmemesi vb. gibi örnekleri çok çeşitli olabilen bir şiddet türüdür. (Pusa, 2020).

İlginizi Çekebilir: Toplumsal Cinsiyet Kuramları

2.Dünyada Kadına Yönelik Şiddet

 Kadına yönelik şiddet olgusunun en önemli özelliklerinden biri de evrensel bir sosyal sorun olmasıdır. Hem az gelişmiş ülkelerde hem de gelişmiş ülkelerde yaşayan kadınlar, çoğu zaman şiddetle burun buruna gelmektedir. Birleşmiş Milletler Örgütü’nün 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü kapsamında 2019 senesinde yayımladığı istatistiklere göre;

  • Dünyada evli veya bir ilişkisi olan kadınların sadece yüzde 52’si cinsel ilişki, gebelik önleyici hapların kullanımı veya doğum kontrol yöntemleri hakkında kendi kararlarını özgürce verebiliyor.
  • Dünyada bugün yaşayan yaklaşık 750 milyon kadın ve kız 18 yaşından önce evlendi veya evlendirildi.
  • Dünyada 200 milyon kadın ve kız çocuğuna kadın sünneti denilen işlem uygulandı.
  • Sadece 2017 yılında dünya çapında öldürülen iki kadından biri eşleri veya ailesi tarafından öldürüldü. Erkeklerin eşleri veya ailesi tarafından öldürülme oranı ise 20/1 olarak kayıtlara geçti.
  • Ayrıca Dünya çapındaki tüm insan ticareti mağdurlarının %71’ini kadınlar ve kızlar oluşturmaktadır. Bu kadın ve kızların 4’te 3’ü ise cinsel sömürüye uğramaktadır. (Özoğlu, 2019).

 TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Yasama Uzmanı Gökalp İzmir tarafından yayımlanan “Kadına Yönelik Şiddet ve Dünya Gerçeği” isimli rapora göre ise Avrupa’da kadınların en çok şiddet gördüğü ülkeler Danimarka, Finlandiya ve İsveç’tir. Bunun yanı sıra kadına yönelik şiddetin en az olduğu ülkelerin ise Polonya, Avusturya ve Hırvatistan olduğu görülmektedir. (Demir, 2016). Rapora göre Avrupa ülkelerinde 15 yaş ve üzeri kadınların yüzdesel olarak şiddete maruz kalma oranları ise şu şekilde:

Avusturya%20
Belçika%36
Bulgaristan%28
Kuzey Kıbrıs%22
Çek Cumhuriyeti%32
Almanya%35
Danimarka%52
Estonya%33
Yunanistan%25
İspanya%22
Finlandiya%47
Fransa%44
Hırvatistan%21
Macaristan%28
İrlanda%26
İtalya%27
Litvanya%31
Lüksemburg%38
Letonya%39
Malta%22
Hollanda%45
Polonya%19
Portekiz%24
Romanya%30
İsveç%46
Slovenya%22
Slovakya%34

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 Ayrıca, İngiltere’de 15 yaş ve üzeri kadınların şiddete maruz kalma oranının ise %44 olduğu görülmektedir.

 Bunlara ek olarak, Eurostat (Avrupa İstatistik Ofisi) istatistiklerine göre Fransa’da kadına yönelik şiddet konusunda son yıllarda artış gözlemlenmektedir. Verilere göre ülkede 2019 yılı içerisinde en az 130 kadın eski eşi ya da sevgilisi tarafından öldürülmüştür. Artan kadın cinayetleri sebebiyle de son zamanlarda ülkede kadınlar ayaklanmış ve çeşitli protestolar gerçekleştirilmiştir. Almanya’da da durum, Fransa’dan pek farklı bir tablo çizmemektedir. Ülkede son iki sene içerisinde taciz, tecavüz ve fuhuş gibi cinsel şiddete maruz kalan kadınların sayısının 114 binden fazla olduğu tespit edilmiştir. Aynı zamanda yayımlanan rakamlara göre, Almanya’da her üç günde, bir kadın öldürülmektedir. İtalya’da ise İtalyan Araştırma Enstitüsü tarafından açıklanan istatistiklere göre, son bir sene içerisinde 142 kadın cinayete kurban gitmiştir. Bunun yanı sıra, son beş senenin istatistiklerine bakıldığında 538 bin kadının eşleri tarafından cinsel ve fiziksel şiddete maruz kaldığı görülmektedir. 2021 yılı itibariyle Avrupa Birliği ile bağlarını tamamen kopartan Birleşik Krallığa baktığımızda ise kadın örgütleri, 2019 senesinde 90 kadının cinayete kurban gittiğini belirtmektedir. Birleşik Krallık içerisinde nüfusa oranla en çok kadın cinayeti işlendiği ülkenin ise 4.2’lik bir oranla Kuzey İrlanda olduğu görülmektedir. (Özoğlu, 2019).

 Avrupa’da durum genel hatlarıyla bu şekilde iken, Amerika’da da durum Avrupa’dan pek farklı bir tablo çizmemektedir. Amerikan Polis Teşkilatı tarafından yapılan bir araştırmada özellikle Orta Amerika ülkelerinin kadın cinayetleri konusunda yüksek rakamlara sahip olduğu görülmektedir. Bu bölgelerde kadına yönelik şiddetin daha yüksek olmasının nedenleri içerisinde ise ülkelerin gergin siyasi ortamı ve uyuşturucu kartellerinin de etkisi olduğu bilinmektedir. (Orçun, 2020). Bunun yanı sıra Thomson Reuters Vakfı aracılığıyla yayımlanan ve Birleşmiş Milletler Örgütüne üye ülkelerdeki kadın hakları uzmanları tarafından sağlık hizmetlerine ve ekonomik kaynaklara ulaşım, cinsel istismar, tecavüz, kadına yönelik şiddet ve insan kaçakçılığı gibi kriterler esas alınarak yapılan araştırmaya göre dünyanın kadınlar için en tehlikeli 10 ülkesi belirlenmiştir ve Amerika’nın da bu listede 10.sırada yer alarak, listedeki tek batılı devlet olduğu görülmektedir. Buna ek olarak kadına yönelik cinsel istismar sıralamasında ABD’nin Suriye ile aynı sıralamada olduğu da göze çarpmaktadır. Kadınlar için dünyanın en tehlikeli 10 ülkesi sıralaması ise şu şekilde: (Yıldız, 2018).

  1. Hindistan
  2. Afganistan
  3. Suriye
  4. Somali
  5. Arabistan
  6. Pakistan
  7. Kongo Cumhuriyeti
  8. Yemen
  9. Nijerya
  10. Amerika Birleşik Devletleri

 2019 yılı kasım ayında Birleşmiş Milletler kadın birimi tarafından, “Değişen Dünyada Aile” başlığıyla yayımlanan Dünya Kadın İlerleme Raporuna baktığımızda ise dünyada 2017’de işlenen kadın cinayetlerinin %60’a yakınının kadınların aile üyelerinden biri tarafından işlendiği ve dünya genelinde her gün 137 kadının aile fertlerinden biri tarafından öldürüldüğü görülmektedir. Rapora göre her üç kadından biri yakın bir aile ferdi ya da eşleri tarafından fiziksel ya da cinsel istismara uğramaktadır ve her on ülkeden sadece dördünde evlilik içi tecavüz suç olarak kabul edilmektedir. Kadınların kendilerini en güvende hissetmeleri gereken yer kendi evleri olması gerekirken, rapora göre 15-49 yaş arasındaki her 5 kadından biri eskiden ya da şu anda birlikte olduğu partneri tarafından fiziksel şiddet veya cinsel istismara uğramaktadır. (Celimli, 2019). Açıklanan istatistiksel verilerden de anlaşılacağı üzere, kadına yönelik şiddet konusu tüm toplumların sorunu olan ve acil olarak çözüm bekleyen önemli sosyal sorunların başında gelmektedir.

3.Kadına Yönelik Şiddet Konusunda Türkiye’nin Dünyadaki Konumu

 Türkiye’nin dünyadaki konumu, kadına yönelik şiddet konusunda Türkiye’nin durumunu anlayabilmemiz açısından önem teşkil etmektedir. Bu bağlamda Kadın, Barış ve Güvenlik Endeksi tarafından, kadınların güvenlik duygusu, adalete erişebilme durumu ve topluma katılımı gibi haklar göz önünde bulundurularak yapılan araştırmada Türkiye’nin 167 ülke içerisinden 114.sırada yer aldığı görülmektedir. Yine aynı araştırmaya göre dünyadaki ülkelerin %90’ında kadınlara yönelik negatif ayrımcılık yapan en az bir yasanın var olduğu belirtilmektedir. (Üren, 2019). Aynı zamanda OECD’nin 2019 senesinde yayınladığı “Tek Bakışta Toplum” adlı araştırma raporuna göre 37 OECD ülkesi içerisinde eşinden en az bir kez fiziksel veya duygusal şiddet gören kadın oranında Türkiye %38 ile birinci sırada yer almaktadır. Türkiye’nin hemen ardında ise %36 ile Amerika’nın olduğu görülmektedir. Rapora göre son bir yılda şiddet gören kadınların oranında da %11 ile yine Türkiye birinci sırada gelmektedir. Türkiye’yi %6,6’lık bir oranla ise Meksika takip etmektedir. (Sert, 2019). Bütün bu verilerden yola çıkarak, Türkiye’nin dünya genelinde kadın hakları ve kadına yönelik şiddet gibi konularda övünülecek bir konumda olmadığı görülmektedir. Buna ek olarak çeşitli ülkelerde kadınların Türkiye’deki kadınlardan çok daha kötü şartlarda yaşamlarını sürdürdükleri ve şiddetle daha fazla burun buruna geldikleri de verilerden anlaşılmaktadır. Türkiye’nin buradaki önceliğinin, “ne iyi ne kötü” olarak nitelendirebileceğimiz ortada duran konumunu, “iyi” konumuna yükseltmek için uğraşmak olması gerekmektedir.

4.Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet

 Tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de kadına yönelik şiddet yıllardır varlığını devam ettiren önemli bir toplumsal sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle son yıllarda ciddi bir şekilde artış göstermiştir. Türk toplumunda kadına yönelik şiddet sorununun, artık hem kadınların hem de erkeklerin tepki gösterdiği ve medyanın da gücüyle bu haberlerin görünürlüğünün artmasıyla birlikte, insanların tahammül sınırlarını zorlayan bir evreye ulaştığı görülmektedir. Kadir Has Üniversitesi tarafından yapılan ve 2016-2020 yıllarını kapsayan Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Algısı araştırmasında farklı illerde 6021 kişiye uygulanan anket çalışmalarının değerlendirilmesiyle, Türk toplumunda kadınların yaşadığı en büyük sorunun %66’lık oran ile şiddet olduğu saptanmıştır. 2019 senesinde %60 olan bu oranın, 2020 senesinde %6’lık bir artış göstererek, %66’ya çıktığı görülmektedir. Aynı zamanda araştırma sonucuna göre insanların aile içi şiddeti boşanma için gerekli bir sebep olarak görme oranı 2019 senesinde %74 iken, 2020 senesinde bu oranın %79’a yükseldiği görülmektedir. Buna ek olarak ailesinin dirlik ve düzeni için erkeğin zaman zaman şiddete başvurabileceğini savunanların oranı 2016 senesinde %14 iken, 2020 senesinde bu oranın %4’e gerilediği de görülmektedir. (Erkeç, 2020). Araştırma sonuçlarından da anlaşılacağı üzere, yıllar geçtikçe insanların kadına yönelik şiddet, ailede kadın ve erkeğin rolleri vb. gibi konularda bilinç düzeylerinin arttığı görülmektedir ancak kadına yönelik şiddet temelinde birçok nedeni barındıran komplike bir problem olduğu için yalnızca bilinç düzeyinin artması kadına yönelik şiddeti bitirebilmek için yeterli olamamaktadır ki bu sebeple kadına yönelik şiddet hala çözülmesi gereken bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bütün bunlara rağmen Türkiye’de kadına yönelik şiddet ile ilgili resim kurumlar tarafından yayımlanan güncel çalışmaların sayısı oldukça azdır. 2015 senesinde T.C Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının mali desteğiyle, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü tarafından yapılan “Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması” başlıklı rapora göre ülke genelinde evli olan kadınların %44’ü duygusal şiddet içeren davranışlardan en az bir tanesine maruz kalmışlardır. Aynı araştırma sonucuna göre evli kadınlar içerisinde en az bir kez fiziksel şiddete maruz kalanların oranı ise %36 olarak belirtilmektedir. Kadınların %12’si ise cinsel şiddete maruz kaldıklarını belirtmişler ve araştırma sonucuna göre cinsel şiddet ile fiziksel şiddetin çoğunlukla bir arada yaşandığı saptanmıştır. Öyle ki, eşleri tarafından hem cinsel hem de fiziksel şiddete maruz kalan kadınların oranının %38 olduğu görülmektedir. (HÜNEE, 2015). Bu araştırma sonucu evli olan kadınların verilerini yansıtmaktadır dolayısıyla sevgililik, nişanlılık gibi durumlar da dahil edildiğinde bu oranların çok daha yüksek olacağı bariz bir gerçekliktir. Bunun yanı sıra kadınlar yalnızca partnerleri tarafından değil, aynı zamanda birlikte yaşadığı aile üyeleri tarafından da şiddete maruz kalmaktadır. Türkiye’de bunun en çarpıcı örneği namus (töre) cinayetleri adı altında görülmektedir. Ataerkil kodların belki de en yoğun hissedildiği namus cinayetleri hem kadınları hem de erkekleri hayati açıdan tehdit etmektedir ancak kadınların büyük bir çoğunluğu oluşturduğu da bilinen bir gerçekliktir. Türkiye’de 2003-2007 yılları arasında 1.028 kadının namus cinayetine kurban gittiği bilinmektedir. (Ünkap, 2009).  Kadınların faillerinin ise çoğunlukla birinci ya da ikinci derece erkek akrabalar olduğu görülmektedir. Türkiye’de son yıllarda töre adı altında işlenen cinayetlerde bir düşüş yaşanmakla birlikte tam olarak bitmiş değildir ve kadınlar hala töre, namus gibi gerekçelerle öldürülmektedir.

 Bunun yanı sıra, araştırma oranlarına baktığımızda Türkiye’de kadınların en çok fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kaldığı görülmektedir. Psikolojik şiddet, kimi zaman kişinin kendisinin dahi maruz kaldığını anlayamadığı bir şiddet türü olması nedeniyle saptanması daha zor olabilmektedir ve bu sebeple fiziksel şiddete göre görünürlüğü daha azdır. Fiziksel şiddet içerisinde de şüphesiz ki en fazla karşı çıkılan durum, cinayettir. Türkiye’de kadına yönelik şiddetin en çok tepki çeken boyutu da kadın cinayetleridir ve her yıl giderek artış göstermektedir. Öyle ki 2017 yılında 409, 2018 yılında 440, 2019 yılında 474 kadın erkekler tarafından öldürülmüştür. Son olarak 2020 senesinde ise tam 300 kadının erkekler tarafından öldürüldüğü tespit edilmiştir ve 171 kadın da şüpheli bir şekilde ölü bulunmuştur. 300 kadının 97’si evli olduğu erkek, 54’ü birlikte olduğu erkek, 38’i tanıdık birisi, 21’i eskiden evli olduğu erkek, 17’si babası, 18’i oğlu, 8’i eskiden birlikte olduğu erkek, 16’sı akraba, 5’i kardeşi, 3’ü ise tanımadığı birisi tarafından öldürülmüş; 23 kadının ise faillerinin yakınlık durumu tespit edilememiştir. Oransal olarak baktığımızda ise 2020 yılında öldürülen kadınların %32’sinin evli oldukları erkek tarafından öldürüldüğü görülmektedir. Bu ölümlerin %56’sı ateşli silahlarla gerçekleştirilmiştir. Kadınların en çok öldürüldükleri yerin ise %60’lık bir oranla evleri olduğu tespit edilmiştir. (Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, 2021). Bu oranların yalnızca 2020 senesinde bu şekilde olmadığı da bilinmektedir. Türkiye Polis Akademisi Yayınları’nın 2016, 2017 ve 2018 senesindeki kadın cinayetlerini analiz ettiği ve üç seneyi kapsayan “Dünyada ve Türkiye’de Kadın Cinayetleri” adlı rapora göre öldürülen kadınların %52’si ateşli silahla öldürülmüştür ve bu silahların %84’ünün de ruhsatsız silahlar olduğu görülmektedir. Kadın cinayetlerinde cinayetin işlendiği mekanın %73’lük bir oranla evler olduğu tespit edilmiştir. Katillerin en fazla bulunduğu yaş aralığının ise %25 ile 26-35 yaş aralığı olduğu görülmektedir. Cinayete kurban giden kadınların medeni durumlarına bakacak olursak %58,5’inin evli, %16,3’ünün bekar, %16,1’inin boşanmış, %6,8’inin ise dul olduğu görülmektedir.

