ÖZET:
Türk Alman ilişkileri Cumhuriyet tarihi öncesine dayanmaktadır. Osmanlı İmparatorluğunun dağılma döneminde askeri ve ticari alanlarda karşılıklı tecrübe aktarımları amacıyla çeşitli anlaşmalar yapılmıştır. Daha sonrasında cumhuriyet döneminde ise özellikle 1950 yıllarından itibaren işgücüne yönelik etkileşimler gerçekleştirilmiştir. Nitekim 30 Ekim 1961 tarihinde Türkiye ile Almanya arasında işgücü alımı anlaşması imzalanarak en somut adım atılmış ve iki ülke ilişkileri açısından yeni bir dönem başlamıştır. Türkiye’nin yurt dışına yönelik olarak gerçekleştirilen işçi göçüne ilişkin ilk anlaşma niteliğinde olan bu anlaşma Almanya’nın Bonn şehrine bağlı olan Bad Godesberg’de imzalanmıştır (Dağ Duygu, 2020). İki ülke arasındaki göç süreci bu dönemde misafir işçi (Gasterbeiter) olarak görülse de takip eden yıllarda daha farklı boyutlara erişmiştir. Bu çalışmada Türkiye’den Almanya’ya göç sürecinin işgücü göçü konumundan başlamasından itibaren takip eden yıllardaki tarihsel sürecin incelenerek nasıl bir konuma dönüştüğü incelenmektedir.
Anahtar kavramlar: Göç, iç göç, dış göç
TARİHSEL SÜREÇ:
Türkiye’den Almanya’ya ilk işgücü göçü hareketinin başladığı 1961 yılı ve kısa tarihi öncesinde Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi koşullar ve benimsenen ekonomik politikalar önem arz etmektedir. 1950 ile 1960 yılları arasında siyasi otorite politika olarak Türkiye’nin kalkınması ve ilerlemesinin liberalleşme ile mümkün olacağını benimsemiştir. Siyasi otoritenin başındaki Demokrat Parti iktidarı döneminde ekonominin yabancı yatırıma açılması ve tarımda yaşanan makineleşmeyle, 1950’li yıllarda Türkiye’de tam anlamıyla sosyo-ekonomik temelde bir dönüşüm yaşanmıştır (Dağ,2020). Özellikle tarımda makineleşme iç göç hareketlerinin fitilini ateşlemiştir. Çünkü toprağı işlemek için insan gücüne daha az ihtiyaç duyulmaya başlamış ve tarım işçileri işsiz durumda kalmışlardır. Bunun akabinde köyden kente iç göç hareketleri başlamış bulunmaktadır. 1960 yılına gelindiğinde ekonomik anlamda liberal adımların başarısız olduğu görülmüş, dönemin siyasi diğer faktörleri etkisiyle 27 Mayıs 1960 tarihinde ordu ihtilal yaparak yönetime el koymuş ve Demokrat Parti dönemi sonlanmıştır. Devam eden süreçte 1961 Anayasası kabul edilerek yeni bir döneme girilmiştir. Bu anayasa ile politikalar değişmiş ve ülkenin kalkınabilmesi için yeni yol haritası benimsenmiştir. 1961 Anayasasının Türkiye’nin dış göç hareketleri açısından önemi Türk vatandaşlarına pasaport hakkı verilerek yurtdışına çıkabilmeleri mümkün kılınmıştır. Nitekim kısa sürede de Almanya ile işgücü alımı anlaşması imzalanarak Türkiye’den toplu olarak göç hareketi başlamış bulunmaktadır.
İlk göç hareketinde Duygu DAĞ’ın belirttiği üzere işçiler ‘’anonim’’ şekilde istihdam edilmişlerdir. Almanya’ya gidenlerin %75,6’ sı erkek, %24,4’ü kadın olmuştur. İşçiler yanlarına ailelerini alamamış ve ilk dönem tümü ‘’Heim’’ olarak adlandırılan toplu yurtlarda ikamet etmişlerdir(Dağ,2020).
İşçi alımı anlaşması denilince akla ilk başta kol gücünde çalışan, eğitim seviyesi nazaran düşük kesim anlaşılmasının aksine bu ilk dönem işçi grubu kendilerinden sonrakilerden daha eğitimli ve büyükşehirlerde yaşayan kesimlerden insanlardır. Duygu Dağ’ın bu durumu kişilerin dünya görüşlerine bağlamakta ve kırsaldan kente göç ettikten sonra kendilerine tanınan fırsatı değerlendirmek istemeleri ve iç göç deneyimi sonrası bir sonraki hamleye yatkın kesim insanlar olmalarına bağlamaktadır.
1961-1973 yılları arasında (F.) Almanya’ya gönderilen işçiler birinci kuşak olarak adlandırılmaktadır. Bu kuşağın en belirgin özelliği, Alman toplumu ve kültürü hakkında bilgi sahibi olmamalarıdır. İkamet süreçleri geçici olarak öngörülmesi sebebiyle ‘’konuk işçiler’’ (Gastarbeiter) hakkında ne (F.) Alman ne de Türk birimleri uzun vadeli bir politika üretmek için bir gereksinim duymamıştır. Doğal olarak bu kişilerin Alman toplumuna uyumunu sağlamak amacıyla örneğin dil kursu gibi uygulamalarına başvurulmamıştır. Esas olan, her iki taraf için ekonomiyi kalkındırmak olmuştur(Dağ,2020). Ancak her ne kadar ekonomik temelli bir yaklaşım olsa da insani hareketin gereği olarak zamanla sosyal ve kültürel alanlarda değişim kaçınılmaz olmuştur. Bu durumu Alman yazar Max Frisch şöyle tanımlamıştır; ‘’Biz işçi istedik ama insanlar geldi’’. Bu sözden de anlaşılacağı üzere devletler insanları döviz kaynağı veya makine yerine kullanılacak iş gücü olarak görse de toplum içinde insan hareketleri kendi içi dinamiklerini beraberinde doğurmuş, bu siyasi mekanizmayı toplumsal uyum politikaları düzenlemekte mecbur kılmıştır. Bu düzenlemeler birinci kuşak işçilerin olduğu döneme rastlamasa da ikinci kuşak olarak adlandırılan 1974-1984 arasında Almanya’ya giden işçilerin hayatlarında olumlu bir gelişme olarak kaydedilmiştir. Örneğin bu dönemde Almanca dil kurslarına gönderilerek iki farklı ırk ve toplumdan insanları aynı dilde buluşturma yönünde adımlar atılmış, aile birleşimlerine olanak sağlanarak Türkiye’de kalan ailelerini de yanlarına almalarıyla birlikte belli başlı yerleşim bölgelerinde kendi öz kültürlerini yaşama ve yaşatma olanağı sağlanmıştır.
Türkiye’den Almanya’ya işçi göçü 12 Eylül 1980 darbesinden sonra boyut değiştirmiştir. 1961’den itibaren devam işgücü göçü hareketinden sonra darbeyle birlikte ülkede gelişen siyasi karışıklıktan dolayı bir de siyasi göç hareketi başlamıştır. Bu dönemde siyasi ideolojik sorunlar, fikir çatışmalarından dolayı duyulan kaygı ve korku ortamı Almanya’ya sığınmacı olarak göç etmişlerdir. Burada göçmen ve sığınmacı arasındaki farkı tanımlamakta fayda vardır. Göçmen, gönüllü olarak (kendi iradesiyle) ve kişisel nedenlerle kendi köken yerini terk eden ve belirli bir hedefe yerleşmek üzere giden kişi olarak tanımlanırken, sığınmacı ise; uluslararası bir sınırı geçen ve mülteci statüsü için yaptığı başvuru henüz kabul edilmemiş kişi olarak tanımlanır (Toksöz Gülay, 2006).
Türkiye’den Almanya’ya sığınmacı statüsünde giden siyasi göçmenlerin sayısal verileri (Dağ Duygu, 2020)’ den alınan verilerle tabloda şu şekilde belirtilmiştir:
YIL | SAYI |
1976 | 809 |
1980 | 57,913 |
1985 | 7528 |
1990 | 22,082 |
Kaynak: Abadan Unat (2017), a.g.y., s. 96, Statistisches Jahrbuch 1995 für die Bundesrepublik Deutshland, Statistisches Bundesamt, Wiesbaden, 1995.
Siyasi iltica başvurusunda bulunan Türkler’in işçi statüsünde gidenlerden farklı olarak Alman toplumundan izole bir şekilde kamplara yerleştirilmeleri de ayrıca dikkat çekici bir yaklaşımdır.
1989 Yılına gelindiğinde Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve beraberindeki süreçte Batı Almanya ve Doğu Almanya bloğunun birleşmesiyle Türkiye Almanya ilişkilerinde farklı bir döneme girilmiştir. Birleşmeyle birlikte Türk vatandaşlarının Almanya’da kalıcı duruma dönüşmeleri neticesinde hükümetler uzun vadeli siyasal ve hukuki düzenlemeler yapmak durumunda kalmıştır. Türkler’ in Alman toplumuna uyum sağlaması daha da önem arz etmeye başlamıştır. Zira Alman bloklarının birleşmesiyle birlikte başlayan yabancı düşmanlığı ve ırkçılık olayları Türkler’ in Almanya’da sayıca en fazla yabancı konumda olmalarından dolayı kritik bir hale gelmiştir. Almanya’da bu dönemde yabancıların entegrasyonu gündeme gelmekle birlikte, Alman siyasetinde bazı kesimler entegrasyon yerine asimilasyon görüşünü desteklemiştir. Bu durum iç siyasetlerinin çekişmesinin yanında Almanya’da kalıcı olarak yerleşen Türkler’ in de kaderini çok fazla etkilemiştir. Zira entegrasyon ve asimilasyon birbiri yerine kullanılamayacak kadar iki uzak siyasetin ürünüdür. Entegrasyonda toplumsal uyum sürecinde karşılıklı iki toplumun birbirleriyle yaşamak için istekli olmalarıyla birlikte karşılıklı bir süreç söz konusudur. Ancak asimilasyonda azınlıkta olan ırkın kendi özünü unutturacak derecede yeni topluma tam anlamıyla aidiyeti sonucu doğan bir süreçtir. Sonuç olarak baskın siyaset Almanya’nın göç ülkesi olduğu gerçeği ışığında çok kültürlülük gereği entegrasyon fikri etrafında birleşmişler ve bu durum oradaki Türk vatandaşları için kritik bir milli kimlik seçimi süreci yaşamalarının önüne geçerek Alman toplumuna uyum süreçlerini olumlu etkilemiştir.
Almanya’ da 1990’ lı yıllarda Yabancılar Yasası konusunda önemli gelişmeler yaşanmıştır. Öncelikle 1965 yılından itibaren yürürlükte olan Yabancılar Yasası kaldırılarak, 1 Ocak 1991’ de yeni bir yasa yürürlüğe konmuştur. Bu yeni yasa uyarınca göçmenlerin Alman vatandaşlığına geçişlerine dair yeni olanaklar getirilmiştir. Böylece 15 yıl yasal olarak ikamet eden yabancıların, Alman vatandaşlığına geçişleri mümkün kılınmıştır. Daha sonraki süreçte de 1 Ocak 2000’ de yürürlüğe giren Vatandaşlık Yasası gereğince bu süre 8 yıla indirilmiştir. Bu yeni yasayla birlikte ‘’doğum yeri ilkesi’’ uyarınca Alman topraklarında doğan kişilerinde Alman vatandaşı olmaları mümkün kılınmıştır (Dağ, 2020).
1982 – 2000 Yılları arası Türk vatandaşlığından Alman vatandaşlığına geçişler aşağıdaki tabloda gösterilmiştir(Dağ, 2020).
YILLAR | ALMAN VATADAŞLIĞINA GEÇİŞLER |
1982 | 580 |
1983 | 853 |
1984 | 1053 |
1985 | 1310 |
1986 | 1492 |
1987 | 1184 |
1988 | 1243 |
1989 | 1713 |
1990 | 2034 |
1991 | 3529 |
1992 | 7377 |
1993 | 12,915 |
1995 | 31,578 |
1996 | 46,294 |
1997 | 40,996 |
1998 | 59,664 |
1999 | 103,900 |
2000 | 82,800 |
Yukarıdaki tabloda Türk vatandaşlığından Alman vatandaşlığına geçişlerde 1999 yılına kadar kademeli bir artış gözlenirken 2000 yılına gelindiğinde bariz bir azalma meydana geldiği gözükmektedir. Duygu Dağ’a göre bu azalış reform edilen vatandaşlık yasasının entegrasyon konusunda olumsuz bir etki yarattığını göstermektedir. Buradan da devletlerin göç konusunda izleyeceği politikaların insan hareketlerine doğrudan etki ettiği anlaşılmaktadır.
Türkiye’den Almanya’ya göç sürecinin cinsiyet açısından istatistiklerine bakıldığında 1961 işçi alımı anlaşmasıyla başlayan süreçte erkeklerin sayıca fazla olduğu görülmektedir. İlk kafilede 1430 erkek, 46 kadın gitmiş bulunmaktadır. Ancak zamanla bu oran kadınların lehine ilerleme göstermiştir. 2000 yılı itibariyle 915.400 kadın nüfusuna karşılık 1.083.100 erkek nüfus tespit edilerek neredeyse denk duruma gelmiştir (Suğanlı Mehmet, Mart 2003).
GÜNÜMÜZDE TÜRKİYE’DEN YURT DIŞINA GÖÇ:
Türkiye’den Almanya’ya göç sürecinin 1961 ve 2000 yılları arasındaki hareketleriyle bir takım istatistiksel bilgiler yukarıda verilmiştir. Çalışmanın bu bölümünde Türkiye’den yurt dışına göç ile ilgili istatistiksel bilgileri ışığında göçün dönüşümü açıklamaya çalışılacaktır.
Türkiye’den 1961 yılında işgücü alımı anlaşmasıyla başlayan göç süreci zamanla gidenlerin nitelik bakımından farklılaştığı görülmektedir. İlk başlarda kol gücü gerektiren, Alman vatandaşların esasen çalışmak istemediği işlerde çalıştırılan göçmenler günümüze gelindiğinde daha nitelikli beyin göçü şekline dönüşmüş bulunmaktadır. Almanya’nın nitelikli iş gücü çekebilmek için uyguladığı ‘Mavi kart’ sisteminde 2019 yılında bu kartın verildiği dördüncü ülke konumunda Türkiye yer almakta ve 1.669 Türk vatandaşı bu haktan yaralanmıştır (DW.com, 2020)
Son yıllarda Türkiye’de yaşanan ekonomik sıkıntılar, üniversite mezunu gençlerin mesleklerini yapamayacak kadar yaşadıkları istihdam sorunu ve kamuda yaşanılan psikolojik ve fiziksel şiddet olaylarındaki artış ülkesinden umudunu kesen vatandaşlar için yurt dışı bir çıkış kapısı olarak görmektedir. TÜİK verilerine göre 2016-2019 yılları arasındaki yurt dışına göç istatistikleri aşağıdaki tabloda belirtilmiştir.
YILLAR | KADIN | ERKEK |
2016 | 79720 | 98240 |
2017 | 116770 | 136870 |
2018 | 151207 | 172711 |
2019 | 149845 | 180444 |
KAYNAK: Tüik, Uluslararası Göç İstatistikleri, 2016-2019
Türkiye’den Almanya’ya göçün geride kalan 60 yılına bakıldığında her iki toplumda da sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda birçok dinamik değişmiştir. Türkler açısından bakıldığında gidenlerin birçoğu Alman toplumuna uyum sağlayarak sosyal ve ekonomik yönden faydalar elde etmişlerdir. Bu da entegrasyon açısından başarılı bir süreç geçirildiğini göstermektedir.
GÜNÜMÜZDE TÜRKİYE’DE BULUNAN SIĞINMACILAR İÇİN BAKIŞ AÇISI
Çalışmanın buraya kadar olan kısmında Türkiye’den Almanya’ya göçün tarihsel sürecinden bahsedilmiş olup, devam eden kısmında Almanya’ya ilk giden Türk işçilerin merkezi konumundaki Berlin şehrinin Kreuzberg semti üzerinden göçün Almanya’ya gidildikten sonraki süreci üzerinden farklı bir bakış açısıyla uluslararası göç incelenecektir. Bu kısmın çalışma verisi olarak İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınevinden çıkan Serhat GÜNEY’ in Zor İsimli Çocuklar kitabı kullanılmıştır. Bu çalışma verisinin kullanılmasındaki esas amaç günümüzde ülkemize sığınmacı olarak gelen Suriyeli vatandaşların geçmiş olduğu süreçler, yaşam koşulları, ülkemizin uyguladığı devlet politikaları üzerinden hayatlarının nasıl etkilendiği, Türk vatandaşları tarafından kendilerine yönelen tutum ve en önemlisi kültürlerini yaşarken Ülkemizin entegrasyon açısından izlediği resmi siyasetin yerindeliği üzerinde farklı bir bakış açısı üzerinde çalışılacaktır. Burada unutulmaması gereken 60 yıl önce kendi vatandaşlarımızın Almanya’ya gittiklerinde karşılaştıkları tutumlar ders niteliğinde olup ve Alman edebiyatçı Max Frisch’ın Alman hükümetlerinin ve vatandaşlarının hatalarının öz eleştirisini de özetlediği ‘’ Biz insan çağırmıştık, ama insanlar geldi’’ sözünün altı kalın çizgiyle çizilerek ülkelerindeki kaotik ortamdan kurtulmak isteyen ve ülkemize sığınan Suriyeli vatandaşların da toplumumuza uyum süreçlerinin pozitif yönde olmasıyla ülkemizin insani tavrını tarih sayfalarına yazacağı gerçeğidir.
Uluslararası göç olgusunun şüphesiz en somut gerçeği barınma ve yaşamsal boyutta beslenme meselesidir. İnsanların anayurtlarını terk ederek hiç bilmedikleri yerlere göç etme isteğinin altında yatan temel sebep daha iyi insani koşullar altında yaşamlarını sürdürme güdüsüdür. Türk işçilerin Almanya’ya 60 yıl önce göç etmeye karar vermelerine sebep olan olgu ile Suriyeli insanların devam eden son 10 yıllık süreçte Türkiye’ye göç etmelerine sebep olan olgular daha iyi yaşam koşulları elde etme isteği olduğu görünen bir gerçekliktir. Ancak iki göç olayını aynı pencereden izlemek de çok doğru değildir. Çünkü bizim vatandaşlarımız Almanya’ya göç ederlerken ülkemiz işgal altında değildi ve bir savaşın ortasında kalmamışlardı. Bizim vatandaşlarımızı başka ülkelere gitmeye iten sebepler daha çok ekonomik olmakla birlikte daha sonraki süreçlerde siyasi sebepler de olsa daha iyi ekonomik olanaklar ışığında refah içerisinde yaşamak olmuştur. Suriyeli vatandaşların ülkemize göç etmelerine yol açan temel sebep ise ülkelerindeki savaşın ortasında çocuklarıyla birlikte kalmaları olmuştur. Her ne kadar iki temel sebep birbirinden uzak olsa da ortada buluşulan amaç daha iyi insani yaşam koşulları olmuştur. Buradan hareketle temel insani ihtiyaç olan barınma konusuna farklı bir bakış açısıyla yaklaşmak için 60 yıl önce Almanya’ya giden vatandaşlarımızın karşılaştıkları süreç ile günümüzde Suriyelilerin karşılaştıkları süreç üzerinden benzerlikler ortaya konulacaktır.
Türkiye’den Almanya’ya giden Türk işçiler kendilerine Berlin’in Kreuzberg semtinde barınma kolaylığı açısından daha imkanlı olmasından dolayı ilk başta yurt edinmişlerdir. Kreuzberg’ de bulunan eski konutlar diğer bölgelere göre oldukça uygun bir fiyata kiraya veriliyordu ve bu şartlar çabuk para kazanmak isteyen ve kısa sürede Türkiye’ye dönmeyi planlayan işçiler için çok uygundu (Güney Serhat, 2015). 1961 de imzalanan işgücü anlaşması doğrultusunda gerçekleşen göçün ilk baştaki niyeti ve amacı doğrultusunda düşünüldüğünde Türk göçmenlerin yerleşmek için seçtiği alan Berlin’in imkân ve tercih edilebilirlik açısından göz ardı edilen bir yer olması makul görülebilir bir durumdur. Çünkü Kreuzberg savaştan çıkmış Almanya’nın gözden çıkarılmış bir bölgesiydi ve Almanların kendilerinin bile tercih etmediği -varoş- diye tabir edilen bir bölgeydi. Durumun Türkler açısından anlamı daha farklıydı. Serhat Güney’in kitabında belirttiği üzere burası Türkler’ in kendi özlerini yaşattığı, küçük İstanbul diye tabir ettikleri bir yerdi. Buna benzer bir durum da günümüzde İstanbul’a yerleşen Suriye vatandaşlarının da yaşamak için tercih ettiği varoşlar diye tabir edilen Esenyurt’un Bağlarçeşme Mahallesini tercih etmeleri gözlenmektedir. Milliyet Gazetesi, Çiğdem Yılmaz’ın 20 Ocak 2021 tarihli ‘Her Mahalle Ayrı Bir Yurt’ başlıklı internet haberine göre Bağlarçeşme Mahallesi, Suriyeli nüfusun en fazla fazla olduğu mahalledir. Mahallenin nüfusunun 28 bin olduğu, 6 bin kayıtlı olmak üzere 15 bin Suriyeli yaşadığı belirtilmektedir. Suriyeliler bu mahallede kendi kültürlerini yaşayabilmekte, dükkân tabelalarının da Arapça olduğu görülmektedir. Kendi ülkemizdeki Suriyelilerin durumundan yola çıkılarak 60 yıl öncesinin Türklerin Kreuzberg’ de hangi koşullarda ve beklentilerle yaşamaya çalıştıkları gerçeği göz önüne gelmektedir.
Göç dinamik bir yapı olmakla birlikte insanların kendi kültürünü ve dilini yaşama isteği pek değişmemektedir. Almanya’nın zamanla göç ülkesine dönüşümü yakın tarihte nasıl okunuyorsa ülkemizin de buna benzer süreçlerden kuvvetle muhtemel geçeceği gerçeğinden yola çıkılarak insan odaklı uygulanabilir siyasetle devlet politikaları insan hakları ihlallerinin önüne geçilmesi yönünden faydalı olacaktır. Göç politikaları daha profesyonel bir yaklaşımla ele alınarak toplumda göçmen ve mültecilere bakış açısı eğitimli uzman personeller tarafından yönetilmelidir. Sosyal medyada dolaşımda olan Suriyeli mültecilerin ülke ekonomisine negatif yönde yük oldukları algısı üzerinde çalışılarak, söylenilenlerin aksine mültecilere daha düşük ücretler verildiği ve bununda uluslararası anlaşmalara bağlı fondan karşılandığı, milli hazineden karşılanmadığı gerçeği vatandaşlara aktarılmalıdır. Devletin uluslararası göç siyaseti daha açık ve net şekilde kamuoyuna açıklanarak sosyal medyanın gücünün farkındalığıyla vatandaşların bakış açılarına yönelik bir perspektifle bir politika izlenmesi yerinde olacaktır.
KAYNAKÇA:
- Abadan Unat (2017), a.g.y., s. 96, Statistisches Jahrbuch 1995 für die Bundesrepublik Deutshland, Statistisches Bundesamt, Wiesbaden, 1995.
- Dağ Duygu, ‘’Türkiye’den Göçün Türkiye-(Federal) Almanya ilişkilerine etkisi (1961-2000), Siyasal Kitabevi, 2020, S.48
- DW.com internet haber sitesi, 2020
- Güney Serhat, Zor İsimli Çocuklar, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2015, S.10.
- Yılmaz Çiğdem, Milliyet Gazetesi, 2021( https://www.milliyet.com.tr/gundem/her-mahalle-ayri-bir-yurt-6417089)
- Suğanlı Mehmet, Almanya’da Yaşayan ve Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nda Hesabı Bulunan Türklerin Sosyo-Ekonomik Yapısı ve İşçi Dövizleri, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası İşçi Dövizleri Genel Müdürlüğü, Mart 2003
- Toksöz Gülay, Uluslararası Emek Göçü, Haziran 2006, Bilgi Üniversitesi Yayınları
- Tüik, Uluslararası Göç İstatistikleri, 2016-2019
Göç sosyolojisi alanında değerli bir eser bıraktınız, elinize sağlık.
Teşekkürler, iyi okumalar dilerim.
Cok degerli bir calisma olmus ,ellerinize saglik.
Teşekkürler, iyi okumalar.
Merhabalar,
Türkiye’den Almanya’ya işgücü göçü hareketinin tarihsel, siyasi, ekonomik ve sosyal boyutlarını okuduğum detaylı bir yazı olmuş. Ama özellikle günümüzde Türkiye’ye sığınmacı olarak gelen Suriyeliler ile geçmişte Türk işçilerin Almanya’ya göç etmeleri arasındaki benzerlikleri ve farklılıkları vurgulamanız ayrıca iyiydi. Bizlere hem tarihsel bir perspektif sunuyor hem de göçün farklı sebepleri ve sonuçları üzerine düşünmemizi sağlıyor. Keyifle okudum. Kaleminize sağlık.
Merhabalar, teşekkürlerimle birlikte iyi okumalar dilerim.