Öz
Bu çalışma, Platon ve Farabi’nin bilgi anlayışlarını karşılaştırarak, her iki filozofun epistemolojik yaklaşımlarındaki benzerlikleri ve farkları incelemektedir. Platon, bilgiyi idealar dünyasında değişmeyen sabit formlarda bulur ve duyusal algılara güvenilemeyeceğini savunur. Farabi ise, bilgiyi akıl yoluyla edinmenin yanı sıra, erdemli bir toplumda bilgiye ulaşmanın toplumsal bir süreç olduğunu vurgular. Platon’un bireysel akılcılığı ile Farabi’nin toplumsal bilgi anlayışı arasındaki farklar, bu çalışmanın temel karşılaştırma noktalarını oluşturmaktadır.
Abstract
This study compares the epistemological views of Plato and Al-Farabi, examining the similarities and differences in their approaches to knowledge. Plato finds knowledge in the world of Ideas, in unchanging, fixed forms, and argues that sensory perceptions cannot be trusted. Al-Farabi, however, emphasizes that knowledge is acquired not only through reason but also as a social process within a virtuous society. The differences between Plato’s individual rationalism and Al-Farabi’s social conception of knowledge form the key points of comparison in this study.
Keywords: Plato, Al-Farabi, Epistemology, Knowledge, Reason
Giriş
Erdemlerin en büyüğü, bilimdir.
FARABİ
Felsefi düşüncenin en önemli problemlerinden biri olan bilgi, insanın dünya ile olan ilişkisini anlamlandırma çabasıdır. Antik çağlardan günümüze kadar, bilginin ne olduğu, nasıl elde edildiği ve hangi kaynağa dayandığı merak konusu olmuştur. Platon ve Farabi’nin, bu sorulara verdikleri yanıtlar, onları, Batı ve İslam felsefesinin en önemli düşünürleri olarak tarihe yazmıştır. Her iki filozofta bilgiye dair aynı temel soruları sormuş ve bilgiye ulaşmada benzer nitelikte tekniklerden yararlanmışlardır. Fakat her ne kadar benzer noktalarda buluşsalar da onları farklı kılan önemli özelliklere de rastlamak mümkündür.
Platon, Antik Yunan’da, bilgi ve varlık anlayışını özellikle Sokratik geleneğin izinden giderek temellendirmiştir. Bu anlayışa göre, bilgi, duyusal dünyadan öte, değişmeyen ve sonsuz olan idealar dünyasında bulunur. Platon’a göre gerçek bilgi (episteme), duyularla elde edilen yanıltıcı veya güvenilmez bilgiler değildir. Ona göre bilgiye ancak akıl ve mantık yoluyla ulaşılabilir.[1] Platon’un bu yaklaşımı, onun hem metafizik hem de epistemolojik görüşlerinin temelini oluşturur ve modern felsefede bilgi anlayışına dair pek çok tartışmanın temelini atar.
Onun bilgi anlayışı, İdealar teorisi etrafında şekillenir. İdealar teorisinde bilgi, duyusal dünyadan öte, değişmeyen ve hiç yok olmayan idealar dünyasında bulunur. Platon’a göre gerçek bilgiye (episteme), duyularla elde edilen, güvenilmez bilgilerin ötesinde, akıl ve mantık yolu ile ulaşılabilir. Platon’un bu yaklaşımı, felsefenin, hem metafizik hem de epistemolojik temelleri olduğunu gösterir. Aynı zamanda, modern felsefenin bilgi anlayışına dair pek çok tartışmanın da temellerini atar.
Farabi ise, İslam felsefesi bağlamında bilgi anlayışını geliştirirken, Aristo’nun düşüncelerini de derinlemesine irdelemiştir. Aristo’nun bilgiye ulaşmadaki akıl ve mantık temelli yaklaşımını benimsemiştir. Ancak Aristo’nun bireyi önceleyen bu yaklaşımından ziyade Farabi’nin görüşü daha çok toplum odaklıdır.[2] Bu bakımdan, Farabi’nin bilgi anlayışı, Platon’un bireysel görüşünden farklı olarak, daha çok birey ve toplumun gelişimi ve mutluluğu ile ilişkilidir.
Bu makalede, Platon ve Farabi’nin bilgi anlayışlarını derinlemesine inceleyecek ve her iki filozofun bilgiye dair temel görüşlerinin benzerliklerini ve farklarını ortaya koymak amaçlanmaktadır. Bu karşılaştırma, hem felsefi hem de toplumsal bağlamda bilgiye dair farklı düşünsel yaklaşımların nasıl şekillendiğini anlamamıza yardımcı olarak; her iki filozofun bilgi anlayışlarının, insanın dünyaya bakış açısını nasıl etkilediğini gösterecektir.
Platon’un Bilgi Anlayışı
Platon, MÖ 427 yılında Atina’da dünyaya gelmiş ve erken yaşlarda felsefeye ilgi duymaya başlamıştır. Felsefeye olan bu ilgisi, zamanla onun doğa ve politikaya dair düşüncelerini geride bırakmasına neden olmuştur. Özellikle Sokrates ile tanıştıktan sonra felsefeye yönelmiştir. Sokrates’in ölümünün ardından, Platon bir süre Atina’dan ayrılarak Mısır ve İtalya gibi farklı bölgelerde seyahat etmiş, burada matematik, astronomi ve Pythagorasçılık gibi konularda önemli eğitimler almıştır. Bu tecrübeler, onun felsefi düşüncelerine önemli katkılar sağlayarak, dönemsel olarak felsefi düşünüşünde değişikler yaratmıştır. Sonunda Atina’ya dönen Platon, burada felsefi bir okul kurarak Akademi’yi hayata geçirmiş ve bu okul, felsefi düşüncenin tarihindeki en önemli okullardan biri olmuştur.[3]
Platon’un eserleri genellikle gençlik dönemi, olgunluk dönemi ve yaşlılık dönemi olarak üçe ayrılır. Gençlik dönemindeki eserlerinde, özellikle Sokratik diyaloglar ve Sokrat’ın felsefi düşünceleri öne çıkar. Olgunluk dönemi eserlerinde ise İdealar teorisi yoğun bir şekilde işlenir. Yaşlılık döneminde ise etik, politika ve metafiziksel konular ön plana çıkar. Aristoteles, Platon’un felsefesini incelediğinde, onun üç temel felsefi akımdan etkilendiğini belirtmiştir. Bunlar, Heraklitosçular’ın sürekli değişim anlayışı, Pythagorasçıların akıl ve matematiksel düşünme ile gerçekliğe ulaşma görüşü[4] ve Sokrates’in, değişmeyen kavramların bilgisinin bilgelik için gerekli olduğu görüşüdür. Platon, bu üç düşünceyi harmanlayarak, gerçek bilginin akıl ve düşünme yoluyla elde edilebileceğini savunmuş ve bilginin kaynağının yalnızca duyusal algılardan değil, akıl yürütme sürecinden geçtiğini belirtmiştir.[5]
Platon’un bilgi anlayışının merkezinde, duyusal algıların güvenilmezliği ve duyularla elde edilen bilgilerin yanıltıcı olabileceği yer alır. Theaitetos adlı eserinde, duyusal algıların yanıltıcı olduğunu ve bu yüzden duyusal bilgiyle elde edilen verilerle gerçek bilgiye ulaşmanın imkansız olduğu görüşünü savunmuştur. Bu görüş, onun bilgi anlayışının temelini oluşturur.
Platon, Devlet adlı eserinde, bilgi edinmenin zorlayıcı ve karmaşık bir süreç olduğunu savunur ve doğru bilgiye ulaşmak için, duyuların ötesine geçilmesi gerektiğini vurgular. O, gerçek bilginin duyusal algıların ötesinde, akıl ve düşünme yoluyla edinilebileceğini savunur.[6]
Platon’un varlık anlayışı, duyuların yanılsamaları ve değişimin etkisiyle şekillenir.[7] Theaitetos’ta, varlığın sürekli değişebileceğine vurgu vardır ve bu durum Sokrates’in bir örneği ile açıklanır. Örnek, hasta Sokrates ile sağlıklı Sokrates’in şarap içtiğinde aldığı tadın kıyaslanması ile yapılır. Her iki durumda da aynı şarabın farklı şekilde algılanabileceği anlatılır. Fakat algılanan tadın farklı olması, şarabın asıl tadının değiştiği anlamına gelmez. Bu, duyusal algıların her zaman doğruyu yansıtmadığını gösterir.[8] Devlet’te ise, Platon’un en önemli metaforlarından biri olan Mağara Alegorisi yer alır. Bu alegori, zincirlenmiş insanların yalnızca mağara duvarına yansıyan gölgeleri görmesi, duyusal algıların yanıltıcı olduğunu simgeler. Gerçeklik, mağaranın dışında, idealar dünyasında bulunmaktadır. Bu dünyada, gerçek bilgiye ulaşmak ancak akıl ve düşünme yoluyla mümkündür, yani görülen sadece yanıltıcı bir yansımadır ve gerçeğin aslı değil, silüetidir. Duyusal algılar bu gerçekliği anlamada yetersizdir. Platon, mağaranın dışında bulunan dünyaya (idealar dünyası) yalnızca akıl yoluyla ulaşılabileceğini vurgular ve bu dünyayı anlamanın duyusal algılarla imkânsız olduğunu savunur.[9]
Platon’un bilgi anlayışına dair daha fazla içeriği, özellikle Phaidon ve Menon diyaloglarında da bulmak mümkündür. Phaidon’da, ruhun ölümsüzlüğü ve bedenin ölümden sonra idealar dünyasına dönüşü tartışılır. Bu diyaloğa göre, insan, gerçek bilgiyi bu dünyaya gelmeden önce öğrenmiştir. Ancak bu dünyaya geldiğinde bilgiler unutulmuştur. Bu bilgiler, akıl yürütme ve mantık gibi tekniklerle tekrar hatırlanabilmektedir.[10] Benzer bir şekilde, Menon’da da, bilgi dışarıdan gözlemlerle değil, insanın içinde var olan bilgilerin ortaya çıkmasıyla kazanılır. Platon’a göre, gerçeklik yalnızca idealar dünyasında bulunan sabit ve değişmeyen varlıklardır. Duyusal algılar ise, bu ideaların belirsiz ve geçici yansımalarıdır. Gerçek bilgiye ulaşmak için ideaların mutlak dünyasına yönelmek ve akıl yürütme süreci içinde bu formları hatırlamak gerekir.[11]
Platon’un Theaitetos adlı eserinde, gerçek bilginin ne olabileceğine dair üç görüş ileri sürmüştür. Bu görüşler; algı, doğru sanı, temellendirilmiş doğru sanıdır[12] Menon diyaloğunda Sokrates, doğru sorularla alınan doğru cevapların bilgi olamayacağını, yalnızca doğru sanı oluşturabileceğini savunur. Doğru sanı, ancak bunun neden doğru olduğunu açıklayan bir temele, yani logos’a (temellendirilmiş doğru sanı) sahip olduğunda bilgiye dönüşebilir. Logos, mantıklı akıl yürütme ve gerekçelendirme anlamına gelir ve doğru inançların bilgiye dönüşebilmesi için temellendirilmiş olması gerekir.[13] Menon’daki bir örnekte, Sokrates bir kölenin geometrik bir problemi akıl yürütme yöntemi ile çözmesini sağlar. Bu problem, duyusal algılarla çözülemez; ancak köle, aslında daha önce bildiği bir bilgiyi hatırlamaktadır. Bu süreç, anamnesis yani hatırlama metoduyla açıklanır. [14] Platon’a göre, bilgiye ulaşmanın yolu insanın içinde var olan bilgilerin açığa çıkmasıdır. Bu noktada, Sokrates’in rolü çok önemlidir. Sokrates, insanlara içlerinde zaten bulunan bilgileri hatırlamaları konusunda yardımcı olan bir ebe gibi tasvir edilir.[15] Burada anlatılmak istenen, insanın aklını kullanma sürecini yönetmesi ve mantıklı çıkarımlar sağlayarak bilginin kendisine ulaşması, yani var olan bilgiyi hatırlamasıdır. Ayrıca, Sokrates, hatırlama yönteminin sadece geometri ve matematik için değil, tüm bilimlerin anlaşılmasında gerekli olduğunu vurgular.[16]
Geometri, aritmetik gibi bilimler, soyut düşünmeyi geliştirerek ideaların değişmeyen gerçekliğine ulaşma yolunda bir hazırlık yapar. Bu soyut düşünme, insanın en yüksek gerçeklik olan “iyi” ideasına ulaşabilmesi için gereklidir. Platon, fenomen bilgisinin (duyusal gözlemlerle elde edilen bilgi) idealar dünyasına ulaşan gerçek bilgiye ulaşmada yetersiz olduğunu savunur.[17] Yukarıda da bahsedilen Mağara Alegorisi, bu farkı simgeleyen güçlü bir metafordur. Zincirlenmiş insanlar, yalnızca mağara duvarındaki gölgeleri görmektedirler ve bu gölgeler, fenomen bilgisinin sınırlı doğasını simgeler. Oysa gerçek bilgi, sadece idealar dünyasında bulunan sabit ve değişmeyen varlıklarda bulunmaktadır.[18]
Platon’un bilgiye ulaşmada kullandığı en önemli yöntemlerden biri, diyalektiktir. Diyalektik, bir şeyin doğru doğasını anlamak için kullanılan bir sorgulama sürecidir. Devlet’te açıklanan diyalektik yöntem, her şeyin temel doğasına ulaşmayı hedefler ve doğru bilgiye ulaşabilmek için her şeyin dikkatle incelenmesini gerektirir. Platon’a göre, doğru bilgiye ulaşmak yalnızca doğru soruları sormakla değil, bu sorulara mantıklı ve gerekçelendirilmiş cevaplar bulmakla mümkündür. Diyalektik sürecin temel amacı, yanlış inançları ve yanıltıcı bilgileri bir kenara bırakıp, doğruya ulaşmak için akıl yürütmeyi kullanmaktır.[19] Bu yöntem, doğru bilgiye ulaşmak için çok önemlidir ve Platon’un eserlerinde, özellikle Theaitetos, Menon, Phaidon ve Devlet’te sürekli olarak karşımıza çıkar. Bu eserlerde, Sokrates, diyalektik yöntemi kullanarak, sorgulama ve tartışma yoluyla doğru bilgiye ulaşmaya çalışır.
Platon, diyalektiği yalnızca bilgi edinmenin bir aracı olarak görmez, aynı zamanda bireylerin erdemli bir yaşam sürmelerine yardımcı olacak bir yöntem olarak kabul eder. Diyalektik, insanları daha iyi, daha adil ve erdemli bireyler olmaya yönlendirir. Bu anlamda, diyalektik sadece bilgiye ulaşmayı değil, aynı zamanda ahlaki olgunlaşmayı ve erdemli yaşamı hedefleyen bir yol olarak da işlev görür. Buna örnek olarak, Theaitetos’ta, mahkemelerin verdiği kararlarda duyusal bilgilerin yer aldığını ve tam anlamıyla diyalektik düşünmenin sağlanmadığını vurgulamıştır.[20] Platon, bilgiyi doğru bir şekilde edinmenin, aynı zamanda bireylerin toplumsal ve ahlaki sorumluluklarını yerine getirmelerine yardımcı olacağına inanır. Bu bakımdan diyalektik, yalnızca felsefi bilgi edinmenin değil, erdemli bir hayat yaşamanın da anahtarıdır.[21]
Farabi’nin Bilgi Anlayışı
Farabi, 870-950 yılları arasında yaşamış olan, Türk soyuna mensup önemli bir düşünürdür. Tam adı Ebu Nasr Muhammed bin Muhammed bin Turhan b. Uzluğ el-Farabi olan bu büyük filozof, Orta Asya’nın önemli kültürel ve bilimsel merkezlerinden biri olan Farab (eski adıyla Otrar) şehrinde doğmuş ve ömrünün son yıllarını Suriye’nin başkenti Şam’da yaşamıştır. Farabi’nin hayatı büyük ölçüde seyahatlerle geçmiş, ilme olan büyük tutkusuyla, dönemin önemli bilimsel merkezlerinden biri olan Bağdat’a yolculuk yapmıştır. Burada dönemin en değerli hocalarından dersler almış ve farklı düşünsel geleneklerle tanışmıştır. Bağdat’ta geçirdiği yıllar boyunca, mantık, felsefe, siyaset, etik, müzik gibi çok çeşitli alanlarda derinlemesine çalışmalar yapmış ve önemli eserler kaleme almıştır. Bu eserler hem Batı hem de Doğu felsefesi üzerinde önemli etkiler bırakmıştır.[22]
Farabi, Aristo’yu “ilk muallim” olarak kabul eden gelenek tarafından “ikinci muallim” olarak adlandırılmaktadır. Bu unvan, Farabi’nin felsefi düşüncelerinin Aristo’nun öğretilerine dayalı olmasına rağmen, onu bir adım daha ileriye taşıyan, kendine özgü bir felsefi sistem geliştirmiş olmasından kaynaklanmaktadır.[23] Farabi’nin felsefesinde, mutluluk en yüksek amaç olarak kabul edilir ve tüm felsefi arayışların ve bilmenin amacı, insanın bu mutluluğa ulaşmasıdır.[24] Farabi’nin, Aristo’nun “Her insan doğal olarak bilmek ister” sözünü, “Her insan doğal olarak mutlu olmak ister” şeklinde bir dönüşümle açıklaması, [25] onun mutluluğu felsefesinin merkezine yerleştirdiğini gösterir. Farabi’nin bu yaklaşımı, felsefe, etik ve politika alanlarında önemli bir iz bırakmış ve onun düşünsel dünyasının temel taşlarını oluşturmuştur.
Farabi’nin felsefesi, Platon ve Aristo’nun etkisiyle şekillenmiş olsa da kendine has birçok özgün unsur taşımaktadır. Bu iki filozofun düşüncelerinden ilham almış, ancak onları kendi zamanının kültürel ve bilimsel ihtiyaçlarına göre yeniden yorumlamıştır. Özellikle bilgi, varlık, mutluluk gibi kavramlar üzerine geliştirdiği felsefi bakış açıları, onu bu filozoflardan ayıran belirgin özellikler taşır. Farabi’nin felsefesindeki bu özgünlük, onu yalnızca bir takipçi değil, aynı zamanda kendi sistemini kuran bir düşünür haline getirmiştir. [26]
Farabi’nin felsefesinde, varlık ve bilgi arasındaki ilişki son derece önemli bir yer tutar. Farabi, bilgiyi ontolojik bir açıdan ele alır ve bilginin varlıkla olan ilişkisini, bir varlığın bilgisi üzerinden açıklamayı tercih eder. Farabi’ye göre, insan zihninde bilinenin bir karşılık bulması ve bilenin bu karşılığı doğru bir şekilde algılaması, bilgiyi doğru edinmenin en temel koşuludur. Bu yaklaşım, Farabi’nin bilgi teorisinin ontolojik temellere dayandığını gösterir ve onun felsefesinde bilgi edinme sürecinin varlıkla sıkı bir bağ içinde olduğunu ortaya koyar.[27]
Farabi’nin El-Medinetü’l Fazıla adlı eserinde, varlığın kozmolojik bir açıklaması yapılır. Farabi, varlıkların oluşumunu basit etkileşimlerden başlayarak karmaşık yapılar haline gelişini anlatırken, “Ustukus” adı verilen bir kavrama büyük önem verir. Ustukus, varlıkların ilk aşamada ortaya çıkan temel etkileşimleridir ve bu etkileşimler, hiçbir dış güce ihtiyaç duymadan, doğal bir şekilde gelişir. Farabi, bu basit etkileşimlerin daha sonra madenleri, bitkileri, hayvanları ve nihayetinde insanı ortaya çıkaracak şekilde evrimleştiğini savunur. Bu kozmolojik süreç, Farabi’nin evrenin düzenini ve doğadaki varlıkların oluşumunu nasıl anlamlandırdığına dair önemli ipuçları verir. Farabi, varlıkların bu gelişim sürecini, basitten karmaşığa doğru bir ilerleyiş olarak tasvir eder ve bu sürecin sonunda, en yüksek varlık olarak insanın varlığını ortaya koyar. Böylece, onun kozmolojik açıklaması, yalnızca doğanın işleyişini anlamaya yönelik değil, aynı zamanda varlıkların evrimsel bir süreçte nasıl şekillendiğini gösteren bir yaklaşım olarak da önemlidir.[28]
Farabi’nin bilgi anlayışı, felsefesinin en dikkat çekici yönlerinden birini oluşturur. Farabi, bilgiyi çeşitli sınıflara ayırarak, her bir bilgi türünün özelliklerini ve nasıl edinildiğini analiz eder. Kitabu’l-Burhan adlı eserinde, bilgiyi iki ana kategoriye ayırır: tasdik ve tasavvur. Tasdik, bir şeyin doğru olduğuna inanmak, tasavvur ise bir şeyin zihinde imgelenmesi anlamına gelir. Farabi, tasdikin kesin bilgi (yakin) ve kesin olmayan bilgi (şüpheli) olmak üzere iki farklı şekilde ele alınabileceğini savunur. Kesin bilgi, bireyin inandığı şey ile dış dünyadaki şeyin tam bir örtüşmesini gerektirirken, kesin olmayan bilgi, inanılan şeyin dış dünyadaki karşılığıyla örtüşmesinin mümkün olduğu, şüpheli durumları ifade eder. Farabi, bu ikinci tür bilgiyi “cedeli” ya da “diyalektik bilgi” olarak adlandırır ve bu tür bilginin benzerliklere dayalı bir şekilde tümevarım yoluyla elde edildiğini belirtir.[29]
Farabi’nin kesinlik anlayışı da oldukça derindir. Kesinliği, zorunlu kesinlik ve zorunlu olmayan kesinlik olarak ikiye ayırır. Zorunlu kesinlik, değişmeyen, sabit bir doğruluktur ve Farabi bunu parça-bütün ilişkisi üzerinden açıklar. Parça her zaman bütünden küçük olduğu için bu, zorunlu kesinliktir. Farabi’ye göre, bu tür bir kesinlik, aksinin mümkün olmadığı bir doğruluktur. Zorunlu olmayan kesinlik ise daha esnek ve değişebilir bir doğruluktur. Örneğin, bir kişinin şu an evde olup olmaması zorunlu olmayan bir kesinliktir, çünkü bu durum zamanla değişebilir. Farabi, kesinliğin zorunluluğunu varlıkla olan ilişkisinde açıklar ve bunun, varlık bilgisinin zorunlu bir parçası olduğunu vurgular.[30]
Farabi, kesin bilgiye ulaşmanın yolunun “ilk ilkeler” aracılığıyla olduğunu belirtir. İlk ilkeler, insanın doğuştan sahip olduğu, duyulardan bağımsız olan ve bilinçli bir çaba harcamadan varlıkla ilişkili temel ilkeleridir. Bu ilkeler, Farabi’ye göre, insanın yaratılışıyla birlikte var olan evrensel doğrulardır. İnsan, bu ilkeleri bilmeden bile içselleştirir. Farabi, insanların duyusal algılarla sınırlı verilere sahip olduğunu kabul eder, ancak aklın bu sınırlı verileri işleyerek daha genel ve soyut ilkeler çıkarabileceğini savunur. Bu noktada mantık ve kıyaslama, insanın bilgiyi doğru bir şekilde edinmesine yardımcı olan araçlardır. Farabi, bu akıl yürütme süreçlerinin önemine değinir ve bunların, insanın doğru bilgiye ulaşmasında kritik bir rol oynadığını belirtir.[31]
Farabi, bilgi edinme sürecini ayrıca “kanıt” (burhan) ile ilişkilendirir. Kanıt, bir öncül ile sonuç arasındaki zorunlu bağın ortaya konulmasıdır. Farabi, kanıtları iki tür öncül ile açıklar: doğal olarak elde edilen öncüller ve tecrübe ile elde edilen öncüller. Doğal olarak elde edilen öncüller, zaman ve mekândan bağımsızdır ve insanın yaratılışında mevcut olan temel ilkelerden türetilir. Bu ilkeler, Farabi’ye göre, bilginin temeli olup tüm diğer bilgilerin inşa edileceği sağlam bir zemini oluşturur.[32]
Farabi, bilgiye ulaşırken izlenecek terkiplerden yukarıda bahsedildiği şekilde ele almış, terkipleri ise sekiz terkip sınıfı ile açıklamıştır. Bunlar, farklı türdeki terkip sınıflarının örnekleridir. İlk sınıfta, A ve B’nin birbirine olan ilişkisi farklı şekillerde kurulabilir. Örneğin, “Her insan düşünen canlıdır; her düşünen canlı, iki ayaklı yürüyendir; o halde insan, iki ayaklı yürüyen canlıdır.” Bu, A’nın B’nin tanımında olduğu ve B’nin C’nin tanımında olduğu bir ilişkiyi gösterir. Bir başka örnek, “Her insan canlıdır; her canlı cisimdir; o halde her insan cisimdir.” Bu da, A’nın B’nin cinsidir, B’nin de C’nin cinsi olduğunu belirten bir örnektir.
İkinci kipte ise, sebep-sonuç ilişkisi daha net bir şekilde ortaya çıkar. Mesela, “Her insan, düşünendir; her düşünür, idrak edendir; o halde her insan idrak edendir.” Bu, A’nın B’nin faslı olduğunda elde edilen bir sonuçtur. Üçüncü kipin örneği, “Her iki ayaklı yürüyen canlı insandır; her insan düşünen canlıdır.” Burada, bir şeyin iki tanımından birinin diğerini açıklaması gerektiği anlatılır.
Dördüncü kipte, A’nın tanımının parçalarına ait bir tanım ortaya çıkar. Örneğin, “Duyumsayan ve iki ayağıyla hareket eden her cisim, iki ayaklı yürüyen canlıdır; her iki ayaklı yürüyen canlı insandır.” Burada, parçaların tanımının onun tanımına eşit olduğu görülür. Beşinci kipte ise, bir şeyin sebebinin belirlenmesi mümkündür. Örnek olarak, “Bir organdan daha fazlasıyla idrak eden her şey, duyumsayandır; her duyumsayan canlıdır; o halde bir organdan daha fazlasıyla idrak eden her şey canlıdır.”
Altıncı ve yedinci kiplere örnek olarak, “Her insan şaşırandır; her şaşıran gülendir” gibi örneklerle, özel özellikler veya belirli bir özelliğe sahip olanların ilişkileri ele alınır. Sekizinci kipte ise, genellikle sadece varlık bilgisini ortaya koyan sonuçlar çıkar, örneğin “Her üç doğru çizginin çevrelediği şekil, üçgendir; her üçgenin üç açısı, iki dik açıya eşittir.”[33]
Farâbî, bilgiye ulaşırken izlenecek yolları ve kıyaslamaları, yukarıda belirtildiği gibi farklı terkip sınıflarına ayırmıştır. Bu sınıflarda, bir öncül ile sonucun çeşitli şekillerde bağlantısı kurulur. Farâbî’nin terkip anlayışı, doğru kıyaslarla belirli sonuçlara ulaşılabileceğini gösterir. Kısaca; sebep-sonuç ilişkisi veya tanım ilişkisi gibi farklı mantıksal bağlantılar, doğru bilgiye ulaşmada kullanılır.
Karşılaştırma ve Sonuç
Kriter | Platon | Farabi |
---|---|---|
Epistemolojik Temel | Bilgi, idealar dünyasında bulunan değişmeyen gerçekliklerden hatırlanır. | Bilgi, akıl yürütme ve mantık yoluyla elde edilir. |
Ontolojik Yaklaşım | Varlık, iki düzeye ayrılır: Duyusal dünya (değişken) ve idealar dünyası (sabit). | Varlıklar arasında hiyerarşik ve nedensel bir düzen vardır; bilgi bu düzenden çıkarılır. |
Gerçek Bilginin Kaynağı | Anamnesis (ruhun doğuştan bildiği bilgiyi hatırlaması). | Akıl, mantık ve ilk ilkeler yoluyla bilgiye ulaşma. |
Duyusal Bilgiye Yaklaşım | Duyularla elde edilen bilgi güvenilmez ve geçicidir. | Duyular sınırlı ama bilgiye giriş kapısıdır; akılla desteklenmelidir. |
Metodolojik Yöntem | Diyalektik yöntem; karşıt görüşlerle tartışarak hakikate ulaşma. | Mantık ve kıyaslama (sillojizm); akıl yürütme ile doğrulara ulaşma. |
Matematiğin Rolü | Matematik, ideaların anlaşılması için bir araçtır. | Matematik, aklın gelişmesini sağlar ve bilgiye ulaşmada bir yöntemdir. |
Varlık–Bilgi İlişkisi | Varlık bilgiden ayrılmaz; bilgi, ideaların doğasını kavramaktır. | Bilgi, varlığın yapısını ve evrenin düzenini akılla kavramaktır. |
Bilginin Niteliği | Bilgi evrensel, değişmez ve idealarla ilişkilidir. | Bilgi evrensel, nedensel ve mantıksal çıkarımlara dayanır. |
Felsefi Konum | Metafizik idealist | Realizm ve idealizmi sentezleyen bir düşünce yapısı |
İslam Felsefesine Etkisi | Dolaylı etkisi vardır; temel ilkeleri Farabi üzerinden yansımıştır. | Doğrudan etkili olmuştur; İslam felsefesinin kurucu isimlerinden biridir. |
Platon ve Farabi, farklı kültürel ve felsefi geleneklere sahip olsalar da benzer epistemolojik temalar etrafında şekillenen iki büyük filozof olarak tanımlanabilir. Her ikisi de bilgi anlayışlarında duyusal dünyanın ötesine geçilmesi gerektiğini savunmuş; gerçek bilginin yalnızca soyut düşünme ve akıl yoluyla elde edilebileceğini vurgulamıştır. Ancak, her ikisi de bu temel görüşü farklı ontolojik ve metodolojik temeller üzerinden geliştirmiştir.
Her iki düşünür de gerçek bilginin duyusal algılardan bağımsız olduğunu savunur. Platon, “İdealar Dünyası” kavramıyla, gerçek bilginin yalnızca değişmeyen ve sabit olan idealar üzerinden anlaşılabileceğini ileri sürer. Platon’a göre, fiziksel dünya, bu ideaların geçici ve kusurlu yansımalarından başka bir şey değildir. Aynı şekilde, Farabi de insanın doğru bilgiye ancak akıl yoluyla ulaşabileceğini belirtir. Farabi, bilgiyi duyusal algılarla sınırlamaz, bunun yerine, ilk ilkeler ve mantık kullanarak gerçek bilgiye ulaşılabileceğini savunur. Hem Platon hem de Farabi, doğru bilginin doğrudan akıl yürütme ve düşünme süreciyle elde edilebileceğini kabul ederler.
Bir başka benzerlik, her iki filozofun da matematiksel bilgiyi, gerçek bilgiye ulaşmak için gereklilik olarak görmesidir. Platon, matematiksel formları ideaların bir yansıması olarak kabul ederken, Farabi’de mantıklı çıkarımlar yapabilmek için matematiksel düşünme süreçlerinin önemine değindiği görülmektedir. Farabi’ye göre matematiksel düşünme, soyutlama ve akıl yürütme yeteneklerinin gelişmesine yardımcı olur. Ayrıca bu süreç, her iki düşünür tarafından gerçek bilgiye ulaşmada bir araç olarak kabul edilir.
Bununla birlikte, bilgiye dair Platon ve Farabi’nin yaklaşımlarında önemli farklar bulunmaktadır. Platon, varlık ve bilgi arasındaki ilişkiyi idealar dünyası çerçevesinde değerlendirir. Platon’un epistemolojisinde, bilgi ancak idealar dünyasında bulunan sabit ve değişmeyen formlar aracılığıyla elde edilebilir. İdealar dünyasında her şey mükemmel ve değişmezdir, bu nedenle duyusal dünyadaki yansımalardan kaçınarak, doğru bilgiye ulaşmak için akıl yoluyla idealarla bağlantı kurulmalıdır. Platon’un bu bakış açısı, gerçeklik anlayışını metafizik bir temele dayandırdığını göstermektedir.
Farabi ise bilgiye, daha çok kozmolojik ve ontolojik bir bakış açısıyla yaklaşır. Farabi’nin evren tasavvuru, varlıkların birbiriyle ilişkili bir süreç içinde oluştuğu ve akıl yoluyla anlaşılabileceği yönündedir. Farabi, gerçek bilginin, ilk ilkelerle ve mantıklı çıkarımlar yoluyla edinilebileceğinden bahsetmektedir. Farabi’nin bilgi anlayışı, Platon’un idealar dünyasındaki sabit formlar anlayışına karşılık, doğal ve ontolojik bir süreçte şekillenen bir yapıya dayanır. Yani Farabi, bilgiyi, varlığın yapısını ve ilk ilkelerini inceleyerek, doğanın temel yasalarıyla ilişkili olarak anlamaya çalışır.
Her iki düşünürün bilgiye ulaşma yöntemlerinde de farklılıklar bulunur. Platon, epistemolojik bir yöntem olarak diyalektik yaklaşımı kullanır. Diyalektik, doğru bilgiye ulaşmak için sorgulama ve karşıt görüşlerle bir tartışma sürecini içerir. Platon’a göre, insanın ruhu doğuştan gerçek bilgiyi bilmektedir ve bilgi edinme süreci, bu bilgiyi hatırlamak şeklinde gerçekleşir. Bu, Platon’un “anamnesis” (hatırlama) anlayışına dayanır. Farabi ise, bilgiye ulaşmanın mantık ve kıyaslama yoluyla mümkün olduğunu savunur. Farabi’nin epistemolojisinde, bilgiyi edinmek için doğru çıkarımlar yapma ve mantıklı kanıtlar üretme gerekliliği vardır.
Platon’un epistemolojik yapısında, bilgi her zaman idealar dünyasında vardır ve sabit ve değişmeyen doğrulara göre hatırlanarak elde edilir. Bu anlayışta, insanın ruhu bir tür unutmuş olduğu gerçek bilgileri hatırlayarak doğru bilgiye ulaşır. Farabi ise, bilgiye ulaşmayı daha çok mantık, kıyaslama ve çıkarım yaparak somutlaştırmaya çalışır. Onun bilgi anlayışında kesinliğe ulaşmak evrensel doğrularak mantıklı bir şekilde ulaşmak ile mümkündür. Farabi’ye göre bilgi, insanın akıl ve düşünme yoluyla keşfettiği doğa yasalarına ve ilk ilkelere dayanır.
Sonuç olarak, Platon ve Farabi’nin bilgi anlayışları, her iki düşünürün de gerçek bilginin duyusal dünyadan bağımsız olduğu ve soyut düşünme ile elde edilebileceği görüşünde birleşse de, bu anlayışlar farklı ontolojik temellere ve metodolojik yaklaşımlara dayanır. Platon, gerçek bilgiye ancak akıl yoluyla ulaşılabileceğini; duyularla elde edilen bilginin geçici veya yanıltıcı olduğunu vurgularken; Farabi akli bilgiye önem veriri ve en yüce bilginin akıl yürütme ve aklın geliştirilmesiyle elde edileceğini savunur. Farabi, Platon’un idealizmiyle Aritoteles’in realizmi arasında bir sentez kurar; bu sentez İslam felsefesi içinde özgün bir anlayışı oluşturur. Farabi, Platon’dan birçok açıdan etkilenmiş olsa da; Platon’un görüşlerini İslam düşüncesiyle sentezleyerek bilgi anlayışını metafizik ve epistemolojik olarak yeniden şekillendirmiştir.
Kaynakça
- [1] Sara Çelik, Bilgi Felsefesi: İlk Çağ’dan Yeni Çağ’a (İstanbul: Doruk Yayınları, 2010), 58-66.
- [2] Yaşar Aydınlı, Farabi (İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi Yayınları, 2008), 15.
- [3] Ahmet Cevizci, İlk Çağ Felsefesi (İstanbul: Say Yayınları, 2016), 193-198.
- [4] Aristoteles, Metafizik, çev. Ahmet Aslan (İzmir: Ege Üniversitesi Basımevi, 1993), 285-290
- [5] Ahmet Cevizci, İlk Çağ Felsefesi, 199-201.
- [6] Mustafa Ülger, 193 Mustafa Ülger, Platon’un Bilgi Görüşü, İlahiyat Fakültesi Dergisi, 12:2 (2007): 192-193.
- [7] Cemal Güzel, Platon’un Bilgi Görüşü, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 20:2 (2003): 105-115.
- [8] Platon, Theaitetos, çev. Furkan Akderin, (İstanbul: Say yayınları, 2014), 50-52.
- [9] Platon, Devlet, çev. Sabahattin Eyüboğlu ve M. Ali Cimcoz (İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2018), 231-234.
- [10] Platon, Phaidon, çev. Ahmet Cevizci (İstanbul: Gündoğan Yayınları, 2011), 41-73
- [11] Platon, Menon, çev. Amet Cevizci (İstanbul: Gündoğan Yayınları, 2011), 193-195
- [12] Güzel, Platon’un Bilgi Görüşü, 109.
- [13] Platon, Theaitetos, 96-98.
- [14] Platon, Menon, 172-194.
- [15] Platon, Theaitetos, 36-38.
- [16] İhsan Turgut, Platon’da Bilgi Türleri, Ankara Üniversitesi İlahiyat Bilimleri Dergisi 22, (1978): 350.
- [17] Platon, Menon, 172-194.
- [18] Platon, Devlet, 231-234.
- [19] Platon, Devlet, 143-146.
- [20] Platon, Theaitetos, 72-75
- [21] Cevizci, İlkçağ felsefesi, 191-192
- [22] Aydınlı, Farabi, 17- 26.
- [23] Aydınlı, Farabi, 7.
- [24] Aydınlı, Farabi, 29.
- [25] Gülümser Durhan, “Farabi’de Bilgi, Kesinlik, Burhan ve Çeşitleri.” Paper presented at the 5th International New York Academic Research Congress, April 23-24, 2022. Congress Full-Text Book, 554.
- [26] Aydınlı, Farabi, 23-28.
- [27] Durhan, Farabi’de Bilgi, Kesinlik, Burhan ve Çeşitleri, 554-555.
- [28] Farabi, El Medinetü’l Fazıla, çev. Nafiz Danışman, (Ankara: MEB Yayınları, 2001), 45-48.
- [29]Farabi, Kitabu’l-Burhan, çev. Ömer Türker, Ömer Mahir Alper, (İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, 2014), 14-18.
- [30] Farabi, Kitabu’l-Burhan, 19-21.
- [31] Farabi, Kitabu’l-Burhan, 22-23.
- [32] Farabi, Kitabu’l-Burhan, 24-26 .
- [33] Farabi, Kitabu’l-Burhan, 42-54.