 Öldürülen kadınların eğitim durumlarına baktığımızda ise eğitim seviyesinin artması ile öldürülme oranının düşmesi açısından bir paralellik olduğu görülmektedir. İlkokul mezunu olan kadınların öldürülme oranı %46 iken, yüksek lisans veya doktora mezunu olan kadınların öldürülme oranı %0,4 olarak tespit edilmiştir. Diğer bir önemli veri ise Türkiye’de 66 yaş ve üstündeki kadınların psiko-sosyal sebeplerden ötürü ve en çok kan bağı olan kişiler tarafından öldürülmüş olmasıdır. Kadın cinayetlerinde failler kısmına baktığımızda ise faillerin %96,2’sini erkeklerin, %3,8’ini ise kadınların oluşturduğu tespit edilmiştir. Bu oran kadın cinayetlerinin esas nedeninin erkek şiddeti olduğunu açıkça gözler önüne sermektedir. Faillerin eğitim durumu ile cinayet işleme durumları arasında da bir ters orantı olduğu görülmektedir. İlkokul mezunu olan faillerin oranı %47 iken; üniversite mezunları %5,5, lisansüstü eğitim durumuna sahip olanların cinayet işleme oranı ise %0 olarak kayıtlara geçmiştir. Şüphelilerin medeni durumlarına baktığımızda da %63,7’sinin evli, %21,2’sinin bekar, %14,2’sinin boşanmış, %0,9’unun ise dul olduğu tespit edilmiştir. Bunlara ek olarak, en çok cinayet işlenen yaş aralığının da 26-45 yaş aralığı olduğu görülmektedir. Raporda görülen diğer bir önemli nokta ise faillerin maktullere yakınlık oranıdır. Kadınların eşleri veya sevgilileri tarafından öldürülme oranı %63,5, akrabalar tarafından öldürülme oranı %32, komşusu tarafından öldürülme oranı %1,7 ve arkadaş-tanıdık tarafından öldürülme oranı ise %0,8 olarak tespit edilmiştir. Türkiye’de cinayet işlenme nedenlerine baktığımız zaman ise %36,2 ile cinsel nedenler, %42,6 ile psikososyal nedenler, %13 ruhsal ve bedensel sağlık sorunları/madde kullanımı ve %7,7 ile de ekonomik nedenler karşımıza çıkmaktadır. (Taştan & Küçüker Yıldız, 2019:4-22). Bu oranlar incelendiğinde kadınların en çok evlerinde, evli/beraber oldukları erkek ve akrabaları tarafından öldürüldükleri görülmektedir.

 En çok tepki toplayan ve yankı uyandıran şiddet türü, kadına yönelik fiziksel şiddet/kadın cinayetleri ve cinsel şiddet olsa da kadınların her alanda çeşitli konularda büyük-küçük şiddete veya negatif ayrımcılığa maruz kaldığı görülmektedir. Örneğin Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2018 verilerinde Cinsiyet ve Eğitim Durumuna Göre Ortalama Çalışma Süreleri ve Aylık Ortalama Brüt Ücret tablosu incelediğinde, kadınların her eğitim seviyesinde eğitim durumları eşit olduğu halde erkeklerden daha az maaş aldıkları görülmektedir. Buna ek olarak TÜİK 2019 Yerel Yönetimlerde Erkek ve Kadın Oranı tablosu incelendiğinde de erkeklerde yerel yönetimde söz sahibi olma oranının en düşük %90 ve en yüksek %98,8 aralığında olduğu görülüyorken, kadınlarda bu oranın en düşük %0,6 ve en yüksek %11 olduğu görülmektedir. Bu oranların ataerkil toplum yapısının bir tezahürü olduğu ise görünen bir gerçekliktir. Bunlara ek olarak kadına yönelik şiddetin bir diğer boyutu olan çocuk gelin probleminde ise düşüş olduğu gözlemlenmektedir. Yine TÜİK verilerine göre 20-24 Yaş Grubunda 18 Yaşından Önce Evlenme Oranı tablosu incelendiğinde bu oranın 2010’da 8.2 iken, 2019’da 5.1’e gerilediği görülmektedir. Kısaca özetleyecek olursak, Türkiye’de kadınlar erkekler tarafından en çok fiziksel, duygusal ve cinsel şiddete maruz kalmaktadır. Bunun yanı sıra kadınlar hem yönetime katılım hem ekonomik kazanç hem de sosyal yaşam açısından daha zor şartlar altında yaşamlarını sürmekte ve erkekler kadar avantaj sahibi olamamaktadır. Elbette bütün bu durumların ardında birbirleriyle bağlantılı ve karışık birçok nedenin olduğu ise yadsınamaz gerçekliktir.

5.Kadına Yönelik Şiddetin Nedenleri

 Kadına yönelik şiddet temelinde birçok nedeni barındıran karmaşık bir problemdir. Bu nedenler ise şu şekilde sıralanabilir:

5.1.Biyolojik Nedenler

 Yapılan araştırmalara göre şiddet eğilimli davranışların beynin duygu/davranışlarını düzenleyen ve motivasyon, koku, uzun süreli hafıza gibi işlevleri içerisinde barındıran limbik sistem ile kulak arkamızda bulunan temporal lob ve beynin ön kısmında bulunan frontal lob ile ilişkisi olduğu saptanmıştır. Aynı zamanda uzmanlar tarafından seratonin metabolizmasının da şiddet davranışının ortaya çıkışında etkili olduğu belirtilmektedir. Araştırmalar sonucu canice cinayet işleyen kişilerin beyin omurilik sıvılarındaki hidroksi asit düzeylerinin, işlemeyenlere oranla daha düşük olduğu da tespit edilmiştir. Bunlara ek olarak kadına yönelik şiddetin genelde erkekler tarafından yapılması sebebiyle, en bilineni testosteron olan androjen adlı bir grup hormonun yüksek seviyede olmasının şiddet nedenlerinden biri olduğu düşünülebilmektedir ancak yapılan araştırmalar böyle bir ilişkinin olmadığını ortaya koymaktadır. (Subaşı & Akın, 2005).

5.2.Psikososyal Nedenler

 Kadına yönelik şiddetin nedenleri içerisinde temel belirleyicilerden biri, şüphesiz ki şiddet uygulayan erkeğin yetiştiği ve geliştiği ortamdır. Erkeklerin çocukluklarında şiddet görme durumları şiddet uygulayan bir yetişkin olma potansiyellerini de arttırmaktadır. Annesine veya diğer aile üyelerine şiddet uygulandığını gören ve sağlıklı bir psikolojik ortamda yetişmeyen bir çocuğun bu durumu, ilerdeki davranışlarını da olumsuz etkileyebilmektedir. Bunlara ek olarak iç dünyasında kendini yetersiz hissetme, psikolojik rahatsızlıklar ve iletişimsel faktörler de kadına yönelik şiddetin nedenleri arasında sayılmaktadır. (Subaşı & Akın, 2005).

5.3.Sosyokültürel Nedenler

 Ataerkil geleneğe bağlı olarak toplumdaki kişilerin erkeklerin saldırganlığını normal olarak karşılaması, erkeğin bir güç simgesi olarak görülmesi ve bencilce yetiştirilmesi, erkeğin fiziksel gücüne bağlı olarak kendini kadından daha üstün atfetmesi, aynı zamanda gelişen teknolojiyle medyanın rolünün de artmasıyla birlikte şiddet haberlerindeki dilin yanlış kullanımı; şiddet odaklı yapımların artması ve tüm bunların bir sonucu olarak da erkeğin kadın üzerinde her türlü hakkı kendinde görmesi vb. gibi durumlar kadın cinayetlerinin önemli toplumsal nedenleri olarak kabul edilmektedir. Bunun yanı sıra kadına şiddet konusunda yeterli hukuki yaptırımın uygulanmaması, politikacıların konuyla yeterince ilgilenmemesi vb. gibi yargıda ve siyasette olan açıklıklar ve eğitim durumunun düşüklüğü, refah seviyesinin düşüklüğü, işsizlik gibi ekonomik faktörlerin de kadına yönelik şiddetin nedenleri arasında olduğu bilinmektedir. (Subaşı & Akın, 2005).

