Türk Modernleşmesi Sürecindeki Toplumsal Değişimin Açıklanması: Merkez Çevre Modeli

Bu çalışma Şerif Mardin'in merkez çevre modelini ortaya çıktığı dönem bağlamında açıklamaktadır.

Türk Modernleşmesi Sürecindeki Toplumsal Değişimin Açıklanması: Merkez Çevre Modeli
merkez çevre modeli
0

Özet

Bu çalışma Şerif Mardin’in Türk modernleşmesi sürecine bakışını, Osmanlı Devleti dağılma dönemiyle beraber daha da belirginleşen kültür farklılıklarını, bu farklılıkların yol açtığı toplumsal bölünmeyi açıklayan merkez çevre modelini ve açıkladığı bu merkez çevre modelinin modernleşme sürecinde toplumsal değişme üzerindeki etkilerini incelemektedir. Şerif Mardin’in çalışmaları Türk modernleşmesi, modernleşme sürecinde Batı ile olan ilişkiler ve Osmanlı toplum yapısı üzerine şekillenmiştir. Osmanlı toplumunun yönetim ve halk olarak sınıflı toplum yapısında olduğunu, bu sınıflar arasında hem iletişimin çok zayıf olduğunu hem de sınıflar arası geçişin birkaç istisnai durum dışında mümkün olmadığını, bu durumun ise iki sınıf arasında kopukluğa yol açtığını söylemiştir. Bu kopukluğun temel nedeni kültürdeki farklılıklardır. İki sınıf arasındaki kültür farklılıkları hem çatışmaya yol açmış hem de uzlaşma sağlamak yerine Batı ekseninde, merkeziyetçi ulus devlet tarzı yeniden üretilmiş bir topluma yol açmıştır.

Anahtar kelimeler: Merkez-çevre, Değişim, Modernleşme, Kültür, İdeoloji.

Giriş

Türk modernleşmesinin tarihine bakıldığında birçok soru ve sorun karşımıza çıkmaktadır. Osmanlı Devleti’nde 18. yüzyıla kadar dayandırabileceğimiz Batı tarzı yenilikler ve Cumhuriyetin ilk yılları hız kazanan modernleşme çalışmaları incelenirken bu değişimlerin toplum yapısına etkileri, değişimlerin hangi tarzda olduğu ve olması gerektiği birçok sosyolog tarafından incelenmiştir. Bu çalışmalara katkı sağlayan sosyologlardan biri olan Şerif Mardin Türk modernleşmesini incelerken hem aşırı batılılaşmayı hem de modernleşme sürecini modernleşme öncesi pratikler üzerinden sürdürmüştür (Doğan ve Demir, 2018: 9). Bu çalışmada temel problem Şerif Mardin’in merkez ve çevre olarak nitelendirdiği toplumsal yapının Türk modernleşmesi üzerinde meydana getirdiği değişimler ve bu değişimlerin yönünü nasıl belirlediğidir. Mardin bu değişimleri merkez çevre modeli ile açıklar. Merkez ve çevre ilişkisini kavramak Türk modernleşmesini ve toplumsal yapı değişimini anlamak açısından önemlidir. Literatürdeki Şerif Mardin çalışmaları metodoloji, değişim, ideoloji ve Türk modernleşmesi üzerine odaklıdır. Bu çalışmada ise merkez çevre ve değişimin ilişkiselliği ele alınmıştır.

Merkez ve Çevre Modeli

Şerif Mardin merkez çevre modelini Edward Shills’ten faydalanarak geliştirmiştir. Bu modelde Türk modernleşmesi sürecinde kültürel boyutta yaşanan gerilimleri incelemiş ve açıklamıştır (Sunar, 255). Bu modeli tanımlarken ilk değinilmesi gereken şey nasıl bir toplum yapısından bahsettiğidir. Mardin’e göre Osmanlı toplumunda merkez denilen yöneten, dışarıya kapalı sınıf ile çevre denilen merkezin etrafında bulunan ve onların kararlarına göre yaşamını şekillendiren sınıf vardır. Şerif Mardin bu iki sınıfı belirlerken onları kesin çizgilerle ayırmamıştır ancak bu kavramsallaştırma çoğu zaman sınırları belli bir yapı olarak yanlış kullanılır (Mumyakmaz, 2017: 462). Ona göre bu modelin bir metafor olarak değerlendirilmesi ve zamanla değişen toplum yapısına göre içinin doldurulması gerekir.

