ÖZ
Bu çalışmada, koronavirüs salgınının toplumumuzdaki düzene etki etmesiyle birlikte meydana gelen sorunlar ve dolayısıyla da bu sorunlar üzerinden içinden geçmiş olduğumuz zorlu süreçte sosyologların önemi ve görevleri görece anlatılmaya çalışılmıştır. Zira bu salgının, sadece bireylerin fiziki sağlığını değil aynı zamanda toplumun sağlığını da düzen ve dengeyi yerinden oynatarak ve aslında zaten toplumda var olan eşitsizliklerin meydana getirmiş olduğu zorlukları da göz önüne sererek önemli derecede etkilediği aşikârdır. Önceden de var olan sorunların bir de bu salgınla birleşmesi toplumun her kesimini aynı derecede etkilememekle birlikte salgının uzun vadede önemli toplumsal sorunlara yol açması muhtemeldir. Dolayısıyla bireysel sağlık için tıp bilimi ve sağlık çalışanlarına ihtiyaç olduğu kadar toplumsal düzen, denge ve sağlık için de sosyoloji bilimine ve sosyologlara da bir o kadar ihtiyaç vardır.
Anahtar Kelimeler: Salgın, eşitsizlik, toplumsal düzen, sağlık ve sosyoloji.
Mart 2020 tarihinde ülkemizde yaygınlaşan koronavirüs salgının 2019 yılının Aralık ayında dünyada ilk tespit edildiği yer Çin’in Wuhan kentidir. Soluma ve daha çok temas yoluyla bulaşan bu virüs kısa sürede tüm dünyaya sirayet ederek bizim ülkemizde de durumun ciddileşmesiyle birlikte Bilim Kurulu’nun yönlendirmesiyle çeşitli önlemler alınmaya başlanmıştır. Örneğin YÖK ve MEB’in eğitime uzaktan eğitimle devam etme kararı alması, ara ara İçişleri Bakanlığınca alınan sokağa çıkma yasağı kararları, bazı kuruluşlarda çalışmaya evden devam edilmesi kararları, küçük işletmelerin ve esnafların çalışma yerlerinin kapatılması gibi insanlar arasındaki teması asgari düzeye indirecek pek çok önlemler alınmıştır. Alınan bu önlemler toplumda kısa sürede mikro değişimlere yol açsa bile eğer salgın daha uzun süre devam edecek olursa toplumda makro düzeyde değişimlerin meydana gelebilmesi mümkündür. Zira yaşanılan tüm bu zorlu süreç, toplumun birçok kurumuna olumlu yönde etki etmemektedir. Herkesin evde kalmasına yönelik yapılan bu gibi çalışmalar, bireyin bir anda tüm gündelik aktivitelerinin değişmesine neden olarak bireylerde farklı davranışların ortaya çıkmasına ve bireyin bu sürece zor adapte olmasına yol açmıştır.
Aniden değişen toplumsal düzen beraberinde belirsizliği getirmiş ve salgının en başta yaymış olduğu korku da bireylerin davranışlarına etki etmiştir. Daha salgın bizim ülkemizde yayılmadan önce Çin’in Wuhan kentindeki insanların sokağa çıkma yasağıyla karşılaştıklarında marketlere akın etmesini televizyonlardan izlerken birkaç ay sonra bu sefer bir anda aynı manzaranın içerisinde biz yer aldık. Ve yine iki hafta önce aniden gelen hafta sonu için ve herkesi kapsayan ilk sokağa çıkma yasağı kararıyla toplumun birçok yerinde insanlar kendilerini marketlerde buldular üstelik sosyal/fiziksel mesafeye ve kişisel hijyene (maske takımı vs.) dikkat etmeden. Bu durum aslında toplumun sadece salgından değil aynı zamanda açlıktan, temel ihtiyaçlarını karşılayacak kaynaklardan yoksun kalmaktan korktuğunu da bizlere göstermiştir. Ancak toplumda herkes bu kaynaklara ulaşabilecek kadar maddi yeterliliğe sahip midir? Bir yerlerde bizim korktuğumuz şeyi yaşayan hayatlar yok mudur? Korktuğumuz şey toplumumuzda bazı hayatların gerçeği değil midir? Yani toplumumuzda bir yandan temel ihtiyaç ve görece diğer gereksinim kaynaklarına ulaşabilecek maddi yeterliliğe sahip bir kesim var iken bir yandan da zaten önceden de bu yeterliliğe sahip olmayan ve salgın sürecinde değişen düzenle birlikte daha da zor durumda kalan bir kesim vardır. Durum böyle olunca temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek güce sahip olamayanlar aynı zamanda da pandemiden korunabilmek içinde gerekli önlemleri alamayan bireyleri ve aileleri oluşturmaktadır.
Bu süreçte kendilerini veya ailelerini geçindirmek için çalışmak zorunda kalan pek çok çocuk, genç, birey ve göçmenin de tehlikede olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Zira onlar da virüsten etkilenebilecekleri gibi aynı zamanda virüsün taşıyıcısı konumundadırlar da. Her iki durumda da hayatları söz konusudur. Eğer çalışmazlarsa geçinemeyecekler ve eğer çalışırlarsa bu sefer de hem kendilerinin hem de çevrelerinin sağlıkları risk altında olacaktır. Yani neyi seçerlerse seçsinler (ki seçme gibi bir ihtimalleri de olmuyor çoğu zaman) her iki durumda da bir zorluk içerisindedirler.
Çalışmaya devam eden veya etmek zorunda olan meslekler arasında çalışmalarını evden devam ettirenler ile evden devam ettiremeyenler arasında da bir ayrım söz konusudur. Pek çok banka çalışanları, özel şirketlerde çalışanlar, öğretmenler vs. çalışmalarını evden devam ettirme imkânına sahipken sağlık çalışanları, kargocular, pazarcılar, kasiyerler, eczacılar gibi pek çok meslek grubu da bu imkâna sahip değildir. Bu meslekler arasında her ne kadar gerekli önlemleri alabilen bireyler olsa da gerekli önlemleri alamayan bireyler de söz konusudur ki bu önlemler alınsa bile yeterli olup olmadığı da ayrı bir tartışma konusudur.
Fakat toplumda, çalışmak zorunda kalanların varlığı söz konusu olduğu gibi kendilerini veya ailelerini geçindirebilmek için çalışamayanların da varlığı söz konusudur. Şu an hepimiz yaşadığımız yerde etrafımıza bir göz attığımız zaman küçük işletme ve esnafların kapandığını görmemiz mümkündür. Belki de bu durumdan en çok etkilenenler arasında yer almaktadırlar. Zira geçim kaynaklarına önemli bir katkısı olan bu çalışma yerlerinin kapanması bireyleri ve aileleri kısıtlamaktadır hatta temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayacak duruma getirmektedir. Ayrıca elbette toplumun her kesimi aynı vaziyette değildir ancak sosyolojinin bu süreçte görmesi gereken en önemli kesim, toplumun her bakımdan dezavantajlı konumunda yer alan bireyler veya ailelerdir.
İçinde bulunduğumuz süreçte çalışmak zorunda olanlar ve çalışamayanlar arasındaki ayrımın önemi kadar aslında hem bireysel olarak hem de toplumun geneli için ekonominin sağlıklı bir şekilde dönmesi de bir o kadar önemli bir mevzudur. Bu durumda kısıtlanmış çalışma hayatı ne kadar uzun devam ederse o kadar çok gelecek günlerde çeşitli sorunların ortaya çıkması söz konusu olacaktır. Dolayısıyla bu süreci en kısa zamanda atlatabilmek için bireysel sağlık açısından sağlık çalışanlarına ihtiyaç olduğu kadar toplumsal sağlık ve ileride önemli toplumsal sorunların meydana gelmemesi açısından ise sosyolojiye ve sosyologlara da bir o kadar ihtiyaç vardır. Nasıl ki virüse yakalanmamak için uyulması gereken kurallar ve bir düzen varsa bireyler aracılığıyla da toplumun sağlıklı işleyebilmesi için de bir düzene ve dengeye ihtiyaç vardır. Bu düzen ve denge ancak toplumun dezavantajlı konumunda yer alan kesimin ve pandemi dolayısıyla ortaya çıkan toplumsal kurumlardaki sorunların iyileştirilmesiyle sağlanabilir.
Öte yandan meydana gelen eşitsizlikler ve değişime uğrayan ekonominin yanında toplumun temel taşı olan aile kurumunda da sorunlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Yine toplumumuzda bir tarafta bu süreçte iyi bir ev yaşantısı geçiren bireyler varken bir tarafta da aile ilişkilerinin daha da zayıfladığı bireyler vardır. Ve her iki ailedeki bireylerin rollerinde yük paylaşımının da eşitsizleştiği ayrı bir meselenin de ortaya çıkmış olması da söz konusudur. Zira bir an da belki de aile bireylerinin aynı anda ilk defa evde bu kadar uzunca bir vakit birlikte zaman geçirmeye başlamaları temelde iletişim sorunlarına ardından ise başka çatışmalara neden olmuştur. Aile içinde meydana gelen bu çatışma, aile üyelerinin her birini etkileyerek yeni zorlu bir sınavdan geçmelerine veya geçememelerine yol açmaktadır. Toplumun temel taşı olan aile ne kadar sağlıklı bir ilişkiye sahip ise toplumlar da o kadar sağlıklı bir yapıya sahip olur. Aynı şekilde toplumlarda ne kadar sağlıklı bir yapıya sahip olursa aileler de bir o kadar sağlıklı bir ilişki içerisinde olur.
Kısacası artık bu süreçte toplumun her alanında veya kurumunda bir aksaklık ve eşitsizliğin meydana geldiğinden bahsedebilmek mümkün hale gelmiştir. Bu durumda salgının sadece tıbbi bir mesele değil aynı zamanda psikolojik ve sosyolojik bir mesele olduğu da aşikârdır. Peki, sosyolojinin ve sosyoloğun bu süreçte önemi ve görevi nedir, sosyolog nasıl bir işleve sahip olacaktır? Öncelikle yukarıda bahsedilen tüm bu durumların daha detaylı bir tespiti için aslında alınması gerekli olan önlemlerle birlikte bu süreçte bir sosyoloğun sahada olması gerekir. Zira var olan bir sorunu çözebilmek için öncelikle o sorunu anlamak ve o sorunun nedenlerine inmek, düzen ve denge için yapılabilecek ilk adımdır. Keşfedilecek olan bu nedenler ise sorunun giderilmesi için ileri sürülecek olan çözüm önerilerinin temelini teşkil etmektedir. Yani bir soruyu çözebilmek için veya bir soruya yanıt verebilmek için öncelikle o soruyu anlamak gerekir. Örneğin Sağlık Bakanlığı tarafından açıklanan bilgiler doğrultusunda salgının merkezinin İstanbul olduğu ve İstanbul’u da diğer iki büyük şehrin (İzmir ve Ankara) takip ettiği ortaya çıkmıştır. Koronavirüs vaka sayısının en fazla olduğu il İstanbul iken bu vaka sayılarının da en fazla olduğu ilçeler ise Esenyurt, Küçükçekmece, Avcılar, Bağcılar, Esenler, Bahçelievler, Bayrampaşa, Bakırköy, Zeytinburnu ve Güngören’dir. Bu bölgelerde salgının daha yoğun olmasının nedenini ortaya çıkaracak olan bilim sosyolojidir. Nedeni ortaya çıkan bir sorunun çözüme kavuşturulması daha kolay hale gelecektir. Bu durumda sosyolog, var olan olgunun merkezine giderek gözlem ve araştırmalarıyla birlikte bir rapor sunmalıdır. Sunulan bu rapor doğrultusunda salgının bu gibi bölgelerde nasıl daha aza indirilebileceği, toplumsal alanlarda ilişkilerin ve etkileşimlerin nasıl iyileştirilebileceği, herhangi bir konuda ihtiyaç sahiplerine yönelik ne gibi desteklerin sunulabileceği gibi pek çok konuda çözüm önerilerinin hazırlanması mümkün hale gelecektir.
Sonuç olarak toplumun her alanında meydana gelen aksaklıkların iyileştirilebilmesi, ortaya daha büyük sorunların çıkmasının engellenebilmesi için sosyologların bu salgın sürecine dâhil olması gerekmektedir. Zira toplumda parçalanmış bir şekilde farklı kesimlere ve alanlara farklı düzeylerde etki eden bu salgının toplumsal kontrolünü sağlayabilmek için sosyoloji bilimine ve sosyologlara ihtiyaç vardır. Bütünün iyiliği için öncelikle parçaların iyileştirilmesi önem arz eder. Toplumdaki bu parçalar da ekonomik, kültürel, hukuki, eğitim vs. açısından dezavantajlı gruplardan oluşmaktadır. Her ne kadar virüs avantajlı veya dezavantajlı grupları ayırt etmeksizin her kesime etki etse bile bu virüsten en çok etkilenen kesimlerin de dezavantajlı kesim olduğu gün gibi ortadadır. Dolayısıyla nasıl ki sağlıklı bir vücut için tıp bilimi gerekli ise sağlıklı bir toplum için ise sosyoloji bilimi de bir o kadar gereklidir.
Hazırlayan: Hilal EKŞİ /İstanbul Medeniyet Üniversitesi