Göç ve Kimlik İlişkisi

Bu çalışmada, göç ile kimlik ilişkisi irdelenerek göçmen ve mültecilerin yaşadıkları aidiyet ve adaptasyon sorunları anlaşılmaya çalışılmıştır. Bununla birlikte asimilasyon ve entegrasyon süreçlerine yapıcı eleştiriler getirilmiştir.

Göç ve Kimlik İlişkisi
0

Özet

Göç hareketleri, insanlık tarihinden beri görülmekle birlikte, günümüz dünyasında hızla artış göstermektedir. Göç eden bireyler veya topluluklar göç sürecinde kimlik karmaşası, kültür şoku ve bunalım yaşayabilmektedirler. Bu süreçte devletlerin yürüttüğü asimilasyon ve entegrasyon politikaları önem arz etmektedir. Hem göç alan ülkedeki bireylerin hem de göç eden bireylerin, kendi toplumlarında kazandıkları toplumsal kimlikleri ile bakış açıları ve algı dünyaları şekillenmektedir. Bu yüzden kültürden kültüre uyum ve adaptasyon süreçleri farklılık göstermektedir. Toplumsal kimlik inşası ile bireylerin algı dünyası şekillenmektedir. Bu çalışmada, çok kültürlülük, kimlik ve aidiyet kavramları çerçevesinde göç sürecinde göçmen ve mültecilerin yaşadıkları adaptasyon sorunları anlaşılmaya çalışılmıştır. Sonuç kısmında ise asimilasyon ve entegrasyon süreçlerinde yapılandırılan politikalara yapıcı eleştiriler getirilmiştir.

Anahtar kelimeler: Göç, Kimlik, Çok kültürlülük.

GİRİŞ

Göç hareketleri insanlık tarihi kadar eskiye dayanan toplumsal bir olgudur (Abadan Unat, 2017: 1). Göç, bir kişinin veya belli bir kitlenin farklı amaçlarla, belirli bir zaman aralığında bazen mecburiyet karşısında bazen de isteğe bağlı olarak bulundukları yerden farklı noktalara gerçekleşen nüfus hareketleridir. Bu nüfus hareketlerinin nedenleri çok faktörlü değişkenlere sahip olabilmektedir. Siyasi, iktisadi, kültürel ya da çevresel faktörlere dayalı göç hareketleri gerçekleşebilmektedir.

Toplum veyahut topluluklarda sosyal değişim ve dönüşüme neden olan faktörler, göçün sosyolojik açıdan incelenmesini ve tartışılmasını mümkün kılmaktadır. Dolayısıyla göç, bireylerarası ya da toplumlararası etkileşime neden olmakta ve sürecin dinamizmine ivme kazandırmaktadır (Karpat, 2010: 9).

Özellikle isteğe bağlı göçlerden söz edeceksek genel itibarıyla amaç, yerleşilecek yeni ülkede daha iyi bir iş, daha iyi bir eğitim ve daha iyi bir yaşam kalitesine kavuşabilmektir. Türkiye’de göç kavramı genellikle Türklerin Batı ülkelerine göç etmesiyle ilişkilendirilir. Elli yılı aşkın bir süredir özellikle Avrupa ülkelerine yönelik yoğun göç hareketleri, ilgili ülkelerin yerleşik toplumları ile göçmen toplulukların etkileşimlerini ve dolayısıyla farklı dillerin ve kültürlerin birbiriyle temasını sağlamıştır. Bu durum toplumlarda çok dilliliğe ve çok kültürlülüğe yol açmıştır. Daha yakın dönemlerde ise göç kavramı Türkiye’nin, Suriye başta olmak üzere Afganistan, Libya, İran ve Filistin gibi yakın Müslüman coğrafyadan aldığı yoğun göçlerle ilişkilendirilmeye başlanmıştır (Süverdem, F.B., Ertek, B., 2020: 184). Çok kültürlülüğe ve çok dilli olmaya iten süreci açıklarken burada kimlik ve aidiyet kavramları ön plana çıkmaktadır. Bireysel kimliğin oluşumunda toplumsal kimlik belirleyici bir role sahiptir.

