Weber’e göre sosyolojinin temel inceleme birimi toplumsal eylemdir ve sosyoloji toplumsal eylemleri anlayarak yorumlayan bu eylemleri kendi süreç ve etkileri açısından nedensel olarak açıklamak isteyen bir bilim dalıdır. Ancak Weber’e göre sosyolojinin temel konusu her türlü eylem değil sadece içgüdüsel nitelik taşımayan toplumsal eylemlerdir. Yani bir eylemin toplumsal eylem olabilmesi için temeli tekil tarihsel olaylara dayalı olmalı ya da bireyin bu eyleme yüklediği anlam diğer bireylerin geçmişteki, şimdiki veya gelecekteki davranışları ile ilişkisi olması gerekmektedir. Weber’e göre sosyoloji ancak böyle bir bakış açısı kullanılarak toplumsal olaylar arası ilişkileri ortaya koyabilecektir.
Weber, toplumsal eylemi analiz etmek için dört toplumsal eylem tipi tanımlamıştır. Bu eylem tipleri şunlardır: geleneksel, duygusal, bir değere yönelik akılcı eylem ve amaca yönelik rasyonel eylem. ‘’Amaçsal-akılcı eylem, örneğin bir tüccarın salı para kazanmaya yönelik bir amaçla, rasyonel bir biçimde eylemesinde kendisini gösterir. Bunun gibi, bir bürokratik hiyerarşi içinde, âmir ve memurların eylemleri (belli bir hizmet amacına yönelik olduğu sürece) salt rasyonel bir özellik gösterir. Değersel-akılcı eylem ise, örneğin bir askerî birlik komutanının, saldırı sırasında birliğinin önünde savaşmasında görülebilir. Burada komutan, belki de öleceğini bilerek, birliğinin ardında kalmayı örneğin, “onursuzluk” veya “aşağılatıcı bir şey” saydığı için değere bağlı rasyonel bir eylemde bulunmaktadır. Duygusal eylem, kıskançlık, öfke, korku, hiddet gibi duygulara bağlı, yani duygusal (emotional) kökenli olabileceği gibi, tanrıya vecd içinde yakarış veya mistik bir kendinden geçişte olduğu gibi bir yüceltme ediminde de kendini gösterebilir. Geleneksel eylem günlük alışkanlıkların, örf ve âdetlerin motivasyonu altında yapılan, rutinleşmiş bir eylemdir; selâmlaşma, el sıkışma , v.b. gibi.’’(Özlem,1990:152-153)
Weber sosyolojisinin merkezinde en önemli kavram olarak yer alan rasyonalite ,toplumsal aktörlerin kişisel olmayan ilişkiler bağlamında çevrelerindeki dünya üzerinde daha fazla denetim kurmak için bilgiye giderek daha çok başvurmaları şeklinde tanımlanabilir. Rasyonalite Weber’in çalışmalarının ana temasını oluşturmaktadır. Weber sosyolojik analizinde her ne kadar toplumsal eylem, bireycilik ve öznelliği öne çıkarmış olsa da aynı zamanda bürokrasi kavramını da üretmiştir. Bürokrasi her biri uzmanlaşmış bir işlevi yerine getiren, çok sayıda birey arasındaki iş birliğinin sürekli örgütlenmesi olarak tanımlanabilir.