Özkurt, “Mardin’in asıl kaygısı, Türkiye’nin modernleşme sürecinde toplumsal değişmenin yönüne ve istikametine ilişkin bir bakış açısı geliştirmektir.” diyor (Özkurt, 2020: 58).

Şerif Mardin’e göre modernleşme, toplumların farklılaştıkları ve merkezileştikleri bir süreçtir. Osmanlıların kalıcı bir toplumsal sınıf kurmalarını anlamak için toplum yapısını ortaya çıkmakta olan merkezîleşmiş Batı devleti ve daha sonra onun yerine geçen modern ulus devleti ile karşılaştırılarak anlaşılması gerekir. Bunu açıklayan merkez çevre modelinin temelinde Batı toplumlarındaki merkezde yer alan feodal yapı ile çevredeki kasaba yapısı vardır. Endüstrileşme ile birlikte çatışma içerisine giren merkez ve çevre daha sonra uzlaşmış, orta yol bulunmuştur. ”Böylece merkez ve çevre uzlaşma gücüne sahip bir çatışma içerisinde bulunmaktadırlar.”(Sunar, 2014: 99). Batı Avrupa’da feodalizmin çöküşüyle başlayan merkezileşme süreci; burjuvazinin gelişmesi, sanayileşme ve siyasi hakların geniş kitlelere yayılması gibi unsurları kapsamaktadır. Bu süreçte, toplumun bazı fonksiyonları merkezde toplanırken, yeni gruplar ortaya çıkmış ve toplum birbirinden ayrılmıştır. Bu ayrılmanın inşa ettiği kopuklukları dolduracak vatandaşlık, milli kültür gibi yeni yapılar, merkezin yeni ortaya çıkmış sosyal ve iktisadi parçalarını birbirine bağlamıştır (Öztürk, 2020: 59)

Osmanlı toplumsal yapısında ise bir sınıfsal geçişsizlik olarak mevcut olmayan sivil toplum, Batı deneyiminde merkez iktidarlarla, taşra gentry’leri arasındaki göreceli gerginliklere ve dalgalı güç savaşımlarına dayanarak olgunlaşmıştır. Batı’da şehirlerin gelişmesiyle birlikte ticaret de geliştiğinden, şehir faaliyeti toplumun tümü için yeni bir zenginlik kaynağı olmuştur. Feodal asiller de o zamana kadar görmedikleri ve mekanizmasını bilmedikleri bu yeni kaynaktan yararlanmak istemişler ve bunun sonucunda aristokrasiyle şehirliler arasında bir uzlaşma ortaya çıkmıştır (Mardin, 1983: 9-18).

Buna göre Batılı siyasal biçim merkez ile çevre arasındaki bir dengeye bağlıyken Osmanlı’da böyle bir denge yoktu çünkü merkez dışında güçlü bir unsur bulunmamaktaydı. Osmanlı’da Hegel’in “medeni toplum” olarak bahsettiği merkezden ayrı bir yapılanma ve mülkiyet hakkı bulunan toplum yapısı yoktu. Mardin’in incelediği şey tam olarak buydu. Yani merkez dışında bir siyasi yapılanma olmaması ve toplumsal dengeyi sağlamada uzlaştırıcı kurumların eksikliğiydi. Merkez ile çevre arasında bağ kuracak kurumlar olmadığından bu merkez çevre kopukluğuna yol açıyordu. Bahsettiği merkez çevre kopukluğu değişmenin önündeki en büyük engeldi çünkü merkeze eleştiriler ve yeni fikirler yoktu. Bu da toplumu tutucu bir yapıda olmaya itiyordu.