En genel manada kimlik, kolektif aidiyetlerden katıldıklarımız, arzularımız, hayallerimiz, kendimizi tasavvur etme, yaşama -ilişki kurma- tanınma biçimimiz gibi hayattaki duruş yerimizi bildiren niteliklerin toplamı şeklinde tanımlanmaktadır (Bostancı,1998: 39; Aktaran Gözübüyük Tamer, 2014: 84).

Kimlik sayesinde bireyler, kültürel ve tarihsel bağlamlar ile sübjektif deneyimleri arasında karşılıklı etkileşimi anlarlar (Gilroy, 1997; Aktaran: Yolcu, 2015: 157). Kimlik, insanların aynılığının ve farklılığının oluşumunda çok önemli olan hısımlık, anavatan, biyolojik ve kültürel miras gibi değerleri ile sabit ve kolektif kategorileri paylaşan aidiyeti kapsar. Cinsiyeti, sınıfı, ırkı ve etnisiteyi içeren kategorik belirleyiciler, ait olmanın yeniden yapılandırmalarıdır (Yolcu, 2015: 157).

Kimlik, hareket halinde şekillenir. ‘‘Kimlik, ‘dillendirilmeyen’ öznellik hikâyelerinin tarihsel ve kültürel anlatılarla buluştuğu istikrarsız noktada biçimlenir’’ (Hall, 1987: 44; Chambers, 2005: 41). Bu geçişte ve orada inşa ettiğimiz yer ve aidiyet duygusunda, bireysel hikâyelerimiz, bilinçdışı güdü ve arzularımız daima olumsal olan, geçiş halinde, bir hedefi ve sonu olmayan bir biçim alır (Chambers, 2005: 41). Hikâyemizdeki öteki bireyleri görmek, modern bireyin görünür tamamlanmışlığındaki tutarsızlığı, yabancılaşmayı, yabancı tarafından açılan ve onu takip ederek içimizdeki yabancı sorununu tanımaya zorlayan gediği keşfetmektir (Sarıkan, 2019: 4)

Kimliğin oluşumuna ve gelişimine bakıldığında kalıtım, fizyolojik ve çevresel faktörleri görmekteyiz. Kimliği var eden ve etkileyen en büyük etken toplumdur. Literatürde toplumsal kimlik olgusu birçok kimlik tanımının ve alt dallarının başında yer almaktadır. Çünkü bireysel kimliğin oluşumunda aile, çevre, eğitim süreçleri, sosyal çevre, akrabalık ilişkileri gibi birçok faktör etkilidir. Özellikle göç olgusunu kimlik bağlamında okuyacaksak toplumsal kimliğin iyi anlaşılması faydalı olacaktır. Burada göç ve kimliği bir arada almamızın sebepleri, insanların başkalarına (ötekine) kendi kimlikleri ile kazandıkları bakış açısını kullanarak bakmaları ve göçmenlerin ve mültecilerin göç ettikleri yerde kültür şoku ile gelen adapte olamama, kimlik bunalımı yaşamalarıdır. Eğer göç sürecinde toplumsal kimlik iyi analiz edilirse daha insancıl ve gelişime yönelik politikalar izlenebilir.

Tajfel’e (1974) göre toplumsal kimlik, bireyin bir veya birden fazla toplumsal gruba ait olması ve bu aidiyetinin farkında olmasıdır. Bu aidiyete atfettiği değer ve duyuşsal anlamlar da toplumsal kimliğe dâhildir. Tajfel’in ileri sürdüğü “Toplumsal Kimlik Kuramı”na (Social Identity Theory) göre her birey toplumsal çevresini “Toplumsal Sınıflandırma” (Social Categorisation) işlemini uygulayarak oluşturur. Birey hem diğerlerinin birbirleri arasında hem de diğerleri ve kendisinin arasında ortak özellikler bulunduğunun farkına varır. Daha sonra karşılaştırma (Social Comparison) yaparak benzer özelliklerin bulunduğu toplumsal gruplarla kendini özdeşleştirirken, farklı özelliklere sahip olan toplumsal gruplardan da kendini ayrıştırır. Bu noktada önemli olan, söz konusu toplumsal grubun da bireyi kabul etmesi, kendi üyesi olarak görmesidir. Toplumsal bir grubun kimliğini oluşturabilmesi için öncelikle kendini diğer gruplardan ayrıştırması ve diğer gruplar tarafından da özgün, başlı başına farklı bir grup olarak kabul edilmesi gerekmektedir. Çoğul dilli karmaşık yapılı toplumlarda toplumsal gruplar arasındaki farklar arasında dil, kültür ve etnik farklar da bulunmaktadır (Süverdem, F.B. ve Ertek, B., 2020: 192). Burada kültür, kültürel kimlik ve etnik kimlik kavramlarını biraz inceleyip göç, kimlik ve aidiyet ilişkisini biraz anlamaya çalışalım.