Weber doğa ve sosyal bilimleri pozitivist düşünürlerin aksine birbirinden farklı olarak değerlendirmektedir. Ona göre bu fark kullanılan araştırma yöntemlerinden değil araştırmayı yapan bilim insanının amaçlarının ve ilgilerinin farklı olmasından kaynaklanır. Yani Weber’e göre konusu ne olursa olsun sosyal bilimlerin ve doğa bilimleri yöntemi soyutlama ve genelleme olmakla birlikte bilim insanının ilgisini çeken ve araştırmayı amaçladığı özel bir sorun o araştırmacının değerleri ve ilgisine bağlıdır. Weber’in sosyoloji anlayışının önemli unsurlarından biride sosyolojik araştırma sürecinin değer yargılarından arınmasıdır. Sosyal bilimlerde kullanılan kavramların değer yargılarından arınmamış olduğunu düşünen Weber’e göre aynı kavrama çok farklı anlamlar verilebilmektedir. Weber bundan kurtulmak için ‘ideal tip’ olarak ifade edilen yöntemsel aracı kullanmaktadır. Değer yargılarından arınmış ve din, ahlak gibi belli değerler sistemini taklit etmeyen ideal tipler soyut ve kavramsal niteliğe sahip özellikleri ile gerçek toplumsal yaşamda gözlenen somut olgunun karşılaştırılmasını yaparak benzerlikler saptamakta ve farklılıkların nedenlerini araştırmaktadır.
Weber’e göre sosyoloji temeli tekil olaylara dayalı olan bir bilimdir ve bu anlayışla toplumsal olaylar arasındaki ilişkileri ortaya koyabilmesi için ‘ideal tipsel’ nitelikte kavramlar oluşturması gerekmektedir. ‘’Kapitalizm, en az bir kaç yüzyıllık bir tarihsel dönem için kurulmuş, anlam içeriği son derecede yoğun bir tarihsel ideal tip kavramıdır. Bir defalık bir tarihsel olgu veya süreç olarak “kapitalizm” in doğuşunu ve gelişimini tüm motiflerine dayanarak anlamak olanaksızdır. Yapılabilecek olan şey, “kapitalizm “in doğuş ve gelişiminde bize önemli görünen motiflere dayalı bir “kapitalizm” kavramı (“kapitalizm” in ideal tipi) kurmaktır.’’(Özlem,1990:144)
Weber’in önemli ideal tiplerinden biri de egemen tipolojisidir. Weber geleneksel, karizmatik ,yasal ussal olmak üzere üç otorite tipinden söz etmektedir. Geleneksel otorite, meşruluğunu gelenekten almaktadır. Kanunlar yerine efendilere itaat edilir. Karizmatik otorite meşruluğunu lider kişinin kişisel sıfatlarından, kutsallığından ve kahramanlık gücü gibi özelliklerinden alır. Yasal ussal otorite ise meşruluğu akılcı ilkelere göre oluşturulmuş kanunlara dayanmaktadır.
Weber kapitalizmin tarihsel oluşumuna bakarken yöntemsel olarak bireylerin toplumsal eylemlerine yükledikleri anlama bakmaktadır. Bireylerin ekonomik tutum ve davranışları üzerinde etkili olan dinsel motifleri ortaya çıkarmaya çalışan Weber’e göre Avrupa da Protestanlar ve özellikle bazı mezhepler ekonomik bakımdan önemli düzeyde bir servete sahiptirler. Bu sebeple kapitalizmin bir yaşam biçimi olarak kurulmasında Protestan ahlakın etkili olduğunu yani bireylerin toplumsal eylemlerine bu ahlaki motiflerin aracılık ettiğini savunmaktadır.
Sınıf ve tabakalaşmayla ilgili önemli teorilerden birini geliştiren Weber toplumsal tabakalaşma teorisinde sınıf ,statü ve parti olarak tanımladığı oluşumları kapsayan bir tabakalaşma yapısından söz eder. Bu teori modern toplumda tabakalaşma olgusu ,ekonomik düzeyde temel sınıf toplumsal onur hiyerarşisi düzeyinde statü ve siyasal düzeyde parti temelinde açıklanmaktadır. Weber tabakalaşma teorinde sınıf kavramını Marx’tan önemli ölçüde farklı bir çerçevede tanımlar. Marx’ın teorisinde sınıflar üretim araçlarının mülkiyetine sahip olma ya da sahip olmama şeklinde bir ekonomik kritere göre belirlenirken Weber’in teorisinde sınıflar mülkiyetin yanı sıra mülkiyet dışında kalan beceri, eğitim bilgi ve benzeri bireylerin piyasaya sunduğu çeşitli nitelikteki ekonomik faktörlere göre belirlenmiştir. Bu açıdan bakıldığında Marx’ta sınıf konumu üretim araçlarının mülkiyeti karşısındaki konumla eşdeğer iken Weber’de sınıf konumu piyasa konumu ile eş değer olarak belirlenmektedir. Weber’e göre toplumsal statü kişilere toplumsal konumuna yönelik pozitif ve negatif bir ayrıcalık tanınmasıdır. Bu bağlamda sınıf temelli tabakalaşma üretim ve ülke ilişkilerine dayanırken statü temelli tabakalaşma ise yaşam tarzlarını temsil eden tüketim biçimlerine göre şekillenmektedir. Ortak amaçları olan insanların bir araya geldiği yapılar olarak tanımlanan parti toplum içinde gücü yansıtan önemli bir yapıdır. Weber statü ve partilerin bireylerin ve grupların ekonomik koşullarını ciddi düzeyde etkilediğini belirtir.
Simmel Weber’in aksine sosyolojinin konusunun toplumsal etkileşim olduğunu düşünmektedir. Simmel’e göre toplum etkileşimle birbirbirine bağlı bireylerden oluşan bir bütündür. Etkileşim Simmel’in sosyolojisinde merkezi bir yere sahiptir. Simmel sosyolojinin görevinin toplumsal etkileşim biçimlerini anlamak ve toplumsal düzenin biçimini ve içeriğini açıklamak olduğunu savunur. Simmel toplumsal etkileşime odaklanmakla beraber yine Weber’in aksine toplumsal olguları tarihsel ve toplumsal bağlamlarından soyut olarak inceler. Farklılık göstermeyen davranış kalıplarını ve toplumsal yasaları ortaya koymaya çalışır ve birey ile toplum arasındaki diyalektik ilişkiye vurgu yapar. Simmel bireyle toplum arasındaki ilişkiyi diyalektik bir şekilde açıklar. Toplumsal etkileşimi bir bütün olarak toplumlaşma kavramı ile ifade eden Simmel toplumsal yaşamın biçimi ve içeriği arasında bir ayrım yapar. Bu bağlamda Simmel sosyolojinin toplumlaşmanın içeriği ile değil biçimleri ile ilgilenmesi gerektiğini savunmuştur. Etkileşimi merkeze koyarak Simmel sosyolojideki mikro makro tartışmasında sorulan bireyin mi yoksa toplumun mu daha gerçek olduğu sorusuna yanıt vermiş olur. Ona göre sosyolojinin çalışma nesnesi olarak birey veya toplum birbirinden daha gerçek ya da daha üstün değildir. Sosyolojinin çalışma nesnesi ikisi de değildir. Sosyolojinin çalışma nesnesi toplumlaşmanın biçimleridir. Bu çerçevede toplumlaşma Simmel’e göre dört süreçten oluşur. Bu süreçler şunlardır; dışsallaştırma, içselleştirme, kurumsallaştırma ve çıkar biçimlendirmesi.
Max Weber ve Georg Simmel’in düşüncelerinin temelindeki ortak nokta toplumsal gerçekliğin içinde öznenin var oluşu şeklinde açıklanabilir. Yani her iki düşünür pozitivistler gibi toplumsal gerçeklik ile özne arasında keskin bir ayrım yapmamış, dışarıdan nesnel gözlemler yapabilen her şekilde ve her koşulda nesnel olmayı başarabilen bir özne modeli tarif etmemiştir. Toplumsal ilişkilerin işleyiş biçimlerinde birçok öznellik biçimlerinin var olduğunu kabul etmişlerdir. Her iki sosyoloğunda düşüncelerinin birbirinden ayrıldığı nokta sosyolojinin inceleme birimi olmuştur
Kaynakça
- Özlem,D.,(1990), Max Weber’de Bilim Ve Sosyoloji ,İstanbul:Ara Yayınevi.
- Jung,W.(2001),Georg Simmel Yaşamı Sosyolojisi Felsefesi.(Çev.Doğan Özlem).İstanbul:Anahtar Kitaplar