The Platform filmi, Instagram canlı yayınımızda analiz edilmiştir. Yapılan canlı yayında The Platform filmi analizi yapılmıştır. Analiz yapılırken ‘sosyolojik bakış’ kullanılmıştır. İyi okumalar.
The Platform Filmine Sosyolojik Bakış
Ana merkezine kapitalist düzeni, zengin-fakir arasındaki farkı, sosyal asalaklıkları, haksızlıkları, rekabeti ve adaletsizliği anlatan bir film. Film zimbardo deneyinden esinlenmiş olabilir. Biliyorsunuz ki zimbardo deneyi yetmişli yılların başında, öğrencilerin gardiyan ve suçlu olarak ayrıldığı ve kısa sürede rollerini kabullendiği bir deney. Sosyal psikolojik açıdan ‘’the platform’’ filminin başrolünü oynayan Goreng’i ele aldığımızda; kendi rızası ile katılmış olduğunu ve kısa sürede platformun getirdiği rolleri üstlenmek durumunda kaldığını görmekteyiz. Kendine aykırı gelen durumları; ilk başta aynı platformu yüzlerce kişiyle paylaşma, Nobert Elias’ın bahsettiği tüm uygarlık sürecinde kazanılan alışkanlıkları bırakmak zorunda kalması, elle yemek yemeden tutun da aynı katta kaldığınız kişiyi yeme veya yemek için birilerini öldürme düşüncesine kadar pek çok düşünceyi kabullenmek zorunda bırakılmıştır. Ancak ‘’aristokratik fakirliği’’ bizlere anımsatan yönleri de bulunmaktadır. Yani kişinin sadece parasını, mal varlığını kaybetmesi fakir olduğunu bizlere düşündürmeye yetmemektedir. Geçmişinden gelen bir düzen, kültürel birikim sayesinde, rolleri temel ihtiyaçlarını karşılamak için yerine getirse de asıl hedefi sosyal eşitliği sağlayarak platform içindeki herkesin besinlere ulaşabilmesini sağlamaktır. Bu düşünceye sahip olduğu kültürel birikimin ipucunu film bize sadece bir eşya alma hakkı tanıyan platforma girişte Goreng’in Don Kişot kitabını seçmesi ile vermektedir. Sadece bu cümle ile kitap imgesini geçiştirmek mümkün değildir. ‘’dağlarda bilginler, çoban kulübelerinde de filozoflar yetişir.’’ Alıntısından da anlaşılacağı üzere Goreng’in kat arkadaşı Trimagasi de ondan önceki tecrübelerine dayanarak filozofluk rolünü üstlenmektedir. Filmde onunla girdiği toplumsal eleştiriler bize Don Kişot’un kitabında işlediği sosyal hoşgörüsüzlüğü de göstermektedir.
Filmde, hapishane ve platformun ayrı ayrı kapitalizmi anlatan bir metafor olduğu çok açıktır. Hapishane bir habitustur. Habitus; insanlara toplumsal hiyerarşide aynı konumda olma, belirli bir gruba, grup içinde bir gruba veya toplumsal bir sınıfa ait olma duygusunu verir. Kültürlü, zarif, uygar veya zevk sahibi olmanın neleri içerdiği ve nasıl dışa vurulduğu, bir toplumda her zaman “saygın” egemen sınıflar tarafından belirlendiği için, üst sınıflar kendi habituslarını alt sınıflara karşı mesafe koymak için kullanır. Bu şekilde toplumda sürekli olarak kültürel egemen üst sınıflarla kültürel olarak onlara benzemek isteyen alttan gelen “yeni yetmeler” veya “sonradan görmeler” arasında statü, üstünlük veya yer tutma savaşımları yaşanır. “Kültürel sermaye” “ekonomik sermaye”ye ulaşmada bir araç olabilir, fakat saygınlık, şöhret, toplumsal konum vb. etkenlerden oluşan “sembolik sermaye”yi arttırmak her zaman doğrudan ekonomik sermayeyle sağlanamayabilir. Bu düzende de herkesin beslenebilmesi için mahkûmların sosyal demokrat bir ortamda rasyonel şekilde hareket etmeleri gerektiği tezini savunur. Bu aşamada alttaki insanları ikna etmek (herhangi bir şekilde) mümkün olabilirken, üsttekileri ikna etmek ise imkânsızdır.
Bir üst katta bıçağı ile sadece oturan ve toplumsal eleştirilerde bulunan, bilge adam bir alt kata geçtiğinde habitusun değişmesi ile ahlaki ve vicdani erezyona sürüklenmektedir. Filmin ilerleyen kısımlarında kat arkadaşını kesmek için bağlaması ve onu yemesi gereken en son süreye kadar beklemesi bize bir yandan şehir merkezinden uzaklaştıkça artan suçluluk oranlarını da hatırlatmaktadır. Platformun en üst katını merkez olarak belirlersek, aşağı indikçe Chicago kuramında olduğu gibi suçluluğun ekolojisi de belirginleşmekte ve kabullenilmektedir. Eğer 200. Katta uyandıysan öldürmekten başka çaren yok gibi. Ancak platform üzerinde kadın metaforu suçluların her sınıftan karşımıza çıkabileceğini de hatırlatmaktayken, Baharat karakteri ırkçı görüşlere ve halo etkisine karşı yaratılmış olabilir. Oscar Wilde’nin yoksulluk kültürü makalesindeki gibi suç ekolojisinde, yoksulluk ekolojisinde doğmuş olmanın kültür olarak görülmesine karşı bir eleştiri getirilmiş olduğu gözlemlenebilir.
Katlar arasındaki yolculukları acımasız bir verimliliktedir. Bu yolculuklarda seyirciyi aşağı-yukarı gezdirerek, yer yer sınırları zorlayan vahşete tanıklık ettirir. bu tanıklıkla, sosyo-ekonomik hiyerarşinin arasındaki mesafenin, kapitalizm vahşileştikçe ne denli derinleştiğini anlamamızı sağlar. Maslow’un hiyerarşik piramidini göz önünde bulunduran bir sıralama olarak da görebiliriz hapishaneyi. En alt katı temel ihtiyaçları bile zor karşılarken en üst katta başarı ve saygı bulunmaktaydı. Ancak diğer yandan, ülkeler bağlamında bir eleştiri olarak bile düşünmemiz mümkündür. Wallerstein merkez-çevre ülkeler üzerinden gelişmekte olan ya da gelişmemiş olan ülkelerin fakirliğe mahkum kalması ve gelişmiş ülkeler tarafından daima kaynak olarak görüleceği kuramını bizlere yansıtmaktadır.
Filmin içerisinde dini yönde atıf yapılan bir diğer nokta 333 katlı El Hoyo’da 666 mahkumun bulunmasıdır. Hristiyanlıkta şeytana ait kabul edilen bu sayıları seçmeleri ile Don Kişot’un engizisyonun insanlar üzerindeki acımasızlığını ve kalıcı etkisini eleştirmesindeki benzer noktalar ele alınacak olursa, Hapishaneyi aslında bir şeytani yere, Goreng ve Goreng’in yanına sonradan gelen kız kat arkadaşını da melek ve Mesih’e benzetmek istemiş olunabilir. Şayet böyle bir durum söz konusu ise filmin sonunda küçük kızın 1.kata gönderilmesi de aslında eski inançlar ve dört büyük dindeki kurban anlayışına benzetilmiş olabilir. Kurtuluşun, kötülüklerden sıyrılmanın yolu olarak kurban etme anlayışının olduğu dinlerden seküler çağa doğru evrilmenin getirdiği süreci anlatmak istiyor olabilir. Yetersiz kaldığı düşüncesi ile beraber sadece böyle bir bakış açısının da olabileceğini belirtmekte fayda var diye düşündüm.
Platform metaforu, uğruna savaş verilen her türlü kaynak olarak düşünülebilir. Kaynakları yeniden dağıtmak isteyen sosyalist düşüncenin aynı zamanda kimin ne kadar almasına karar verme gücünü kendinde var hissetmesi kapitalizmin kendini yeniden ürettiği bir noktadır. Kaynağa sahip olanın güce sahip olmadığı, eşit payların alınması dahilinde sorunlara çözüm bulunacağı Rousseau’nun düşüncesindeki , doğru bir siyasal toplumun temellerini ortaya koyabilmek için olguların bir yana bırakılması gerektiğine benzetilebilir. Çünkü ona göre salt olgulardan hareket edildiğinde, çıkarlar, yararlar ön plana yerleştirilmekte ve böylece adalet, hukuk ayaklar altına alınmaktadır. Rousseau, güçlünün haklı kabul edildiği, siyasal toplumun kökenine olguları yerleştiren, olgusal verileri ve kuramları tıpkı film gibi eleştirmektedir. Sonuna yeni geliştirilen kuram gibi bir çocuğun yükseltilmesi metaforu, bizlere saflığın ve sabrın, iyiliğe ve doğru olana bizi ulaştıracağını temsil ettiğini söyleyebiliriz.
Film yer yer yavaş seyretsede bitmesi gereken sürede bitmiştir ancak bitmesi gereken bir sonla bittiğini düşünmüyorum. Çünkü film içerisinde yapılan mantık hatalarının en azından telafisi olarak daha güzel bir son düşünülebilirdi. Modernizmin getirdiği Simmel’in bahsettiği yabancılaşma, bireysellik ve kimseye güven duymama, kendini güvende hissetmeme üzerine Goreng’in en alt katta kalmasıyla sonuçlanmaktadır. Filmin sonu aslında kızın üst kata çıkmasında değil , Goreng’in aşağıda kalmasıyla bitmektedir benim yorumuma göre. Ben böyle bir film çekecek olsaydım, filmin sonunu Goreng’in platformu bozması ile üst kattakilerin dikkatini çekebileceğini ve El Hoyo’ya girip şartları kendilerinin görmesi ile düzeltilmeye gidilmesini isterdim. Çünkü işleyişte bir sıkıntı olmadığı sürece üst kattakilerin dikkatini çekmek ya da vicdanlı veya sağduyulu olup olmadığını, eşitlik gözetip gözetmediğini bilmemiz mümkün değildir.
Son:
Aşağıdakiler, yukarıdakiler ve düşenler” diye güzel bir replik var, acaba öyle mi, yoksa “tek bir insan mı var; aşağıdan, yukarıdan ve tam karşıdan bakıldığında ayrı gözüken?”