Kültür kavramı ilk kez İngiliz antropolog Edward Tylor tarafından ayrıntılı şekilde tanımlanmıştır (1873). Tylor’a göre kültür; belli bir toplumun üyeleri olan bireyler tarafından öğrenilen bilgi, ölçüler, değerler, inançlar, dil, sanat, gelenekler, alışkanlıklar ve becerileri içeren bir dizi simgesel dizgeden oluşan karmaşık bir varlıktır (Süverdem, F.B. ve Ertek, B., 2020: 193). Giddens’a göre ise kültür, insanların toplumsal birliğinin en ayırt edici özelliklerini içerisinde barındıran bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır (Giddens, 2012: 1066). Kültür kavramının yanında farklı kültürlere sahip etnik grupların ayrı ayrı var olmalarını, ekonomik ve politik yaşama eşit olarak katılmalarını ifade eden çok kültürlülük kavramını ayrıca belirtmek gerekir (Giddens, 2012: 1055). Göçün olduğu her dönemde farklı kültürden insanlar ve topluluklar birçok farklı sebeplerle bir araya gelmişler ve beraber yaşamak durumunda kalmışlardır. Göç incelenirken çok kültürlülük esas alınarak politikalar belirlenir, bunlarla birlikte de farklı kimliklerin bir arada yaşama deneyimlerini ve benimsenen ilkeleri görmekteyiz. Toplumsal, kültürel ve etnik kimliklerini beraberinde götüren bu insanlar, bulundukları yere bazen kolay adapte olurken bazen de çok zorlanmış veya bir türlü adaptasyonu sağlayamamışlardır.

Toplumsal kimliği ile birlikte bireyin kendi konumu belirlenirken aynı zamanda yaşadığı toplumdaki farklı topluluktan, gruptan veya etnik kökenden olan insanlara bakış açısı ve davranış şekli de belirlenmektedir. Çünkü kişinin ait olduğu ve yaşadığı toplum düzeni çerçevesinde çevresine karşı algısı şekillenmektedir. Toplumsal kimlik içerisinde kişinin hem kültürel kimliği hem de etnik kimliği yer almaktadır. Bu yüzden de kişinin tepkilerini, yaşam tarzını ve başkalarına bakış açısını incelediğimizde toplumsal kimliği kendini ele vermektedir. Göç ile birlikte insanlar ait oldukları topraklardan farklı yerlere göç ettiklerinde kendi kimliklerinin daha çok farkına varmaktadırlar. Hatta bu farkındalığı üst seviyede yaşadıkları için hemen alışamama durumu ve kimlik karmaşası ile karşılaşabilmektedirler. İnsanlar kendilerinden farklı toplulukları gördüklerinde kendilerinin daha çok farkına varabilirler. Bir nevi öteki üzerinden kendini var etme ve kimlik inşa süreci demek mümkündür. Göç, kimlik ve aidiyet denildiğinde iki türlü bakmak elzemdir. Hem göç eden insanların bakış açısından durumu anlamak hem de yerlilerin, toplumundaki yabancı insanlara bakış açısıyla bakmak gereklidir. İki taraflı, üst düzey bir aidiyet süreci olmasa dahi bazı politikalar ile gelenlerin topluma aidiyetleri sağlanmaya çalışılmaktadır. Asimilasyon ve entegrasyon kavramları ile göç edenlerin göç ettikleri yere uyum sağlamaları için çalışılmış ve o toplumdaki insanların da belli ölçüde kabullenme durumu için çaba sarf edilmiştir. Fakat bu faaliyetlerin düzeyi her toplum için farklı olabilmektedir. Bireylerin öz algıları ile ortak değerlere sahip olmaları onların aidiyet hislerini güçlendirmekte ve içinde bulundukları topluma daha çok uyum sağlamaya çalışmalarına vesile olmaktadır. Ama göç ettikleri ülkenin kültürel kodları farklıysa, geçmişleri çok farklıysa ve aynı pencereden bakamayacak düzeydelerse kişi bunalıma girebilmekte ve asimile olmak veya entegre olmak istemeyebilmektedir. Bu durumda kültür şoku (Culture shock), ayrışma (Isolation) veyahut da içe kapanma (Turning in on oneself) durumları yaşanabilmektedir. Benzer şekilde yerli veya uzun süredir orada yaşayıp aidiyet kazanmış bireyler için de dışarıdan gelene alışmak sancılı bir süreçtir. Aslında burada bireylerin alışamaması ya da yerlilerin kabullenememesi durumundan ziyade kültürel kimliklerinin, özlerinin farklılığından doğan bir farklılaşma süreci yaşanmaktadır.

Sonuç

İnsanlık tarihi kadar eski olan göç olgusunun, günümüzde olduğu gibi gelecekte de toplumları derinden etkileyen bir olgu ve süreç olacağı aşikardır. Dünyadaki göçmen ve mülteci sayısındaki artışla birlikte göç alan ve göç veren ülkelerin de sorunları artmaktadır. Dolayısıyla hem göç veren hem de göç alan ülkeler için bu durumla baş etmenin ve süreci iyileştirmenin yolları araştırılmalıdır. Bu konuda siyasetçilere ve sosyologlara sorumluluk düşmektedir. Adaptasyon sürecinin iyileştirilmesi adına çift yönlü toplumsal kimlik okuması yapılıp süreç için yeni politikalar oluşturmak elzem hale gelmiştir. Nefret söyleminin, ırkçılığın, yabancı düşmanlığının hat safhada olduğu çağımızda teknolojik gelişmelerin de kötüye kullanıldığını ve yabancı düşmanlığının meşrulaştırıldığını görmekteyiz. Göç eden insanlar birçok zorlu süreçten geçerken, bu meşrulaştırma ile adapte olmak bir kenara daha da dışlanmak ve ayrışmak durumunda kalmaktadırlar. Sürecin iyi takibi her ülke için farklı olacağı gibi bazı esaslar da kabul edilmek durumundadır. Göçmenlerin adil entegrasyonu için yeni politikalar, yerli halkın zarar görmeyeceği ve bakış açılarının dışlayıcı ve ayrıştırıcı yöne evrilmemesi için aktif mecraların kontrolü, ülkenin refahı ve gelişimi için göçmenlerin de üretim süreçlerine dahil edilmesi, göçmenlerin sosyal hizmetlere ve eğitim faaliyetlerine erişimlerini iyileştirmeye yönelik, kimlik karmaşasının ve uyum sürecinin zorlayıcı olmaması adına, adaptasyonu arttıracak yeni politikaların benimsenmesi gereklidir.

KAYNAKÇA

  • Giddens, A. (2012). Sosyoloji, Kırmızı Yayınları. ss. 1055-1066.
  • Abadan-Unat, Nermin (2017). Bitmeyen Göç: Konuk İşçilikten Ulusötesi Yurttaşlığa (3. Baskı). İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. s. 1.
  • Karpat, Kemal H. (2010). Osmanlı’dan Günümüze Etnik Yapılanma ve Göçler. İstanbul: Timaş Yayınları. ss. 9-11.
  • Süverdem, F. B. ve Ertek, B. (2020). İki Dillilik ve İki Kültürlülük: Göç, Kimlik ve Aidiyet. The Journal of International Lingual Social and Educational Sciences, 6(2), s. 183-207.
  • Gözübüyük Tamer, Mine (2014). Kimliklerin Seyrine Bir Keşif, Folklor Dergisi, Cilt: 20, sayı:77, 84.
  • Yolcu, Mehmet Ali (2015). Diaspora ve Kimlik, Kömen Yayınları, s. 157.
  • Sarıkan, Ümit (2019). Göç Olgusu Üzerinden Kimlik İnşası Kurgusu, s. 4.
thumbnail
Önerilen Yazı
İnsanın Anlam Arayışı Kitabının Analizi

Merhabalar, ben Sümeyye Kaya. Sakarya Üniversitesi Sosyoloji Yüksek Lisans öğrencisiyim. Merak ile başlayan serüvenime uzmanlaşarak devam etmek istiyorum. İnsanlığa ve ülkeme faydalı katkılar sunmak dileğiyle...

Yazarın Profili

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir