Kadına yönelik şiddet, Birleşmiş Milletler Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi’nin birinci maddesinde “ister kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel veya psikolojik acı veya ıstırap veren veya verebilecek olan cinsiyete dayanan bir eylem veya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma” olarak tanımlanmaktadır.
Bu olgu, kadının kadın olmaktan ötürü maruz kaldığı her tür eşitsizlik ve şiddet eylemini içerisinde barındırır. Günümüzde sadece Türkiye’de değil dünyanın hemen her yerinde en yakıcı sorunlardan biri olarak görülmektedir. Şiddetin ortaya çıkışındaki temele baktığımızda cinsiyet eşitsizliğinin beraberinde gelen erkek egemen iktidar kavramını rahatlıkla görebiliriz. Özel mülkiyet olgusunun doğmasının ardından her alanda olduğu gibi kadın-erkek ilişkileri açısından da köklü değişimler yaşanmış, toplumda gücü elde tutmaya yarayan üretim araçlarının erkeklerin eline geçmesiyle kadınlar ev içi işlerinçemberine atılmıştır. Cinsiyete dayalı biçimde gerçekleştirilen bu işbölümü, yüzyıllardır süregelen eşitlik mücadelesinin de itici güçlerinden olmuştur.
Bir “malzeme” olarak şiddet
Bulunduğumuz çağda şiddet artık tamamen toplumsal bir olgu haline gelmiş ve medyanın en önemli haber malzemelerinden biri olmuştur. Ülkemizde kadına yönelik şiddet haberleri maalesef sıkça duyulmakta ve reytingi bol bir haber türü olarak sunulmaktadır. Pek çok ana haber spikeri, kadına yönelik şiddeti “lanetlerken” cinsiyetçi tutumlarını da aynı zamanda gün yüzüne çıkarmakta ve özellikle erkek habercilerimiz feryat ederken devamlı olarak kadınların “anamız, yârimiz, bacımız” olduğunu vurgulamaktadır.
TV ve gazetelerde verilen bu haberler, kimi zaman adeta magazin malzemesine dönüşmektedir. “Bu bağlamda “hayatın esası kabul edilen alanlarda” yani politikada, ekonomide, hatta magazinde fotoğraflarıyla, görüntüleriyle erkekler konuşurken, kadına bu “Ciddiyet dünyası”nda “mağdur”, “kurban”, “vitrin malzemesi”, “namus taşıyıcılığı” gibi roller düşmekte ve bu roller sürekli yeniden üretilmektedir. Bu yaygın temsil biçiminden hareketle “kadınlar ne zaman haber olur?” sorusuna verilebilecek yanıtlardan biri “kadınlar mağdur ya da kurban olunca haberleştirilir” şeklinde olacaktır.” (CEYHAN, Samet, 2014:36) Bu haberlere dikkat ettiğimizde medya dilinin daima hüzünlü, lanetkar olduğunu görürüz ancak kimse bu meselenin sebeplerine ve çözümlerine odaklanmaz. Birkaç dakikalık lanet okumanın ardından televizyonun sağ üst köşesindeki mağdur kadının vesikalık fotoğrafı kaldırılır ve sıradaki habere geçilir…
Yapılan haberlerde dil “şüphe uyandırıcı” bir biçimde kullanılarak da seyircinin kafasında soru işaretleri yaratmak amaçlanır. “Acaba bir kıskançlık cinayeti mi?”, “Kadının boşanmak isteme sebebi neydi?”, “Neden hala o adamla görüşmeye hem de böyle ıssız bir yere gitmeyi kabul etti?” ve daha nicesi 5N1K’da boş bırakılarak seyircinin “hayal gücünü kullanması” istenir.
Reyting temelinde değil etik temelde haberleştirmek
Her meslekte olduğu gibi medya alanında işgörenler için de en önemli şeylerden biri işlerini meslek etiğine uygun biçimde sürdürmektir. Bu bağlamda, haberler verilirken yazılı ve görsel her detay defalarca kez gözden geçirilmelidir. Örneğin, haberlerde kaynaklar güvenilir olmalı ve görgü tanığı ifadeleri tek gerçeklik gibi sunulmamalıdır. Aynı biçimde failin ifadelerindeki her detay paylaşılmamalıdır. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) Meslek İlkelerini İzleme Komisyonu üyesi Prof. Yasemin Giritli İnceoğlu’nun da belirttiği üzere “kadın cinayeti haberleri failin ifadeleriyle yazılmamalı, zira maktul artık yaşamadığı için katilin / failin iddialarını çürütecek durumda değil.” (1) Toplumun ruh sağlığını olumsuz etkileyecek türden ifadeler sırf daha fazla okunma/izlenme uğruna vatandaşlara ulaştırılmamalıdır.
Şiddete uğrayan kişinin bilgileri, fotoğrafı özel hayatın gizliliğini zedeleyecek biçimde halkla paylaşılmamalıdır. Özellikle işlenen cinayetlerin detaylıca anlatılması maalesef daha fazla ses getirdiğinden dolayı benzer olayların yaşanmasına zemin oluşturabileceği apaçık olduğu halde maktulün öldürülmesine dair her detay halka ulaştırılmaktadır. Burada her medya mensubu kendine şu soruyu sormak zorundadır: Yaptığım haberle bir cinayetin suç ortağı olabileceğimin farkında mıyım?
“Kadına yönelik şiddet olaylarında ağırlıkla fiziksel şiddet uygulandığı anlaşılmakla birlikte, bu olaylar sırasında “koca dayağı, boğarak öldürdü, öldüresiye dövüldü, tekme tokat döven, fuhuş yoksa dayak, boğazını keserek öldürdü, dövdü bıçakladı-bekledi, enseden 5 kurşun, enseden bıçak, eşini kesti” gibi bedensel tahribe ilişkin ifadeler haberlerde yer bulabilmektedir.” (CEYHAN, Samet,2014:50) Bu örneklerde de gördüğümüz üzere dil, oldukça şiddete eğilimli biçimde kullanılmakta ve bu tip vahşi olaylar haber değeri açısından daha üstte görülmektedir.
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma ve Mücadele Günü’ne girerken, başta medyamızda olmak üzere şiddete karşı topyekun bir mücadele dili geliştirilmesi ve bu meseleyle bir tarafı düşman görerek değil omuz omuza mücadele edilmesi gerekliliğini bir kez daha hatırlatalım.
Daha güzel haberlerle görüşmek dileğiyle…
KAYNAKÇA
• CEYHAN, SAMET, (2014), Yazılı Medyada Kadına Yönelik Şiddet Haberlerinde Kullanılan Dilin ve Görsellerin İncelenmesi, (Uzmanlık Tezi)
• (1) https://tr.euronews.com/2019/11/20/kadin-cinayetleri-nasil-haberlestirilmeli-fotografta-nelere-dikkat-etmeli-guleda-cankel
Medyanın kadina yönelik siddet haberlerinde kullandigı dil tartisilmaya ve etik kurallar acisindan degerlendirilmeye muhtaç.Bu nedenle yazı oldukca dikkat cekici olmuş.