Tarihte daha önce olmayan ve “burjuva” olarak nitelendirilen toplumsal tipin, bir sosyolojik olarak incelenmesi önem arz etmektedir. Bu bağlamda ilk önce burjuva kavramının tanımlanması gerekmektedir. Burjuva kavramı, “şehirli özgür insanlar (freemen) topluluğunu anlatmak için kullanılıp, asıl olarak on altıncı yüzyıla özgü olan Fransızca bir terim” şeklinde tanımlanmıştır (Marshall, 1999: 84). Belirtmek gerekir ki Marshall, tanımın devamında burjuva kavramını detaylı bir şekilde anlatmıştır. Burada yalnızca burjuvazi hakkında yüzeysel tanım gerekli görüldüğü için kısaca yapılmış olan tanımdan yararlanılmıştır.
İlk defa olarak tarihte toplumsal bir tip icra eden ve içeriği bakımından da kapitalist çerçeveden ayrılıp incelenen burjuva, rasyonel bir sosyal tipi teşkil etmektedir. Kapitalizmin ilksel birikimini sağlayan burjuvanın gerek toplumsal pratiklerde gerek kendi iç dinamiklerinde çarpıcı detaylar barındırmaktadır. Burjuva, yalnızca kapitalist ilişkilerin içeriğinde olan ve ticaret ile ilgilenen kimse demek değildir. Burjuvanın bir geçmişi ve değişip gelişen bir sistematiği vardır. Sombart, burjuvayı anlatırken; “Bana göre kentte oturan herkes ve karşımıza ilk çıkan tüccar ya da zanaatkâr ‘burjuva’ değildir. O, bu burjuva görünüme sahip gruplar arasında yetişmiş ve onların arasından çıkmış olan özel bir tiptir” şeklinde bir yorum yapmıştır (Sombart, 2008: 109). Burada bahsedilen “özel tip” esasında Max Weber’in analizinde görünen burjuvanın sosyal bir tip olduğu görüşüne benzerdir.
Max Weber, kapitalizmin Batı’da doğmasının temelinde dinin önemine vurgu yapmıştır. Modern kapitalizmin bir rasyonaliteye dayandığını ve bunun da kapitalist eylemin temelini oluşturduğunu öne sürmüştür. Kapitalist eylemin dayandığı rasyonalite ile Protestanlık öğretisi arasında içsel bir bağlantı olduğundan söz ederek çalışmasının tezini geliştirmiştir. Düşünsel olarak kapitalizmin gelişimine zemin hazırlayan etkenin Protestanlık olduğunu açıklamıştır. Protestanlık, motivasyon olarak dünyevi zevklerden sakınmayı ve ibadet biçimi olarak da çalışmayı belirlemiştir. Birikim, sermayenin oluşmasında bir etken olmaktadır. Gelir birikimi ve daha sonra bunun yatırıma dönüşmesi rasyonel bir davranış olarak belirtilmiştir. Örneğin giderlerin, geliri geçmemesi üzerine yapılan bir öğüt, burjuva aile babasının yaptığı türden bir öğüdü teşkil etmektedir. Bu bağlamda bir Protestan’a göre ibadet etmenin karşılığı çalışmaktır. Protestan ahlakına göre bir tür meslek ahlakını teşkil etmektedir. Kişinin dünyaya geliş amacıdır. Yalnızca geçinmek için yapılan bir uğraşıdan ibaret değildir. Meslek, kişinin dünyaya geliş amacı ve yapmaya çağırıldığı uğraşıdır. “Çağrılma” kavramına dikkat çekmek gerekir. Almanca’da “beruf” kelimesinin karşılığı meslektir. “Rufen” kökünden türemiştir. Max Weber’in “Meslek Olarak Bilim” eseri tam olarak bunu anlatması açısından önemlidir. Kapitalist girişimci olarak iyi bir Protestan’ın varlık nedeni, dünyevi zevklerle kuşatılmış bir biçimde zorlu bir sınav olacak şekilde bunlardan sakınarak mazbut bir yaşam sürmek, lüks tüketimden nefret etmek ve sürekli biriktirmektir. İlk burjuvaların kapitalist eylem biçimine ilişkin ilkel birikim ve tasarruf etme biçimlerinde aristokrasiye duyulan nefret öne çıkmıştır. Çünkü aristokrasi şatafatlı bir tüketim sergilemiştir. Aristokrasinin görkemli sarayları, süslenmiş baloları ve olağanüstü tüketim eğilimi Protestanlığa göre uygun olmayan davranışlar olmuştur. Yaşam felsefeleri mazbuttur ve dolayısıyla farklıdır. Weber’e göre “çoğunun yaşam biçimi asketik bir eğitim taşır” ve dolayısıyla dünyevi zevklerden sakınarak yaşamayı içerir (Weber, 2014: 79). Weber, çalışmasında kapitalist mekanizmayı çalıştıran varlığın da sosyal bir tip olarak ilk portresini çizmiştir. Weber’in burjuva ile ilgili saptamaları bu bakımdan önemlidir. Kapitalizmin nesnel ve kurumsal koşulları Batı’ya özgü burjuva tipinde özgün aktörünü bularak böylece şekillenmektedir. Weber, kapitalist birikimi çerçeveleyen etik ve dinsel şemsiyenin Protestan ahlakı tarafından verildiğini vurgulamıştır.
Piyasa mekanizmasını çalıştıran aktör burjuvadır. Weber’de burjuvanın asketik ve püriten dünyasına değinilmiştir fakat bu söylem burjuva dünyasının tek bir boyutunu temsil etmektedir. Burjuvanın dünyası ikiliklerle doludur. İkiliğin ve daha fazlasının anlaşılması bakımından XIX. yüzyıl burjuvasının evinin kapısından içeriye Eric Hobsbawn rehberliğinde girmek gerekmektedir. Evin, burjuva dünyasının sembolik özünü teşkil etmesinin nedeni burjuvanın düalist dünyasının çekirdeğini oluşturmasıdır. Dışarıdaki piyasanın kurtlar sofrası olduğu yerde içerideki ailenin sıcaklığını temsil eder. T. Hobbes’un “insan insanın kurdudur” deyişi tam olarak bahsedilen kurtlar sofrasını betimlemektedir. Burada bahsi geçen kavram dışarıda kalan piyasadır. Burjuva dünyasında bu mutlak karşıtlığın varlığı net bir şekilde görülmektedir. Sosyal bir tip olan burjuvanın evi, kutsanmış bir yer, bir erkek ve toplumun sorunlarından azade bir yer olarak vurgulanmaktadır.
Merasimler, törensel akşam yemekleri, bayram günlerinde gerçekleşen aile içi merasimler hiyerarşik mutluluk yanılmasını daha da pekiştirmektedir. “Ev, burjuva dünyasının simgesel özüydü; çünkü bir burjuva, ancak burada toplumunun sorunlarını ve çelişkilerini unutabiliyor ya da yapay olarak bertaraf edebiliyordu” (Hobsbawn, 2003: 251). Yılbaşı ağacının gölgesinde düzenlenen yılbaşı yemekleri oldukça tipik bir içerik olarak yansımaktadır.
XIX. yüzyıl burjuvasının evine girildiğinde görünen sıkışıklık ve gizlenme simgesel anlamda ilk izlenimi oluşturmaktadır. Dışarıya karşı yalıtılmış olan ev, pencerelerin kalın perdelerle kapatılmasıyla çerçevelenmiştir. Tavanlara devasa avizeler eşlik etmektedir. Halılar yerlere, konsüller de duvarlara eşlik etmektedir. Koltuk yüzleri koltuklara, peruklar ve elbiseler de insanlı giydirmiştir. Kaplamasız ve işlemesiz hiçbir yüzey yoktur ancak hizmetçi odasının çıplaklığı bunlarla keskin bir biçimde karşıtlık içermektedir. Evin zeminine dayanıklı malzemeler eşlik etmektedir. Eşyalar, daha çok işlevleriyle öne çıkmaktadırlar. “Burjuva yaşamının gerek tasarısı gerekse gerçekliği olarak, hatta insanın dönüştürücüleri olarak, birer kişilik ifadesi olarak da kendi başlarına değerleri vardı” (Hobsbawn, 2003: 252). Bahsedilen tüm unsurlar bir çerçeve oluşturarak “ev” kavramında bütünlük oluşturur. Buna ek olarak ise burjuva dünyasının içsel birikimini teşkil eder. Bu anlamda bakıldığında burjuvanın dünyası mazbut bir tablo olarak da karşımıza çıkar.
Burjuva dünyasının güzelliğin, şeylerin düzeylerine uygulanan bir şeye tekabül eder. Güzelliğin ile mazbutluk arasında doğan ikilik göze çarpmaktadır. Güzellik, burjuvanın evine girildiğinde süsleme olarak dikkat çeker. “Mazbutluk ve güzellik arasındaki bu ikilik, maddi olanla ideal olan, bedensel olanla tinsel olan arasında, burjuvazinin dünyasına özgü keskin bir ayrımı ifade etmekteydi” (Hobsbawn, 2003: 253). Dünyevi-kutsal ayrımının modernleştirilmiş formları, burjuvanın dünyasında doğan ikiliklerin meydana gelmesinde rol oynar. Burjuva dünyasının temel niteliği ikiyüzlülüktür. Madde ile ruh arasında doğan ikilik, bunu da açığa çıkarır. İkiyüzlülük, yapısal bir durumu işaret etmektedir. Evin “huzur yuvası” olarak tasarlanmasında başlayan ikiyüzlülük, cinsellik alanında gözler önüne serilmiştir. Özetle, “ihtiras başka şey, ‘çocuğumun annesi’ tümüyle başka bir şeydir” (Hobsbawn, 2003: 254). Bir kurum olarak göze çarpan metreslik, gayrimeşru çocuklara tolerans gösterecek yolları da bulmuştur. Yasal varisin var olan imtiyazını korumak için yeni mekanizmalar üretilmiştir.
Burjuva toplumunun aile yapısı ataerkil biçimdedir. Sosyolojik anlamda bir sınıf olarak burjuvazinin çelişkisini oluşturan bu durum Hobsbawn tarafından da derinlemesine incelenmiştir. Kişisel bağımlılık ilişkisini de içeren bu durum üstünlüğe dayanmaktadır. Bir iktidar ilişkisi bakımından incelenecek olursa, burjuva aile yapısı ile burjuva toplum yapısı çatışma durumundadır. Çünkü burjuva ailesi, özellikle onlar için sembolik bir özü oluşturan ev incelendiğinde de görüldüğü gibi dışarıya karşı zıtlıklar beslemektedir. Bağımlılık ilişkisi kadınların ve çocukların üzerine işlenmiş tahakküm ilişkisiyle bağlantılıdır. “Ancak, bir burjuva toplumunun bu aile yapısını mantıksal olarak dağıtmasını ya da dönüştürmesini beklerken, burjuva toplumunun klasik çevresi, tam tersine onu güçlendirdi ve abarttı” (Hobsbawn, 2003: 261).
Burjuva dünyasının geçirdiği dönüşüm, bu dünyanın ev özelinde değerlendirilmesine paralel olarak gözlemlenebilir. Burjuva evinin içeriği, geçirdiği mimari dönüşüm üzerinden de takip edilebilir. Bu dönüşüm “hayatın özelleştirilmesi” olarak adlandırılmaktadır. Evin ortak kullanım alanları olarak bilinen bu mekanları gittikçe küçülür. Kimi zaman da ortadan kalkar. Ancak bununla paralel olarak yaşanan bir değişim bulunur. Bunlar olurken, aile fertlerine ait olan odalar, tek tek özel odalar gittikçe çoğalır. J. Habermas (2003: 119)’a göre büyük şehirlerde yer alan modern özel evlerde, evin işlevlerini ayrıştırmadan işleyen mekânlar küçültülmüştür. Habermas’a göre, “burjuvanın net olarak örgütlenen eylem alanları, bir insanın ve bir yurttaşın post-geleneksel yaşam dünyasının temellerini oluşturur: Özel ve kamusal alan” (Löwy, 2018: 163).
Geniş ailenin, çekirdek aileye dönüştüğü bu süreç içerisinde şölenler, yerini akşam davetlerine bırakmıştır. Aile odası ise toplu olarak bulunulan oturma odasına dönüşmüştür. Bu dönüşüm içerisinde salon da ortaya çıkmıştır. Salon, cemiyete aittir ve eve bağımlı değildir. Salon cemiyeti, evin ruhuna uzaktır. Burada yatan sembolizm önemlidir. “Özel alan ile kamu alanı arasındaki aynın çizgisi, evin tam ortasından geçer” (Habermas, 2003: 119). Özel şahısların, özel odalarının mahremiyetlerinden çıkarak salonda meydana gelen kamusallığa dahil olmaları sembolik bir nitelik taşımaktadır. Diğer taraftan özel alan ile kamu alanı arasında belirginleşen ikiliğin, burjuva dünyasının teşkil ettiği ikiliklerle bağlantılı olduğu açıktır. Bu türden bir ayrım ilk bakışta çekirdek ailenin içsel alanını kutsuyor gibi görünse de özel şahsın zorlayıcı ilişkileri bağlamında psikolojik tatminin ve kendini gerçekleştirmenin kaynağı olarak tahayyül edilir. Ancak bu tamamen kurgusal bir imgeyi teşkil etmektedir. Habermas, kamusal alan ile özel alanın “burjuva yaşamın gerçekleriyle sürekli olarak değillendiğini” belirtmiştir (Löwy, 2018: 163). Birincisi, cinsellik alanında yapılması gereken bir tespit ile açığa çıkacaktır. İkiyüzlülük ve metres kurumları incelendiğinde burjuva ailesinde mülkiyetin aktarılması noktasında miras yolunun seçilmesinde göze çarpan bazı noktalar olmaktadır. Bu durumun özel bir işlevi teşkil ettiği açıktır. Görüldüğü üzere burjuva ailesinin çıkarsız ve işlevsiz bir birlik olduğu görüşü bir yanılsamayı temsil eder. Diğer yandan baba otoritesi işleviyle aile üyelerinin topluma dahil edilmesi işlevini karşılar. “Psikolojik özgürlük deneyimi” olarak adlandırılan bu durumun keskin içerikleri açığa çıkardığı görülür. Babanın otoritesini içselleştiren ve bir şiddet formu olarak derinlere götüren bir süreç olarak öne çıkar. İçselleştirme mekanizması da söz konusu ataerkil çekirdek aileye ayrılmaz biçimde bağlıdır. İkincisi, burjuvanın piyasadaki ve kendi firmasındaki özerkliğine karşı kadının ve çocukların aile babasına olan bağımlılığı karşılık gelmektedir. Anlaşıldığı üzere pazardaki özerklik ve ev içerisinde gerçekleşen tahakküm birbirine bağımlı olan ve birbirini varsayan iki ayrılmaz durumu teşkil etmektedir. Gönüllülük esasını tamamen keyfi ve tamamen hayali kılan bu durum, burjuva aile yapısının çarpıcı bir gerçeğini daha ifade eder. Üçüncüsü, burjuva ailesinin etki altında kalmadan sevgi birlikteliği oluşturduğu fikri bir yanılsamadan ibarettir. Burjuva ailesi, sermayeyi arttırmayı ve korumayı amaç edindiğinden kaybetmeye yönelik kaygılarından kurtulamayacaktır. Bu durum görüldüğü üzere aşk-mantık çelişkisi olarak kurulduğu andan itibaren çekirdek aile kurumunun temelinde yer etmiştir. Aşk-mantık çelişkisi edebiyatta ve daha sonrasında tiyatro, sinema gibi sanat alanlarında da işlenen bir tema olmuştur. Sonuç olarak, burjuvanın evi ve bu ev içerisinde yaşayan ailesi, modern birer kurgu olarak hem yurttaş hem de aile reisi olarak burjuvanın ikiyüzlü dünyasının sembolik özünü teşkil etmektedir.
Sonuç olarak, bir sosyal tip olarak burjuvazinin dünya görüşünü ve karakteristik özelliklerini açıklama bağlamında M. Weber, J. Habermas ve E. J. Hobsbawn literatüre çarpıcı nitelikler sunmuştur. Burjuva ailesinin ikiliklerle dolu yapısını, ikiyüzlülüğün meşru bir hâl almasını ve ilksel olarak Protestanlık etkisinin burjuva dünyasının dönüşümünde aldığı rolün sunulması bakımından söz edilen düşünürlerin fikirleri önemlidir. “Weber’i kapitalizmin yükselişinde çileci Protestanlığın rolünü analiz etmeye kışkırtan en dolaysız kaynak, muhtelemen Sombart’la kurmuş olduğu ilişkiydi (Giddens, 2013: 73). Weber’in rasyonalite kavramı ile Habermas’ın kamusal alanın oluşumu ile ilgili olan görüşleri paralel olarak incelenebilir bir şema göstermektedir.
KAYNAKÇA
- Giddens, A. (2017). Siyaset, Sosyoloji ve Toplumsal Teori, (Çev.: Tuncay Birkan). Metis Yayınları. İstanbul.
- Habermas, J. (2003). Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, (Çev.: Tanıl Bora, Mithat Sancar). İletişim Yayınları. İstanbul.
- Hobsbawn, E. J. (2003). Sermaye Çağı, (Çev.: Bahadır Sina Şener). Dost Kitabevi Yayınları. Ankara.
- Löwy, M. (2018). Demir Kafes, (Çev.: Nihan Çetinkaya). Ayrıntı Yayınları. İstanbul.
- Marshall, G. (1999). Sosyoloji Sözlüğü, (Çev. Osman Akınhay, Derya Kömürcü). Bilim ve Sanat Yayınları. Ankara.
- Max, W. (2014). Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, (Çev.: Mehmet Ökten). Tutku Yayınevi. Ankara.
- Sombart, W. (2008). Burjuva, (Çev.: Oğuz Adanır). İletişim Yayınları. İstanbul.