Batılı devletlerde merkez ve çevre arasında aracı rolü üstlenen kurumlar varken Osmanlıda böyle kurumların olmaması merkezin çok baskın ve mutlakiyetçi olmasından kaynaklanır. Bu yüzden merkez ve çevre arasında kopukluklar vardır. Mardin bu kopuklukların bazen etkisiz olduğunu belirtirken bağ kuran kurumların olduğunu, bu durumun vakıf sistemi, adalet sistemi, tımar ve zeamet sistemi ile kapandığını da belirtir.

Bu merkez çevre kopukluğunun bazı nedenleri vardı. Bunlardan biri Osmanlı’nın bürokratik bir merkezi idare sistemi kurmasıdır. Merkez ile halk yani çevre arasında iletişimin zayıf olması, merkezin yüksek kültürü ile halkın kültürü arasındaki bağların çok zayıf olması kopukluğu daha çok artırıyordu (Mardin, 2012: 106). Osmanlı toplumu iki sınıftan oluşuyordu, bunlar askeri ve reaya idi. Askeri sınıf saltanat beratı, saray memurları, dini yetkisi bulunan kimseler ve ulemadan oluşuyordu. Reaya ise vergi veren ancak hükümete katılamayan Müslüman ve gayrimüslim halktan oluşuyordu. Devletin temel kuralı reayayı askeri sınıftan uzak tutmaktı. Sadece sınırda savaşa katılan veya medresede eğitim alıp ulema olan kişiler askeri sınıfa katılabiliyordu (Mardin, 2012: 105). Resmi görevlere gelemeyen reaya, bu görevlerin dışında kalıp engellendiği için zamanla bir acı ve öfke ortaya çıkmaya başlamıştı. Ayrıca Mumyakmaz şöyle diyor: “18. yüzyılda başlayan ve 19. yüzyılda orduda, adli ve eğitim sisteminde yapılan yenilikler bu alanlarda laik bir sistemin kurulmasını sağladı. Özellikle eğitim alanında yapılan yeniliklerle birlikte dini eğitim veren okullar yerine normal okullarda eğitim verilmesi ve buralardan yetişen bu seçkin yönetici sınıfın zamanla siyasi gücü de eline geçirmesine, ardından idareyi yavaş yavaş çevresinden kendi ellerine geçirmelerine neden oldu.” (Mumyakmaz, 2017: 459).

Mardin’e göre Türk modernleşmesinin gerektiği gibi olmaması ve batı toplumlarına yetişemeyip geride kalmasındaki eksiklikler; felsefe eksikliği, yeni bir kişilik sistemi oluşturulması yönündeki çabalarda uğranılan başarısızlıklar ve giderilemeyen bir kültür boşluğudur. Kültürdeki değişmeler gündelik yaşamdaki sembolleri ve değerleri de değiştirmiştir. Mardin’e göre “Türk devrimi birincil olarak değerlerin devrimidir” (Mardin, 1991: 166). Yani modernleşme sürecinde önemli olan toplumsal değerleri değiştirmekti. Değişen değerlerde Batı tarzı yenilikler yönetici kesimden alt kesime, halka doğru yayılmaya başlamıştır. Ancak batı kültüründen etkilenip faydalananlar kendilerini halktan ayrı olarak görmeye başlamışlardır. Osmanlı toplumunda büyük işlevi olan dinin yerine düzenleyici bir unsur bulamayan Kemalizm, dinin etkisinin azalmasını fırsat bilip yeni ideolojilerin oluşmasını engellemiştir (Mardin, 2012: 147).

Mardin ideolojileri sert ve yumuşak olarak ikiye ayırmıştır. Sert ideoloji seçkinlerin kültürüyle sınırlı, teorik ve etkili bir içeriğe sahipken yumuşak ideoloji ise biçimsiz, belli belirsiz alınan tutumlardı (Köktürk ve Uluocak, 2019: 168). Merkezdeki seçkinlerin kültürünü büyük kültür, halkın kültürünü de küçük kültür olarak ilişkilendirmiş, bu kültürlerin bütüncül bir yapı gösteremediklerini belirtmiştir. Modernleşmenin geç kalmasındaki etkenlerden biri de Batı kültürünün büyük kültürü etkilemesi için temel bulunurken küçük kültürü etkilemesinin uzun sürmesidir. Çünkü merkez ve çevre (büyük kültür ve küçük kültür) birbirinden kopuk olduğu için çevre yani halk ve devletin üstlenemediği birçok fonksiyonu üstlenen mahalli yapılar kendi içinde bir cemaat yapılanmasına başlamışlardı. “Şerif Mardin’in “merkez-çevre” modeli içinde temel oluşturan bu dinamikler, modernleşmenin ilerleyen aşamalarında, seferberlikçiler ile tutucular arasındaki bir gerilimde belirginlik kazanmış, modernlikçiler arasında dahi halk katmanlarının “cemaatçi” değerleri ile modernliğe katılan ve bu “halk değerleri” ile tanışıklığını siyasi sermaye haline getiren bir “elit” ortaya çıkmasına neden olmuştur.” (Köktürk ve Uluocak, 2019: 167).

thumbnail
Önerilen Yazı
Pierre Bourdieu Sosyolojisi

Modernleşme süreciyle birlikte ulus-devlete geçişi ile bürokrasinin merkez çevre arasındaki kopukluğun azaldığı ve bir çevreden oluşan merkez halini aldığını belirtir. Ona göre imparatorluğun gerilediği dönemlerde hem merkezin gücünü kaybediyor olması hem de çevreyle kopuk olması dolayısıyla çevre ile olan ilişkilerini sürdüremedi. Bunun nedeni zaten gücünü yitiriyor olan bir merkezin baskısının çevreye ağır gelmiş olmasıydı. Dağılma sürecinden sonra devlet merkez ve çevreyi yakın ilişkiler kurar hale getirmeye başlamış, ancak o zaman da çevrede yerel çıkarları dile getiren yerel eşraflar önem kazanmaya başlamıştır. Feodalitede olduğu gibi mülkiyet hakkı olmayan ve devlete tabi yaşayan çevre, zamanla rahatsız oldukları durumları dile getirmeye başlamıştır. Mardin, Patrona Halil İsyanı’nın bu duruma başlangıç teşkil ettiğini belirtir. (Sunar, 2014: 101; Mardin, 1991: 114)

19.yüzyılda batıda ortaya çıkan siyasal sistemler Osmanlı toplum yapısını da etkilemekteyken merkez ve çevre bütünleşmeye başlayıp birbirinden ayrılan ögeler siyasal katılımda birlikte rol almaları gerekiyordu. Ulus devlet yapısı oluşturulurken Müslüman ve Müslüman olmayan grupların yapıya katılmaları için uğraşılmıştır. Çevrenin devlet teşkilatındaki idari kararlara katılmama hali değişmiş, çevre de merkezi yapıyla aktif bir şekilde etkileşim içine girmiştir. “Mardin bu etkileşimin karşılıklı bir teması sağlamak yerine, dağılmanın siyasi unsurlarının da etkisi ile yeni bürokratik merkezin ortaya çıkmasına yol açtığını dile getirir.” (Sunar, 2014: 102). Yani merkez çevre kopukluğunun ortadan kalkması beklenirken yeni bürokratik elit bu durumun modernleşme sayesinde yeniden devamlılığını sağlamıştır.

“Osmanlı bürokrasisinin bir kesimi, modernleşmenin gereksinimlerine, bir ölçüde erkenden hazır hâle getirilmiş ve on dokuzuncu yüzyılda, reform liderliğini ele almıştı. Bu reformcu bürokrasi, reform sürecinde ilk olarak, askeri ve sivil bürokrasiyi hazırlayan eğitim kurumlarının modernleştirilmesini seçmişti. Osmanlı devlet adamlarının amaçlarına çok benzeyen amaçlara yöneltilmiş Fransız “Grandes Ecoles”ünü model olarak seçen on dokuzuncu yüzyıl Osmanlı reformcuları, “devletin çıkarlarını” göz önünde tutan iyi yetişmiş bilgili bürokrat seçkinler yetiştirmişti. Bir bakıma, eski seçkinler zümresi sürdürülüyordu. Bu seçkinler yeni kalıplara dökülmüş ve böylece, daha önceki resmi görevliye birçok açıdan benzeyen bir ürün elde edilmişti” (Sunar, 2014: 102).

Modernleşme sayesinde ortaya çıktıklarını ileri süren bu elit kesim merkez çevre ayrılığının artmasına ve ideolojik boyuta taşınmasına neden olmuştur. Mardin bu ayrılığa dair şöyle diyor: “Tanzimat devrinde iki kültür arasındaki uzaklığın azaltılması bir yana yönetilenler ile yönetenler arasındaki bölümlenme daha açık kültürel bir biçim aldı: Bir yanda cilalı, Paris yönelimli devlet adamları öte yanda kaba taşralılar vardı” (Mardin, 2012: 130). Merkez böyleyken çevre içinde gayrimüslim gruplar Avrupalıların desteğiyle güçlenirken Müslümanlar ise devletin güç kaybetmesi ve yarattığı bunalım yüzünden dine sığınmışlardır. Müslümanların ideolojileri, fikri altyapıları din üzerine kurulu olmuştur. Güç kaybına uğrayan ulemaların da halk gibi dini merkez alan anlayışları ve taleplerini dini yollarla bildirmeleri bürokratik elitin modernleşmeye daha çok bağlanmasına sebep olmuştur. Bu yüzden modernleşme süreci boyunca dini istekler ve modernleşme istekleri arasında ciddi kutuplaşmalar olmuştur. Kurtuluş savası yıllarında Kemalistlerden oluşan birinci grubun fikirleri din karşıtlığı ile halk eşrafından oluşan ikinci grubun fikirleri ise siyasi ve dini liberalizme eleştirilerden oluşmuştur.

Dini bir çatışma gibi görünen bu yapılanmanın aslında siyasi bir çatışma olduğunu söyler. Siyasi elit taşraya şüphe ile yaklaşırken çevre ise siyasal hakları olmayan örgütlenmemiş bir gruptu. Köylüler kendilerini ifade etmek için tek yolu cemaatler ve tarikatlar olarak görürken siyasi elitler köylülere ulaşmayı başaramıyordu. Bu yüzden Mardin çevrede oluşan bu tarikatlardan Nurculuk ve Nakşibendilik gibi örnekleri incelemeyi önemli görmüştür.[1]

“Ona göre eşrafın alt sınıflar (köylüler) ile resmi görevliler arasında daha apaçık görünen bir eklem hâline gelmesi ile neticelenen bu süreç bir sivil toplumun ortaya çıkmasını engellemiştir.” (Sunar, 2014: 103)

Kavramsal çerçeve ve yöntem

Mardin’in merkez çevre kavramsallaştırması 20. yüzyıldan itibaren yapısal-işlevselci ve değişim literatüründe önemli bir yer tutmaktadır. Weber, Parsons, Shils, Eisenstadt, Althusser, Durkheim ve Pareto gibi bilim insanlarından etkilenmiş ve çalışmalarında onların düşüncelerini örnek almıştır. Mardin, Stephen Toulmin’in “Mannheimvari” yaklaşımından esinlendiğini ifade eder (Mardin, 2006: 85). Mardin hem toplumun yeniden üretimini incelemiş hem de bürokrasi kavramı ve toplumda yansımaları üzerinden incelemelerde bulunmuştur. Onun Osmanlı toplumundaki değişim analizleri Şark despotizmi tezlerine dayalıdır. Onun toplum analizi olmayan burjuvazi, sivil toplum ve bütünlük içerisinde bir toplum yapısını incelemeye yöneliktir. (Sunar, 260)

Sonuç

Mardin Türk modernleşmesini ve değişmeyi Osmanlı toplum yapısıyla ilişkilendirmiştir. Toplum içindeki sınıfların birbiriyle zayıf bağları olması nedeniyle Batı’dan alınan yenilikler üst kesimde yer bulurken alt kesimde kendini kabul ettirememiştir. Bu durumun nedeni kültürdeki değişmelerin elit kesime ulaşırken halka ulaşmaması, aynı zamanda bu iki sınıf arasında bağ kuracak yapıların eksikliğidir. Mardin dolayısıyla devlet ile halkın kopukluğunun modernleşme ve toplumsal değişimin önünde bir engel teşkil ettiğini, merkez ile çevrenin yalnızca çatışma durumunda etkileşime geçmesini, uzlaşma sağlayacak kurumların eksikliğini geç modernleşmenin nedeni olarak görmüştür. Sonuç olarak bu durum yıllar sonrasına uzanan yanlış yapılanmalara, tarikat ve cemaat oluşumlarına yol açmıştır. Bu durum ise modernleşmenin yaygın bir biçim almamasıyla sonuçlanmıştır.

KAYNAKÇA

  • Doğan, S. ve Demir, S. (2018). Şerif Mardin’in Anısına: İkincil Literatüre Küçük Bir Katkı, Temaşa, (8): 6-26
  • Köktürk, G. ve Uluocak, Ş. (2019). Baykan Sezer ve Şerif Mardin. M. Özdemir. (Ed.), Türk sosyologları içinde (156-177). Eskişehir: Anadolu üniversitesi Açık öğretim fakültesi yayınları.
  • Mardin, Ş. (1983). “Sivil Toplum”, der. Önder Tuncay ve Mümtaz’er Türköne, s. 9-19, Türkiye’de Toplum ve Siyaset, İstanbul: İletişim Yayınları.
  • Mardin, Ş. (1991). Türk modernleşmesi. İstanbul: İletişim Yayınları
  • Mardin, Ş. (1991). Türkiye’de din ve siyaset. İstanbul: İletişim Yayınları
  • Mardin, Ş. İdeoloji (Der. Mümtazer Türköne, Tuncay Önder), İletişim Yayınları, İstanbul, 2006.
  • Mardin, Ş. (2012). Din ve ideoloji (21.baskı). İstanbul: İletişim Yayınları
  • Mumyakmaz, A. (2017). Şerif Mardin. N. Avcı. ve E. Aksoy. (Ed.), Türk sosyologları içinde (437-46). İstanbul: Lisans Yayıncılık.
  • Özkurt, C. (2020). “Bir Şerif Mardin ve Mübeccel Kıray Okuması: Yakın Tarihimizde Toplumsal Değişmeler ve Modernleşme Periyotları”, Mavi Atlas, 8(1): 57 – 70
  • Sunar, L. Değişim sosyolojisi. İstanbul üniversitesi açık öğretim fakültesi yayınları.
  • Sunar, L. (2014). Türkiye’de sosyal bilimlerde toplumsal değişim, Sosyoloji Dergisi, 3. Dizi, 29. Sayı, 2014/2, s.83-116

[1] Bu konudaki önemli çalışmalardan biri olan “Şerif Mardin,Bediüzzaman Said Nursi Olayı” kitabı incelenebilir.

İlginizi Çekebilir: Merkez Çevre Kuramı Nedir?

Merhaba, ben Sevgi Balkan. Gazi Üniversitesi Sosyoloji bölümünde lisans eğitimimi tamamladım. Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Sosyoloji Yüksek Lisans Programına devam etmekteyim.

Yazarın Profili

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir