Yapılan antropoloji çalışmaları ve Dinler Tarihi bilgilerine bakıldığında insan toplumlarının hiçbir zaman dinsiz yaşamadıkları görülmüştür. İnançsız bireyler tarihin her seyrinde varken bu toplumlar için söz konusu olmamıştır. Kutsal dinlerin varlığının yanında kutsal olmayan dinler, monoteist, düalist, politeist dinler, seküler tezlerin gerçekleşmemesi-din yerini bilime bırakacaktır-, ve Aydınlanma dönemi sonrası özellikle toplumsal geçiş kriz ortamlarında beslenme alanı bulan Yeni Dini Hareketler de bu tezi ispatlar niteliktedir. Bu bağlamda diyebiliriz ki din hiçbir zaman varlık sahasından çekilmeyecek ancak bireylerin dine bakış açısı ve yoğunluğu değişecektir. Peki insanların bu bakış açısını artıran veya azaltan nedenler nelerdir? İnsanlar neden bazı zamanlar daha dindarken bazı zamanlar dinden uzaklaşmışlardır? Toplum gerçekliğini inşa ederken dinin konumu ne olacaktır ve ya din günümüz modern insana ne sunabilir? Gibi sorular çerçevesinde din ve laiklik konusunu işlemeye çalışacağız.
İnsan toplumları hayatlarını idame ettirirken bazı zamanlar dini merkez kuvvet kabul etmiş kimi zaman da dini merkezden yan alana kaydırmıştır. Bunda yaşanan tarih tecrübesi önemlidir. Birçok pozitivist sosyoloğa göre dinin hükümranlığı bilgi yoksunluğuyla ters orantılı işlemiştir. En az bilgi sahibi olunan dönemde insanlar korktukları tanrılara, doğaya tapmış bilinmeyen doğayı keşfettikçe kendiyle doğa tanrıyı eş tutmuş nihayet bilim ve bilgi çağıyla da din kamburunu sırtından atmıştır. Ancak belki de dinden en çok uzaklaşılan dönem Aydınlanma ve sonrasında gerçekleşen yüzyıllık süreç izlendiğinde bilimin bir moral değer ortaya koyamadığı ve sanıldığı gibi insanlığın dertlerini bitirmediği görülmüş ve insanın kendine duyduğu güveni sorgulatmıştır. Profan bir bakış açısı ve tarihi-sosyal süreç içerisinde bazı kurumlara din kisvesi verilmiş – faşizm , kominizim gibi- bunlar da insanlığa pek fayda getirmemiştir. (Din yerine getirilen çözümlerin dinden daha üstün olduğu görüşünün çarpıklığını bilim mantığıyla açıklayabiliriz. İnsanların bir gün ilahi mahkemede hesap vereceği inancıyla insanlığın bir gün komünist toplumda birleşeceği inancı eşdeğerdir nihayetinde ikisi de doğruluğu yanlışlığı araştırılamayan inançtır. (Erol Güngör)
Bazı dönemlerde ise dini temsil eden kurum ve kişiler dini bir sömürü ve baskı aracı olarak kullanmış ve insanları dinden uzaklaştırmıştır-Ortaçağ Avrupası gibi-.Yani din sadece huzursuzluk kaynağı değil bazen de toplum huzurunun temel taşı olmuştur. Bu dinin kimi zaman doğruyu kimi zaman yanlışı ifade ettiği anlamına gelmez sahip olduğu sosyal gücü temsil eder.
İnsanlığın tarihi tecrübesi laikliği zorunlu bir süreç olarak karşısına çıkarmıştır. Laiklik özü itibari ile insanların baskı unsuru olmadan inançlarını yaşayabilmesidir. Yani siyasal iktidar ile dini iktidarın birbirinden ayrıştırılmasıdır.(Ünver Günay) Önemli olan ideoloji-kafa yapısı- ile laiklik kavramının içeriğinin kişi ve şahısların algısına göre değişmemesidir. Birçok tarihçiye göre –İslam açısından düşünecek olursak- din-devlet birleşiminin ideal yönetimi dört halife sonrasında bitmiş demokrasi yerine dinin saltanata dönüşümü başlamıştır. Bu da liyakat özelliğini bertaraf ettiği için kimi zaman keyfi uygulamaları beraberinde getirmiştir.
Laikliğin varoluşunu incelediğimizde devletin dinden kurtulma çabasını değil Katolik-protestan çatışmasıyla akan kanları durdurmak amacını görürüz.
Türkiye’de yapılan laiklik çalışmalarına bakıldığında ise laikliği savunan ve dinde reforma gitmek isteyen kişiler namazda Arapça surelerin okunuş zorluğunu yaşayarak Türkçeleştirilmesi gerektiğini ortaya koyan kişiler değillerdir. Bu minvalde laiklik çalışmaları tepeden inme bir tavırla ve bazı ideolojik söylemlerle döşendiği için halk tarafından din düşmanlığı olarak algılanmış ve reaksiyoner tepkilere sebep olmuştur. Öyleyse laiklik nedir, nasıl anlaşılmalıdır, insanlara özgürlük mü sunar kısıtlama mı? Bu sorulara Ord.Prof.Dr. Ali Fuad Başgil’in Din ve Laiklik kitabından cevap vereceğiz.
Din Hürriyetinden(bu hürriyete kanun, örf ile tayin ve tespit edilmiş bir hudut getirilmeli)Doğan Haklar:
1)İnanma Hakkı(Birey cebirle bir fikre veya doktrine inandırılamaz ancak bireyin ilmi ve fikri olgunluğunda hudut aranabilir.)
2)İbadet ve Dua Hakkı(Ferdi fiil kanuna konu-Birey ve yaratıcı arasında olan- olamaz ancak İçtimai fiil ve hareketlerimiz laik devleti ilgilendirir. İbadetler asayişi bozacak hal almamalıdır. Mabetlere ancak içeriden imdat istenirse devlet girebilir, buralar kutsal mekanlar ve inananların secdegahı olduğundan saygı beklenir.)
3)Talim ve Tedris, Neşir ve Telkin Hakkı(Yüksek bilgili ve sağlam seciyeli insanlara, alimlere lüzum vardır. Mükemmel ve modern dini tahsis müesseseleri kurulmalı din ve maneviyat ihtiyacı giderilmelidir. Millet ve insanlık işin en büyük şer ve delalet hiçbir fikrin çatışmadan, sorgulanmadan kabul edilmesidir bu sebepten neşriyat hakkı elzemdir.)
4)Dini Okutup Öğretmek Hakkı
5)Neşir Hakkı
6)Dini Emirleri Yerine Getirme Hakkı(Devletin elinin dokunmaması gereken hususlar vardır-namaz gibi- ve inanan bireylerin kanunun hükmüne uyması geren durumlar vardır- kanuna göre miras hakkı gibi-.)
Bugün en temel sorun hala laiklik deyince herkesin kendine göre bir tanımının bulunması ve bu tanımın belirli kaidelerle inşa edilmemiş olmasıdır.
Kaynakça:
Ali Fuad Başgil, ’Din ve Laiklik’
Erol Güngör, ’Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik’
Mehmet Akgül, ‘Türkiye’de Din ve Değişim’