 Bütün bu nedenlere ek olarak, alkol ve madde kullanımı da kadına yönelik şiddeti arttırıcı nedenler arasında görülmektedir. Alkol ve uyuşturucu kullanımı kişinin dürtü kontrolünü ve muhakeme yeteneğini zayıflatarak, kişiyi ne yaptığını bilmez bir duruma getirebilmektedir. Şiddet uygulayan erkekler genelde bu arttırıcı faktörlerin arkasına sığınarak bunları şiddete bir neden olarak gösterebilmektedir ancak bu maddelerin kullanımı şiddetin bir nedeni olamaz. Bunlar yalnızca şiddetin uygulanmasına dolaylı yoldan etki eden faktörlerdir. Alkol ve uyuşturucu gibi silahlar da kadına yönelik şiddeti arttıran nedenler arasındadır. Kadın cinayetlerinin yarısından fazlasının özellikle ruhsatsız olan silahlarla işlendiği, bilinen bir gerçekliktir.

 Şiddet eğilimli erkeklerin belli başlı özellikleri ise şu şekildedir:

  • Sinirli ruh hali ve düşük tolerans
  • Kendisine ve karşısındakine saygı duymama
  • Şiddeti sorunları çözmede bir çözüm aracı olarak görme
  • Aşırı kıskanç ruh hali
  • Tahammülsüzlük
  • Empati yoksunluğu
  • Kendini kadından üstün görme
  • Sürekli kendisine itaat bekleme
  • Sorumsuz ve kontrolcü olma

 Ayrıca geçmişinde ailevi sorunlar yaşayan, psikolojisi düzgün olmayan ve madde bağımlılığı olan erkeklerin daha çok şiddet faaliyetinde bulunduğu da bilinmektedir. Kısaca görüldüğü üzere kadına yönelik şiddet çok yönlü nedenleri ve boyutları olan bir sorundur, tek bir nedeni bulunmamaktadır. Kadına yönelik şiddetin bu kadar önemli bir toplumsal sorun olmasının temelinde ise istatistiksel verilerden de anlaşıldığı gibi kadınların en çok birlikte yaşadığı erkeklerce, aile bireyleri tarafından şiddete maruz kalmalarından kaynaklanmaktadır. Bu durum da karşımıza aile içi kadına yönelik şiddet kavramını çıkarmaktadır. Kadınların en çok ailelerinde şiddete maruz kalmaları, o aile içerisinde yaşayan çocukları da etkilemekte ve aile de toplumun temel yapı taşını oluşturduğu için kadına yönelik şiddetin toplumsal yansıması daha da önem kazanmaktadır.

 Aile içi kadına yönelik şiddet, aslında kadınların uzun yıllardan beri yaşadıkları ancak konuşulmaya çekinilen ve geleneklerle beslenen bir tabudur. Aile içerisinde şiddete maruz kalan kadın her şeyden önce bunun kaderi olduğunu varsaymakta veya tamamen kişisel bir sorun olarak görerek, kendisini suçlayabilmektedir. 1980’lerden beri süregelen kadın hareketleri sonucunda aile içi şiddetin görünürlüğü zamanla artmış ve kadınlar eskiye nazaran daha çok seslerini çıkartmaya başlamışlardır ancak çoğu kadın şiddeti açığa vurduğunda ve çevrelerinden, ailelerinden yardım istediklerinde bekledikleri yardımı görememektedir. Hatta bu tip durumlarda kadını suçlayarak, kocasının erkek olduğu için kendisini dövme hakkına sahip olduğunu savunan insanların var olduğu da bilinen bir gerçekliktir. Toplumun bilinçaltına yerleşmiş olan aile içi şiddeti kabullenen bu tutum, kadına yönelik şiddetin azalmamasına ve sürmesine sebep olmaktadır. (Ayman & Şenol, 2013). Herkes tarafından kabul edildiği üzere topluma faydalı, bilinçli ve sağlıklı bireylerin yetiştirilebilmesi için aile içindeki ilişkilerin dinamiği son derecede önemlidir. Bu sebeple aile içi kadına yönelik şiddet hem kadını hem de o ailede büyüyen çocukları ciddi anlamda etkilemektedir ve toplumun ruh sağlığı için de çözülmesi gereken, son derece önemli bir konudur. Hem aile içinde gerçekleşen kadına yönelik şiddetin hem de partner veya diğer erkekler tarafından gösterilen şiddetin kadınlar üzerinde ciddi olumsuz etkiler bıraktığı ise yadsınamaz bir gerçekliktir.

İlginizi Çekebilir: Kadınların Sınıfı Kitabı İncelemesi

6.Kadına Yönelik Şiddetin Sonuçları

 Kadına yönelik şiddet, olumsuz birçok sonuç doğurmaktadır. Her şeyden önce aileyi ve dolayısıyla toplumun yapısını zedelemektedir ancak toplumsal etkilerinden önce kadınlar ve şiddete maruz kalan çocuklarda bireysel bazda çok daha ciddi sonuçlar görülebilmektedir.

6.1.Şiddetin Kadınlar Üzerindeki Etkileri

  • Öğrenilmiş çaresizlik durumu
  • Yoğun bir şekilde korku ve panik duyma
  • Fiziksel zarar görme, yaralanma, sakat kalma
  • Yaşam hakkının elinden alınması
  • İntihar meylinin artması
  • Travma sonrası stres bozukluğu
  • Uyku problemleri
  • Sosyal yaşamdan soyutlanma
  • Cinsel yaşamda zorluklar
  • Yoğun bir şekilde öfke ve suçluluk duyma
  • Güvensizlik

Gibi durumlar olarak sıralamak mümkündür. (Kutluoğlu Karayel, 2019). Kadına yönelik şiddet özellikle aile içerisinde gerçekleştiğinde, çocuklar da bundan ciddi anlamda etkilenmektedir ve bu etki uzun süreli hale gelebilmektedir.

6.2.Şiddetin Çocuklar Üzerindeki Etkileri

  • Sürekli ağlama durumu
  • Sorumluluklardan kaçmak için mazeret uydurma
  • İnsanlardan kaçma ve güvensizlik
  • Artan saldırganlık
  • Dikkat ve odaklanma problemleri
  • Sosyal çevre ve iletişim sorunları yaşama
  • Okul başarısının ve isteğinin azalması
  • Bağlanma sorunları yaşama
  • Kaygı ve öfke problemi

Gibi durumlar olarak sıralamak mümkündür. (Bayındır, 2010:5-7).

 Kadına yönelik şiddet temelinde toplum yapısındaki ekonomik, sosyal, kültürel tüm faktörleri kapsar ancak şüphesiz ki düzeltilmesi şart olan ilk sorun, erkek egemen toplum yapısıdır. Toplumsal yapıda gerçekleşebilecek dönüşümler ancak yıllar içerisinde meydana gelebileceği için kadına yönelik şiddeti önleme konusunda farklı çözümler bulunması şart olmaktadır. Kısa vadede ise bu sorunun önüne ancak hukuki yaptırımlar ve devlet politikaları geçebilmektedir.

7.Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddetin Hukuki Boyutu

 Türkiye’de hukuki açıdan kadın hareketleri için ilk önemli adım, fuhuş yapan kadınlara tecavüz edilmesi durumunda ceza indirimi sağlayan 438.maddenin 1990 senesinde Türk Ceza Kanunundan çıkarılmasıyla olmuştur. Daha sonra belirli aralıklarla kadının dışarda çalışmasının kocanın iznine bağlanması, kadınların evlendikten sonra kendi soyadlarını kullanabilmesi gibi yasal düzenlemeler getirilmiştir. 1998’de Ailenin Korunmasına Dair Kanunun kabul edilmesiyle aile içi kadına şiddete yönelik bazı korumalar sağlanmış ve önlenmesinde önemli bir rol oynamıştır. 2002 senesinde yeni Türk Medeni Kanununun kabul edilmesiyle, eski Medeni Kanunda yer alan ve Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Yok Edilmesi Uluslararası Sözleşmesi’ne (CEDAW) uymayan ataerkil söylemler terk edilmiştir.[1] 2005’te yürürlüğe giren yeni ceza kanununda da kadınların yoğun çabasıyla eski kanundaki şiddet içeren maddeler değiştirilmiş ve tecavüzcüyle evlenmede cezanın ertelenmesi, töre cinayetlerinin nitelikli insan öldürülme olarak kabul edilmesi gibi önemli değişiklikler meydana gelmiştir. Bu yeni ceza kanunuyla özellikle kadına yönelik aile içi şiddet olağan bir durum olmaktan çıkıp, suç olarak kabul edilmiştir. 2006’da yayınlanan Başbakanlık Genelgesiyle de devlet tam anlamıyla kadın örgütlerini tanımış ve onların taleplerini kapsayacak adımlar atmıştır. (Altınay & Arat, 2008:27-30). Kısaca kadın dayanışma örgütlerinin de ciddi çabaları sonucunda Türkiye’de zaman içerisinde hukuki açıdan önemli değişikliklerin olduğu görülmektedir.

 Günümüz Türkiye’sinde ise kadın dayanışmasına destek veren ve bu amaçla kurulmuş STK’ların hukuki açıklıklardan ve yaptırımların yeterli olmamasından şikayet ettikleri görülmektedir. Örneğin Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu tarafından yapılan açıklamalara göre kadınlar en çok suçla karşılaştıktan sonra polis merkezlerinde sanıklar hakkında şikayetçi olmak istediklerinde, polislerin durumu yokuşa sürmelerinden şikayetlenmektedir. Süreç uzun süreceği için kolluk kuvvetlerinin ilgilenmeyip, kadını da sürece girmemesiyle ilgili ikna etmeye çalışıldığı belirtilmektedir. (Kadın Cinayetlerini Durduracağız, 2018).  Türkiye Büyük Millet Meclisi Kadın-Erkek fırsat eşitliği komisyonuna göre ise kadın cinayetlerinde faillerin %45’i haksız tahrik ve iyi hal indirimlerinden faydalanmaktadır. (Yeniçağ, 2019). Bunların yanı sıra saygı indirimi, kravat takma indirimi gibi indirimler sonucunda da katillerin davaların çoğunda indirim aldığı belirtilmektedir. Prof. Dr. Emre Kongar’ın da “Kadın Katiline İyi Hal İndirimi Ne Demek?” başlığıyla yayımlanan köşe yazısında bu konu üzerinde durduğu ve Şule Çet davasındaki zanlılara hem cinayet hem de nitelikli cinsel saldırı suçlarında iyi hal indirimi uygulanarak, ceza sürelerinin düşürülmesinin eleştirildiği görülmektedir.[2] Türkiye’de hukuksal yaptırımların, kadına yönelik şiddetin artmasının ve cezai indirimlerin bu kadar tartışıldığı bu süreç içerisinde önemli gündem maddelerinden birini de İstanbul Sözleşmesi oluşturmaktadır.

7.1.İstanbul Sözleşmesi

 İlk olarak İstanbul’da imzalandığı için İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen ve tam adı “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” olan sözleşmenin 1 Ağustos 2014 tarihinde 11 ülkede yürürlüğe girdiği bilinmektedir. Sözleşmenin en erken yürürlüğe girdiği ülkeler ise Türkiye, Arnavutluk, Andorra, Avusturya, Bosna Hersek, Danimarka, İtalya, Karadağ, Portekiz, Sırbistan ve İspanyadır. Avrupa Birliği de sözleşmeyi 2017 senesinde imzalamıştır ve sözleşme 2019 yılı itibarıyla 34 ülkede farklı zamanlarda onaylanmış ve yürürlüğe girmiştir. (Sade, 2020). Aynı zamanda Türkiye’nin toplamda 46 imzacısı bulunan sözleşmeyi ilk imzalayan ve onaylayan ülke olduğu da bilinmektedir. Türkiye tarafından herhangi bir maddesine çekince konulmayan sözleşme ilk olarak 2011 senesinde imzalanmış, 2012 senesinde meclis tarafından onaylanmış ve 2014 senesinde ise Türkiye’de yürürlüğe girmiştir. Türkiye’nin sözleşmeyi bu kadar çabuk kabul ederek süreçte aktif rol oynamasının esas nedeninin Nahide Opuz davası olduğu da bilinen nedenler arasındadır.[3] (Özgür, 2020). Opuz davasının sonuçlanmasıyla, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarihinde ilk kez bir devleti, kadın savcılığa başvurduğu halde devletin onu kocasından koruyamadığı gerekçesiyle 36.500 Euro para cezasına mahkum etmiştir.

[1] Ayrıca bkz: CEDAW Sözleşme Maddeleri

[2] Ayrıca bkz: “Katile, Üstelik de Kadın Katiline, ‘İyi Hal İndirimi’ Ne Demek?”

[3] Ayrıca bkz: “Türkiye, AİHM’de Kadını Korumadığı İçin Mahkum Olan İlk Ülke”

 Opuz Davası böylelikle Türkiye için İstanbul Sözleşmesi’nin önünü açan temel etken olmuştur. İstanbul Sözleşmesi aynı zamanda “toplumsal cinsiyet” kavramını açıklayan ilk uluslararası sözleşme olma özelliğiyle de ön plana çıkmaktadır. Sözleşme esasen, toplumsal cinsiyet kodları sebebiyle toplumun ve kişilerin kadınlara yönelik uyguladığı şiddetin üzerinde durmaktadır. Sözleşmenin temel dayanaklarından biri, kadına yönelik şiddetin bir ayrımcılık ve insan hakları ihlali olmasıdır. İstanbul Sözleşmesi aynı zamanda her türlü şiddet türü için önleme, koruma, kovuşturma ve destek politikaları gibi önemli dört temel yaklaşımı içeren ilk sözleşme olma niteliği de taşımaktadır. Sözleşmenin amaçları ise genel olarak şu şekildedir:

  • Kadınları her türlü şiddetten korumak
  • Kadına yönelik şiddet mağdurlarını korumak ve mağdurlara yardım edilmesi için politika ve tedbirler tasarlayarak, kapsamlı bir çerçeve oluşturmak
  • Kadın ve erkek arasındaki ayrımcılığı kaldırarak kadınlara eşit haklar tanımak
  • Kadına yönelik şiddeti azaltmak amacıyla uluslararası bağlantı sağlamak
  • Kadına yönelik şiddette devletin bütün kurumlarının iş birliği içinde olması ve bu konuda bütüncül bir politika yürütebilmek

(Cumhuriyet, 2020). Sözleşmeyi imzalayan devletlerin yükümlülüklerinin ise şu şekilde olduğu belirtilmektedir:

  • Toplumsal cinsiyet kavramına duyarlı, kapsayıcı ve eşgüdümlü politikalar uygulamak
  • Kadına yönelik şiddetle mücadele için yeterli düzeyde mali kaynak ayırmak
  • Kadına yönelik şiddetle mücadele için resmi bir eşgüdüm birimi oluşturmak
  • Kadına yönelik şiddet konusunda aktif olarak istatistiksel veriler toplamak, incelemek ve yayınlamak
  • Kadına yönelik şiddetin önlenmesi için toplumda zihniyet değişikliği sağlamak için uğraşmak

 İstanbul Sözleşmesi’nin bütün bu yükümlülükleri yapabilmesi için devletlere detaylı bir yol haritası çizdiği de bilinmektedir. (Sade, 2020). Türkiye sözleşmeyi ilk imzalayan ülke olmasına rağmen şu an sözleşmenin feshedilmesi gündemdedir. Türk toplumunun bu konu sebebiyle aslında ikiye ayrıldığı görülmektedir. Bir taraf, özellikle kadın dayanışması STK’ları da dahil, ısrarla sözleşmenin tam olarak uygulanması gerektiğinden ve 6284 Koruma Kanunu tam olarak uygulanmadığı için kadına yönelik şiddetin önüne geçilemediğinden bahsediyorken; diğer tarafın sözleşmenin içerisinde yer alan toplumsal cinsiyet kavramı, dini hassasiyetler, şiddet tanımının açık uçlu olması, Türk aile yapısını tehdit etmek, LGBT propagandası gibi nedenlerle sözleşmeye karşı çıktığı görülmektedir. Bu konuda siyasi alanda ise belli başlı zıtlıklar olduğu gözden kaçmamaktadır. Örneğin İktidar Genel Partisine mensup erkek milletvekillerinin sözleşmeye karşı çıktığı ve geri adım atılması gerektiğini savundukları görülüyorken, partiye mensup kadın milletvekillerinin ise sözleşmeden geri adım atılmasına karşı çıktığı görülmektedir. Sözleşmenin temel savlarından biri, hiçbir alanda bireylere ayrımcılık uygulanmamasıdır. Bu bağlamda, sözleşmede şiddet mağduru kişinin cinsel yöneliminin de ayrımcılık nedeni olarak ele alınmaması gerekliliği üzerinde durulmaktadır. Sözleşmeye karşı çıkanların temel dayanağını ise bu ilkenin oluşturduğu görülmektedir. Cinsel yönelim ve şiddet kavramlarına ek olarak Türkiye’nin 2008-2018 yılları arasında 51 vaka ile trans cinayetleri konusunda Avrupa’da birinci, dünya genelinde ise dokuzuncu sırada olduğu da görülmektedir. (Özgür, 2020). Sözleşmeye bu tip nedenlerle karşı çıkılması durumu ise yalnızca Türkiye’de görülmemektedir. Bulgaristan, Hırvatistan ve Macaristan da sözleşmenin eşcinselliği teşvik ettiği gerekçesiyle imzalarını geri çeken ülkeler arasında bulunmaktadır. Bunun yanı sıra Rusya ve Azerbaycan ise sözleşmeyi hiç imzalamamıştır. (Sade, 2020). Son olarak ise Polonya’daki muhafazakar iktidar partisinin, “Sözleşmenin kadına yönelik şiddetle mücadele hükümlerini kabul ediyoruz. Ancak ideolojik unsurları reddediyoruz. Biyolojik cinsiyete karşı sosyo-kültürel cinsiyet dayatılıyor” diyerek sözleşmeden geri adım attığı görülmektedir. (Sputnik Türkiye, 2020).

 Sözleşmeyi savunanların savunma nedenlerine bakacak olursak ise en başta sözleşmenin kapsamlı bir şekilde kadına yönelik ve aile içi şiddeti önleyen ciddi tedbirler barındırdığı için tam olarak uygulanmasını istedikleri görülmektedir. Savunanların üzerinde durdukları diğer bir önemli konu da sözleşmenin bütüncül politikalar uygulanmasını zorunlu hale getirmesidir. Sözleşmeye göre yasalarda veya uygulamada boşluklar olabilir ancak devlet şiddeti önlemek amacıyla elinden gelen her şeyi yapmak ve bu boşlukları kapatmak zorundadır. (Cebeci, 2020). Kısaca sözleşme, devletin şiddet konusundaki yükümlülüklerini arttırmakta ve çözüm için politikalar geliştirmesini kaçınılmaz bir hale getirmektedir. Sözleşmeyi savunan STK’lar ise genel olarak, toplumların kadınlara ve erkeklere yüklediği toplumsal cinsiyet rollerinin toplumdan topluma değiştiğini ve bu rollerin yeri geldiğinde kadınların şiddete uğraması için bir araç olarak kullanıldığını, İstanbul Sözleşmesi’nin de bu durumu ortadan kaldıracağını savunmaktadırlar. Sözleşmeyi savunanlar özellikle Ailenin Korunması ve Kadına Şiddetin Önlenmesine Dair 6284 No’lu Kanunun İstanbul Sözleşmesi çerçevesinde usulünce uygulanabileceğini ve uygulanmadığı için de kadına şiddetin gün geçtikçe artarak engellenemediğini belirtmektedirler. Bu kanun, koruyucu tedbir kararlarından ihbara; şiddet önleme ve izleme merkezlerinin (ŞÖNİM) kurulmasından eğitime kadar, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetle ilgili çok geniş kapsamlı maddeleri içerisinde barındırdığı için sözleşmenin savunucuları tarafından özellikle çok önemsenmektedir.[4]

 Bunlara ek olarak, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformuna yapılan başvurulara göre 2020 nisan ayında şiddete maruz kalan kadınların oranında %55 artış olduğu tespit edilmiştir. Yine en fazla şiddet oranı fiziksel şiddet olarak saptanırken, bu süreçte dijital şiddetin artmış olduğu da görülmektedir. (Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, 2020). Pandemi sürecine bağlı olarak kadınların ve erkeklerin evde daha çok vakit geçirmeleri sebebiyle kadına yönelik şiddette bu şekilde bir artış meydana gelmiştir ve bu yüzden özellikle son zamanlarda kadınların İstanbul Sözleşmesi’nin ve 6284’ün tam anlamıyla uygulanması için ciddi bir çaba gösterdiği görülmektedir. Gerekçeler her ne olursa olsun, kadına yönelik şiddetin savunulacak, görmezden gelinecek veyahut üstü örtülecek hiçbir tarafının olmadığı da unutulmaması gereken bir gerçekliktir. Şüphesiz ki hukuki gelişmelerin ve uygulanacak politikaların da bu bağlamda gerçekleştirilmesi gerekmektedir.

[4] Ayrıca bkz: “6284 Koruma Kanunu” 

Sonuç ve Değerlendirme

 Sonuç olarak, şiddetin asırlardır varlığını devam ettiren bir olgu olduğu ve geçmişten bu yana şiddetten esas mağdur olanların da kadınlar olduğu görülmektedir. Temelde fiziksel, psikolojik, cinsel ve ekonomik olmak üzere dört türü olan şiddetin; gelişen teknoloji ve değişen toplumsal yapı ile dijital şiddet, ısrarlı takip, flört şiddeti gibi yeni türlerinden de bahsedilmektedir. Bu şiddet türlerinin dünyadaki tüm kadınları etkilediği de bilinen bir sosyal gerçekliktir. İster gelişmiş birinci dünya ülkeleri olsun, ister gelişmekte olan üçüncü dünya ülkeleri olsun, tüm toplumlarda kadınların şiddetle burun buruna geldiği ve bu şiddetin yarısından fazlasının kadınların yakınları olan, aileleri tarafından gerçekleştirildiği görülmektedir. Dünyadaki tüm ülkeler gibi Türkiye’de de kadına yönelik şiddet çözüm bekleyen bir sosyal sorun olarak sürekli kendisini hatırlatmaktadır. Dünya genelinde kadına yönelik şiddet konusunda Türkiye’den çok daha iyi durumda olan ülkeler olduğu gibi çok daha kötü durumda olan ülkelerin de var olduğu bilinmektedir. Türkiye’de özellikle son yıllarda kadına yönelik şiddet konusunda toplumsal bilincin arttığı gözlemlenmektedir ancak kadına yönelik şiddetin engellenmesi için bu bilinç tek başına yeterli olamamaktadır çünkü kadına yönelik şiddet, altında birçok bireysel ve toplumsal nedeni barındıran karmaşık bir problemdir. Bu şiddetin engellenebilmesi için ise ilk olarak altında yatan nedenlerin iyice araştırılıp, bu nedenleri esas doğuran faktörlerin ortadan kaldırılması gerekmektedir. Bu bağlamda kadına yönelik şiddetin biyolojik, psikososyal, sosyokültürel ve sosyoekonomik nedenlerden kaynaklandığı görülmektedir. Türkiye’de de kadınların en çok maruz kaldığı şiddet türlerinin fiziksel ve psikolojik şiddet olduğu bilinmektedir. Fiziksel ve cinsel şiddetin, psikolojik şiddete oranla görünürlükleri daha çok olduğu için bu şiddetler toplum tarafından daha çok tepki toplamaktadır. Fiziksel şiddetin en uç noktalarından biri olan kadın cinayetleri ise Türkiye’nin kanayan yarası haline gelmiş bir sorundur ve kabuk tutmasına da izin verilmemektedir. Türkiye’de neredeyse her gün kadınların erkekler tarafından katledildiğine yönelik haberlere şahit olunmaktadır. Bunun yanı sıra, kadınların en çok sevgilileri, nişanlıları, eşleri, eski eşleri, aile üyelerindeki herhangi bir erkek veya akrabaları tarafından öldürüldüğü görülmektedir. Aynı zamanda kadınların en çok aslında en güvende hissetmeleri gereken yer olan evlerinde öldürülmeleri de bu konunun önemini ortaya koymaktadır. Kadınların en çok aile üyeleri tarafından şiddete maruz kalması aile içi kadına yönelik şiddet kavramını karşımıza çıkarmaktadır. Kadına yönelik her türlü şiddetin kadınlar üzerinde ciddi fiziksel ve psikolojik etkilerinin olduğu da bilinen bir gerçekliktir ancak aile içi kadına yönelik şiddet, sistematik bir şekilde devam etmesi daha kolay olduğu için kadınlar üzerinde daha ciddi ve kalıcı etkiler bırakabilmektedir. Aile içi kadına yönelik şiddetten tek etkilenen kadınlar değildir, yapılan araştırmalara göre evde yaşayan ve şiddete tanıklık eden çocukların da bu durum nedeniyle hem sosyal hayatında hem de okul hayatında sıkıntılar yaşadığı ve psikolojik olarak zarar gördükleri tespit edilmiştir. Burada yine kadına yönelik şiddetin ne kadar ciddi bir toplumsal sorun olduğu gerçeğiyle karşılaşılmaktadır çünkü aile, toplumun temel yapı taşını oluşturmaktadır ve sağlıksız bir aile ortamı, neticesinde sağlıksız bir toplumu doğurmaktadır. Kadına yönelik şiddeti önlemek ve azaltmak için ise toplumda hem erkeklerin hem de kadınların eğitim ve bilinç seviyesi arttırılmalı, devlet tarafından özellikle doğudaki kadınların ve kız çocuklarının eğitimde fırsat eşitliği doğrultusunda iyi bir eğitim süreci geçirmeleri sağlanmalıdır. Kadına yönelik şiddetin hem erkekler hem de kadınlar tarafından hoş görülmediği bir ortam yaratılmalı, mağdur olan kadınların güvenliği hem devlet hem de STK’lar tarafından tam anlamıyla sağlanmalıdır. Kadınlar bireysel hakları konusunda bilinçlendirilmelidir çünkü; kadınların, bu gelenek ve görenekle birlikte kalıplaşmış bazı ataerkil kültürel kodların etkisinden ancak bireysel bir bilinç ile kurtulabilecekleri görünen bir gerçekliktir. Kadın haklarıyla ilgili kurulan STK’lara devlet tarafından verilen fon desteği arttırılmalı, kadını aşağılayan, güçsüz gösteren, imajını zedeleyen ve kabadayılığı; adam dövmeyi-öldürmeyi, “maçoluğu” empoze eden her türlü yayının önü kesilmeli, silahlanma konusunda insanlar bilinçlendirilmeli ve denetimi sağlanmalıdır çünkü kadınların en çok ruhsatsız ateşli silahlarla öldürüldüğü bilinmektedir. Okullarda da cinsiyet ve kadına yönelik şiddet konusunda öğrencilerin bilgilendirilmesi ve bu konudaki bilinç düzeylerinin arttırılması toplum için son derece önemlidir. Bunun yanı sıra bu çözümlerin çoğu, toplumsal bir dönüşüm isteyen çözümlerdir ve bu dönüşümün birdenbire olması imkansızdır. Ayrıca kadına yönelik şiddetin azalması sadece toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasıyla veya bilinçlenmeyle gerçekleşebilecek bir durum da değildir. Örneğin Norveç, Danimarka, Finlandiya ve İsveç’te toplumsal cinsiyet eşitliği çok gelişmiş olmasına rağmen bu ülkelerde kadına yönelik şiddetin, özellikle cinsel saldırı ve tecavüzün yüksek oranlarda olduğu ve önüne geçilemediği bilinmektedir. Yapılan araştırmalara göre ise dört ülkede de bunun temel nedeninin hukuk sistemindeki ve yaptırımlardaki yetersizlik olduğu görülmektedir. Bu açıdan aslında kadına yönelik şiddetin ve özellikle kadın cinayetlerinin önlenmesinde hukukun ve cezaların caydırıcılığının ayrı bir önemi olduğu da görülmektedir. Türkiye’de de bu bağlamda İstanbul Sözleşmesi son zamanlarda gündemi sıkça meşgul etmektedir. LGBT hakları, Türk aile yapısını bozmak, şiddet tanımı, dini hassasiyetler gibi nedenlerle sözleşmeye karşı çıkan çok insan olduğu gibi, maddelerin bütüncül politika amacı gütmesi; kadına yönelik şiddet ile ilgili ciddi tedbirler içermesi, devletin kadına yönelik şiddetle ilgili yükümlülüklerinin artması, toplumsal cinsiyet rolleri bağlamında kadını eşit seviyede görmesi nedeniyle sözleşmeyi savunanların da çoğunlukta olduğu bilinmektedir. Sonuç olarak, kadına yönelik şiddet devletin tüm kurumlarının eşgüdümle hareket ederek, hukuki ve politik önlemlerle, aynı zamanda toplumsal bir bilinç de oluşturularak aşılması gereken çok önemli bir toplumsal sorundur. Bir an önce çözüme kavuşturulması gerekmektedir çünkü Türkiye’de son 4 yılda her sene 400’den fazla kadının öldürüldüğü, acı bir tablo olarak karşımıza çıkmaktadır.

KAYNAKÇA 
  • Altınay, A. & Arat, Y. (2008). Türkiye’de kadına yönelik şiddet. Metis Yayınları.
  • Ayman, Z. & Şenol, N. (2013). Kadına yönelik aile içi şiddetin nedenleri, sonuçları ve alınacak önlemler. T.C İçişleri Bakanlığı Jandarma Genel Komutanlığı. https://vatandas.jandarma.gov.tr/KYSOP/uzaktan_egitim/Documents/2%20KYAIS.pdf
  • Bayındır, N. (2010). Aile içinde yaşanan şiddete karşı çocuğun gösterdiği tepkiler. Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2(2).
  • Cebeci, B. (2020, 24 Temmuz). İstanbul Sözleşmesi: Kim neden savunuyor, kim neden karşı?. Sözcü. https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/istanbul-sozlesmesi-kim-neden-savunuyor-kim-neden-karsi-5949818/
  •  Celimli, K. (2019, 23 Ağustos). BM Raporu: Kadınlar için en tehlikeli yer kendi evleri. Euronews. https://tr.euronews.com/2019/08/23/bm-raporu-kadinlar-icin-en-tehlikeli-yer-kendi-evleri-kadn-haklar-tecavuz
  • Cumhuriyet (2020, 21 Temmuz). İstanbul Sözleşmesi nedir?. https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/istanbul-sozlesmesi-nedir-1752981
  • Dişsiz, M., & Hotun Şahin, N. (2008). Evrensel bir kadın sağlığı sorunu: Kadına yönelik şiddet. Maltepe Üniversitesi Hemşirelik Bilim ve Sanat Dergisi, 1(1).
  • Erkeç, A. (2020, 10 Mart). Türkiye’de kadınların toplum içinde yaşadığı en büyük sorun ‘şiddet’. Anadolu Ajansı. https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/turkiyede-kadinlarin-toplum-icinde-yasadigi-en-buyuk-sorun-siddet/1760601
  • Güleç, H., Topaloğlu, M., Ünsal, D., & Altıntaş, M. (2012). Bir kısır döngü olarak şiddet. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar Dergisi, 4(1).
  • Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu (2018, 12 Kasım). 2018 Ocak-Kasım Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Davaları Yargıda Cinsiyetçilik Raporu. http://kadincinayetlerinidurduracagiz.net/davalarimiz/2865/2018-ocak-kasim-kadin-cinayetlerini-durduracagiz-platformu-davalari-yargida-cinsiyetcilik-raporu
  • Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu (2021, 2 Ocak). Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu 2020 Raporu. http://kadincinayetlerinidurduracagiz.net/veriler/2947/kadin-cinayetlerini-durduracagiz-platformu-2020-raporu
  • Kutluoğlu Karayel, A.H. (2019, 11 Şubat). Kadına yönelik şiddet. İNSAMER. https://insamer.com/tr/kadina-yonelik-siddet_1996.html
  • Orçun, B. (2020, 14 Temmuz). Kadına yönelik şiddet küresel bir sorun, rakamlar ürkütücü boyutlarda. Habertürk. https://www.haberturk.com/kadina-yonelik-siddet-kuresel-bir-sorun-rakamlar-urkutucu-boyutlarda-2742842
  • Özgür, E. (2020, 13 Mayıs). İstanbul Sözleşmesi hakkındaki efsaneler ve gerçekler. Teyit. https://teyit.org/istanbul-sozlesmesi-hakkindaki-efsaneler-ve-gercekler
  • Özoğlu, M. (2019, 25 Kasım). Kadına şiddet Avrupa’da da artış gösteriyor: Şiddetin coğrafyası yok. Euronews. https://tr.euronews.com/2019/11/25/kadina-siddet-avrupa-da-da-artis-gosteriyor-siddetin-cografyasi-yok
  • Pusa, Ş. (2020, 26 Mayıs). Şiddet nedir, şiddet türleri nelerdir?. Proaktif Psikoloji. https://proaktifpsikoloji.com/siddet-nedir-siddet-turleri-nelerdir/
  • Sade, G. (2020, 25 Kasım). Kadına yönelik şiddete karşı mücadele günü: İstanbul Sözleşmesi’nin yükümlülüklerine uyuluyor mu?. Euronews. https://tr.euronews.com/2020/11/25/istanbul-sozlesmesi-nedir-turkiye-yukumluluklerini-yerine-getiriyor-mu-kadin-haklari
  • Sade, G. (2020, 4 Ağustos). İstanbul Sözleşmesi’ni imzalayan ve onaylayan ülkeler hangileri?. Euronews. https://tr.euronews.com/2020/08/04/istanbul-sozlesmesi-ni-imzalayan-ve-onaylayan-ulkeler-hangileri
  • Sert, N. (2019, 27 Kasım). Kadına şiddette Türkiye ilk sırada. Habertürk. https://www.haberturk.com/kadina-siddette-turkiye-ilk-sirada-2543430-ekonomi
  • Sputnik Türkiye (2020, 26 Temmuz). İstanbul Sözleşmesi’nden çekileceğini açıklayan Polonya’da protesto gösterileri. https://tr.sputniknews.com/avrupa/202007261042529905-istanbul-sozlesmesinden-cekilecegini-aciklayan-polonyada-protesto-gosterileri/
  • Subaşı, N. & Akın, A. (2005). Kadına yönelik şiddet: Nedenleri ve sonuçları. Hüksam. http://www.huksam.hacettepe.edu.tr/Turkce/SayfaDosya/kadina_yon_siddet.pdf
  • Taştan, C. & Küçüker Yıldız, A. (2019). Dünyada ve Türkiye’de kadın cinayetleri. Polis Akademisi Yayınları, 21(68).
  •  TÜİK (2020, 03 Aralık). Cinsiyet ve eğitim durumuna göre ortalama çalışma süreleri ve aylık ortalama brüt ücret. https://data.tuik.gov.tr/Kategori/GetKategori?p=istihdam-issizlik-ve-ucret-108&dil=1
  • TÜİK (2020, 15 Nisan). 20-24 yaş grubunda olup 18 yaşından önce evlenen bireylerin oranı. https://data.tuik.gov.tr/Kategori/GetKategori?p=Nufus-ve-Demografi-109
  • Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) (2020, 02 Ekim). Yerel yönetimlerde erkek ve kadın oranı. https://data.tuik.gov.tr/Search/Search?text=kad%C4%B1n&dil=1
  • Ünkap, Ö. (2009). Türkiye’de namus adına işlenen cinayetler: Mücadele ve kazanımlar kamer örneği [Yayınlanmamış yüksek lisans tezi]. İstanbul Üniversitesi.
  • Üren, Ç. (2019, 16 Ekim). Kadın olmak için en iyi ve en kötü ülkeler açıklandı: Türkiye 114.sırada. Independent Türkçe. https://indyturk.com/node/81511/yaşam/kadın-olmak-için-en-iyi-ve-en-kötü-ülkeler-açıklandı-türkiye-114-sırada
  • Yazdıç Demir, E. (2016, 04 Ocak). AB’de kadına yönelik şiddette Danimarka ilk sırada. Habertürk. https://www.haberturk.com/dunya/haber/1175929-abde-kadina-siddette-danimarka-ilk-sirada
  • Yeniçağ (2019, 27 Ağustos). Kadın cinayetlerinde ‘tahrik ve iyi hal indirimi’ detayı. https://www.yenicaggazetesi.com.tr/kadin-cinayetlerinde-tahrik-ve-iyi-hal-indirimi-detayi-246859h.htm
  • Yıldız, Z. (2018, 26 Haziran). Kadınlar için dünyanın en tehlikeli ülkeleri listesi: ABD, cinsel taciz ve şiddet bakımından Suriye kadar tehlikeli. Euronews. https://tr.euronews.com/2018/06/26/kadinlar-icin-dunyanin-en-tehlikeli-ulkeleri-listesinde-abd-de-var
  • Yüksel Kaptanoğlu, İ. Çavlin, A. & Akadlı Ergöçmen, B. (2015). Türkiye’de kadına yönelik aile içi şiddet araştırması. Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü. http://www.hips.hacettepe.edu.tr/siddet2014/rapor/KKSA-TRAnaRaporKitap26Mart.pdf

Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Sosyoloji Yüksek Lisans öğrencisiyim, aynı zamanda Üsküdar Üniversitesi'nde Aile Danışmanlığı eğitimi görmekteyim. Araştırdığım ve üzerinde çalıştığım konulardan herkesin istifade edebilmesi temel gayem. Unutmayalım, bilgi paylaştıkça güzeldir. ✌

Yazarın Profili

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yorumlar (1)

  1. Merhaba, yazınızı okudum ve bir kaç noktada eleştirilerim olacak..
    Kadına yönelik şiddette ciddi bir artış olduğu iddiasını tekrar ediyorsunuz. Ancak istatistik insanların kendi gerçekleri sayılara söylemeyi de mümkün kılan bir disiplindir. Yani tanım ile oran birbirine bağlıdır. Aynı hayatı paylaşan eşlerin birbirlerinden talepleri olması ve bu taleplerin diğerinde bir karşılığının olması gerektiğine inanıyorum. Yazınıza dair ilk eleştirim buradan olacak. Şiddetin çeşitleri ve tanımını aldığınız kaynak şiddetin tanımını çok basit insani taleplere ve karşılıklı güven göstergelerine kadar indirmiş ve böyle bir durumda elbette şiddet oranları yükselecektir. Tanımı fiziksel zarar, sözlü şiddet ve cinsel zorlamaya indirirseniz bu oran büyük oranda düşecektir ve gerçeklik değişecektir. İkinci husus ise kadına yönelik şiddette toplumsal cinsiyetin ve geleneğin doğrudan hedef tahtasına konulmasını sebep olacak herhangi bir bilimsel veriye sahip değiliz. Sadece kişilerin yorumları.. Ancak alkol ve madde bağımlılığı ve psikolojik rahatsızlıklar ile kadinalrin maruz kaldığı şiddet arasındaki korelasyonu görmezden gelmek bilimsel bir tutum değildir. Çeşitli araştırmalar kadına şiddet uygulayan erkeklerin %90’inin alkol kullandığını ortaya koymaktadır. Madde alkol bağımlılığı/kullanımı ve psikolojik rahatsızlıkları şiddetin sebepleri arasında saymamanız popüler söylemi tekrar etmeyi (bence) tercih ettiğinizi gösteriyor. İstanbul sözleşmesinin taraftarı olan ve onu diğer ülkelere dayatan Avrupa ülkelerinde kadına şiddet oranının her gecem gün artışta olması bu sözleşmeden çekilen veya çekilmek isteyen (Türkiye,Polonya vb) onlara kıyasla çok daha düşük olması popüler söylemin temellerini ciddi olarak sarsmaktadır. Kanaatimce şiddet problemine dair çözüm ortaya koymak yahut diğer ülkelere birşeyleri sunmak yahut çözümü ararken buraları da dikkate almak gereklidir.. buradan hareketle geleneği, değerleri ve cinsiyeti şeytanlastirarak refuse eden söylemin popüler olduğu kadar ergen de bir soylem olduğunu söyleyebiliriz(yanlış anlamayın kutsanmalı da demiyorum).. son olarak kişisel kanaatim şiddeti ve cinayeti, şiddet ve cinayet olmaktan çıkartıp kadın merkezinde yeni bir kategori oluşturmak gerçekliğin önüne perde çekme ihtimali bulunan bir girişimdir. Bu şekilde bir kategoriden hareketle yapılacak her yorum bu kategoriyi ortaya atan ideolojik veya akademik grubun istediği doğrultuda olacaktır… Başarılar dilerim..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir