Osmanlı Yahudileri ve Kan İftiraları: Amasya, Rodos Ve Şam Kan İftirası Vakaları

Türkler ve Yahudiler uzun yıllar birlikte yaşamışlardır. Fakat yüzlerce yıl birlikte yaşayan bu iki topluluk hakkında çok fazla çalışma yapılmamıştır. Neyse ki son yıllarda bu konuda bir iyileşme olmaktadır. Yaptığımız bu çalışmada, daha çok Roma İmparatorluğu ve Avrupa Hristiyan ülkelerinde görülen Yahudi tarihinin önemli olaylarından olan “kan iftirası” vakasının kökeni araştırılmaktadır. Yahudi kutsal kitabı Tora (Tevrat) hükümleri incelenerek böyle bir olayın olma olasılığı Yahudi inancına göre irdelenmektedir. Özellikle Amasya, Rodos ve Şam’da yaşayan Osmanlı Yahudilerine atılan kan iftiraları Yahudi kaynakları bağlamında, Osmanlı padişahları Kanuni Sultan Süleyman ve Sultan Abdülmecid’in çıkarttığı fermanlar ve ilgili dönemin siyasi koşulları çerçevesinde değerlendirilmektedir. Ayrıca çalışmamızda Hristiyan dünyasında ve Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşanan kan iftiralarının nedenleri ve sonuçları karşılaştırılmaktadır.

Osmanlı Yahudileri ve Kan İftiraları: Amasya, Rodos Ve Şam Kan İftirası Vakaları
yahudiler kan iftirasi 1
1

1.KAN İFTİRASI

Yahudiler, sürgün hayatı (Kudüs’ten uzakta) olarak nitelendirdikleri dönemde yaşadıkları toplumlarda azınlık statüsünde yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Bu durum, henüz dünya üzerinde adalet ve demokrasinin oturmaması nedeniyle Yahudiler gibi azınlıklar için sorun teşkil etmiştir. Bu sorunlar içinde en çok bilinenlerden biri de “kan iftirası” olaylarıdır.
Kan iftirası(דם עלילת-Alilat dam), dini azınlıkların (Yahudiler), dini ayinlerde ve bayramlarda “matsa” (מצה-kutsal ekmek) yapabilmek için insan kanına ihtiyaç duydukları ve bunun için de diğer dinlerden (özellikle Hristiyan) çocukların kanlarını kullandıkları yönündeki iftira ve suçlamalar olup, uzun yıllar özellikle Avrupa’da Yahudilere işkence etmek için kullanılmıştır.
Tarih boyunca genellikle Avrupa’da gördüğümüz kan iftiraları Osmanlı İmparatorluğu himayesinde yaşayan Yahudi vatandaşlarına da etki etmiştir. Fakat yaptığımız çalışmada, Hristiyan dünyası ve Osmanlı’da yaşanan kan iftiralarının sebebinin aynı olmadığı görülmektedir. Türkler ve Yahudiler aynı topraklarda yüzlerce yıl birlikte yaşamış ve birbirlerine komşuluk yapmış toplumlar olmasına rağmen, Türkiye’de Yahudilerle ilgili çok fazla çalışma yapılmadığı da bir gerçektir.
Ancak son yıllarda bu durum iyileşme göstermiş ve çalışmalar artmıştır. Bu çalışmada, yüzlerce yıl Avrupa’da kan iftiralarına uğrayan Yahudilerin Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş dönemine girmesiyle birlikte yaşanan idari aksaklıkların doğurduğu boşluğun da etkisiyle, uğradıkları kan iftiralarını Yahudi kaynaklarına göre inceleme, bu bağlamda ilgili literatür boşluğuna katkı sağlamak amaçlanmaktadır.

1.1. İsrailoğulları’nın Kudüs’ten Sürgün Edilmesi

Çalışmanın kuramsal temellendirmesini yapmak adına, Yahudilerin dünya üzerindeki varoluş koşul ve coğrafyalarına tarihsel izlekte bakmak faydalı olacaktır.
Süleyman (שלמה-Şlomo) İsrailoğulları’nın kralı Davud’un oğludur. Kral Davud’un hayatını kaybetmesinden sonra tahta geçmiştir. Şlomo (שלמה), İbranice’de kelime kökeni olarak “barış (שלום-şalom)” kelimesi ile aynı soydandır. Yani Şlomo, “barış getiren” anlamına gelmektedir. Yahudiler, Süleyman peygamberin Kudüs’te kurduğu krallıkta zengin, mutlu ve huzurlu bir hayat sürmüştür. “Kral Süleyman (Şlomo) zamanında Kudüs’e görkemli bir mabed (Bet Hamikdaş) inşa edilmiştir. Bu birleşik krallık dönemi (MÖ 10. yüzyıl) İsrail tarihinin altın çağı olarak Yahudilerin hafızasındaki yerini almıştır” . Yahudiler, Süleyman peygamberden sonra bir daha o şaşalı dönemi yaşayamamışlardır.
Kral Süleyman’ın ölümünden sonra bir bütün olmaktan çıkan Yahudiler, kuzeyde Beni Yisrael, güneyde ise Yahuda olmak üzere iki devlete bölünmüşlerdir. “Beni Yisrael Devleti, Asurlular tarafından M.Ö. 722’de yıkılmış ve halk sürgüne gönderilerek kabileler dağıtılmıştır. Yahuda Krallığı da, Babil Kralı Nabukadnezar (Buhtunnasr) tarafından M.Ö. 586 yılında istila edilmiş ve halk Babil’e sürgüne gönderilmiştir. İstila sırasında 1.Bet Hamikdaş (Süleyman Mabedi) da yıkılmıştır.”
Yahudiler, krallıklarının yıkılmasıyla binlerce yıl sürgün hayatı yaşadıkları için yeni özellikler kazanmıştır. Bunlar içinde belki de en önemlisi ve Yahudilerin diğer toplumlarda kendisini fark ettirip yükselmesini sağlayan özellik konumuz açısından açıklanmaya muhtaçtır. Buna göre Babil Amorası Samuel tarafından, adli vakalarda taraflardan birinin, hâkimiyetinde yaşanan memleketin insanı olması durumunda Yahudilerin bu tür adli vakalarda alacakları tavırla ilgili geliştirilmiş bir kural olan, “Dina de Malhuta dina-Hâkimiyetinde yaşanan devletin kanunu, kanundur” düsturuyla yaşamışlardır.

1.2. Kan İftiralarının Kökeni

Her ne kadar bulundukları topluluklara uyum sağlamaya çalışsalar da Yahudiler, özellikle teolojik sorunlardan dolayı kabul görmekte zorluklar yaşamışlardır. Bu yaşamsal zorluklar hayati tehlikeye kadar ulaşmış ve Yahudi vatandaşların birçok kez öldürülmeleriyle sonuçlanmıştır. İşte bu tehditlerden biri de kan iftiraları olmuştur.
Kan iftirası olayları tarih boyunca pek çok amaçla, pek çok kez Yahudilere karşı gerçekleştirilmiştir. Hristiyanlar, sebebi bilinmeyen nedenlerden dolayı ortadan kaybolan çocukları, Yahudilerin kaçırdığı iddiasında bulunmuşlardır. Bu iftiraya göre Yahudiler, Pesah (Hamursuz) Bayramı (פסח חג-Xag Pesah)’nda matsa (מצה-matsa) denilen kutsal ekmeği yapabilmek için insan kanına ihtiyaç duymuşlardır. Bunun için de Hristiyan çocukların kanlarını tercih etmişlerdir. Tarih boyunca kaybolan çocuklardan, bu sebepten dolayı Hristiyanlar tarafından Yahudiler sorumlu tutulmuştur.
Tarihte bilinen ilk kan iftirası vakasına M.S. 1. yüzyılda rastlanmıştır. Bu iddialar, İskenderiyeli Yunanlıların zamanında başlamıştır. “M.S. 1. yüzyılda Greko-Mısır yazar Appion’un kaleme aldığı antisemit yazılarında, bu vakaların söylemsel izlerini sürmek mümkündür. Yazılarında, Yahudilerin her yıl Pesah Bayramı öncesi bir Hristiyan çocuğunu kaçırıp Bet Hamikdaş’a götürdükleri; etlerini şişle delerek kanını akıtıp onu öldürdükleri ve ardından elde edilen kanı Pesah’da tüketilen ekmek olan matsa hamuruna katıp, matsaları o şekilde pişirdikleri iddia edilmiştir.” Yahudilerin kurban ettikleri kişilerin etini yediklerini anlatan Appion, buna benzer pek çok iddiada bulunmuştur.
İlgili dönemde, Hristiyan inancına göre, Yahudiler tarafından çarmıha gerildiğine inanılan İsa’nın ölümünden henüz çok zaman geçmemiştir. İsa’nın ölümünden dolayı acıları taze olan Hristiyanlar arasında bu iddialar hızla yayılmıştır. Yahudilere karşı aşırı nefret duyan Hristiyanlar, bu iddialara çabuk ve sert reaksiyon göstermiştir. Binlerce Yahudi bu olaylarda hayatını kaybetmiştir.
Kan iftirasının ilk ortaya çıktığı dönem olan M.S. 1. yüzyılda Kudüs, Roma İmparatorluğu’nun kontrolündedir. Tekrar Kudüs’e dönen Yahudiler ile Roma idaresi arasında zamanla sorunlar oluşmuştur.
M.Ö. 587 yılında Nabukadnezar’ın Bet Hamikdaş’ı yıkmasının ardından 70 yıl sonra mabed yeniden inşa edilmiştir. Romalılar döneminde Kudüs’e dönen Yahudiler başlarda biraz daha iyi bir hayat sürüyorken, Roma tarafından Herod’un Judea (Yahudiye) kralı olarak atanmasının ardından sıkıntılı süreç başlamıştır. Herod’un ölümünün ardından M.Ö. 4. yüzyılda Judea tamamen Roma’nın kontrolüne girmiştir. Böylece Yahudi karşıtlığı had safhaya ulaşmıştır.
“Roma’nın Yahudiler’in Bet Hamikdaş’a girişine sınırlama getirmesiyle olaylar büyümüştür. Din adamlarının da halka destek vermesiyle Yahudiler, Roma’ya karşı “büyük isyanlar” başlatmıştır. İsyanlara sert bir şekilde karşılık veren Roma, dönemin tarihçisi Josefus Flavius’un yazdığına göre Kudüs’te yüz binlerce Yahudi’yi öldürmüştür. M.S. 70 yılında Bet Hamikdaş ikince kez yıkılmıştır. Kudüs yerle bir edilmiş ve Judea’ya da “Suriye Filistini” adı verilmiştir.”
Tarih boyunca gerek siyasi emeller, gerek teolojik sorunlar, gerekse de başka çıkarlardan dolayı kan iftiraları devam etmiştir. Avrupa’da yaşanmış en çok bilinen kan iftiraları ise şunlardır:
“1144 yılında İngiltere’de (Norwich) Yahudilerin, Pesah bayramında Hristiyan bir çocuğu öldürdüğü ve kanını ayin için kullandıkları şeklindeki ilk kan iftirası ortaya atılmıştır.
1236 yılında Almanya’da ortaya çıkan kan iftirası üzerine Kutsal Roma İmparatoru II. Frederick tarafından başlatılan soruşturmada iddianın mesnetsiz olduğu hükmüne varılmıştır.
1250 yılında ise İspanya’da (Saragosa) kan iftirasına rastlanmıştır.”
Messina (1347), Krakow (1407), Viyana (1420), Brandenburg (1510), Mittelberg (1514), Lublin (1639), Lizbon (1682), Sandomierz (1710), Bükreş (1801) kan iftiralarının yaşandığı diğer yerlerdir.

1.3.Yahudilerin Avrupa’dan Sürgün Edilmesi

Avrupa, kan iftirası ve yaşanan veba salgınlarından sorumlu tutulan Yahudiler için artık yaşanamaz bir yere dönüşmüştür. Bu olaylar, Yahudilerin Avrupa’dan sürülmesine ya da kaçmasına neden olmuştur.
Yahudiler, Avrupa’da çok eski dönemlerden itibaren yer edinmişlerdir. “Yahudiler Avrupa’da, özellikle de Roma İmparatorluğu’nun sınırlarının içinde çok eski zamanlardan itibaren yaşamaya başlamışlardır. Fransa ve Almanya’da 4. yüzyıldan, hatta İspanya’da bundan da erken tarihlerden itibaren büyük Yahudi cemaatlerinin yaşadığına dair kayıtlar bulunmaktadır.”
Ortaçağda ekonomik sorunlarla birlikte karanlığa gömülen Avrupa’da sıkıntılar gittikçe artmıştır. Böyle sıkıntılı bir dönemde veba salgınının da ortaya çıkması özellikle Yahudiler için hayatı zindana çevirmiştir. Yıllarca kan iftiralarına maruz kalan Yahudiler, Hristiyanlar tarafından bir de veba salgınından sorumlu tutulmuştur.
Provence (Fransa’da bir bölge) Yahudileri engizisyoncularınsuistimallerini ihbar etmek için 1360’da Papa lnnocent VI’ya bir dilekçe vermişlerdir. Papa bu şikâyeti dikkate almış ve kilise mahkemelerine uyarıda bulunmuştur. Bu bölge kıtlık salgınına uğradığında, köylüler ve şehirliler hemen bu felaketlerin sebeplerini araştırmışlar ve Yahudilerin, tüm günahların taşıyıcısı olduklarını söyleyerek kıtlığın sebebini onlara mal etmişlerdir. 1336’ya doğru Yahudiler Almanya’da olduğu gibi katledilmiştir. Kara veba salgınını da antisemitizmden kaynaklanan bir yorumla Yahudilerin varlığına dayandırmışlardır. Yahudiler, suyu zehirlemek ve gıdaları kasten bozmakla suçlanmışlardır. Yahudilere karşı bu tür öfke patlamaları sonucu sayısız kurbanlar verilmiştir.
Veba salgınından sorumlu tutulup, lanetli olduklarına inanılan Yahudilerin, en sonunda Avrupa’dan sürülmesine karar verilmiştir. Yaşam alanı daraltılıp tüm mallarına el konulan Yahudiler İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya ve İspanya’dan sürgün edilmiştir.
Bu sürgünlerin en çok bilineni İspanya ve Portekiz’in yer aldığı İber Yarımadası’nda gerçekleşmiştir. Ta ki Kuzey İspanya’yı, Müslümanlardan Hrisyanlar alana kadar iyi bir hayat süren Yahudiler için her şey birden değişmiştir.
13. yüzyıldan itibaren Hristiyanlık’a uymayanları yargılayan Katolik Kilisesi’nin Engizisyon adını alan mahkemesi, Kral Ferdinand ve Kraliçe İzabella’nın Papa’dan talepleri üzerine İspanya’da da kurulmuştur. Hristiyan krallığı, Yahudilerden dinini değiştirip Hristiyanlık’a geçmesini istemiştir. Dinini değiştirmeyenleri ise ağır vergilere mahkûm etmiştir. Bununla yetinmeyip bir de Engizisyon Mahkemesi’nde, Yahudi dinine bağlı kaldıklarından şüphe edilenler işkencelerle sorguya çekilmiştir.
Bazı Yahudiler bu baskılara ve işkencelere dayanamayıp dinini değiştirmiştir. Dindar Yahudiler ise dinini değiştirmediği için göç etmek zorunda bırakılmıştır. Göç etmek zorunda kalanlar arasında yer alan Maimonides (İbn Meymun) da Doğu’ya gitmiştir. 1492’deki bu sürgünlerde Sefarad Yahudileri, Osmanlı İmparatorluğu sınırları içine gelmişlerdir.
Osmanlı İmparatorluğu’nda, Sefaradlar’dan önce Romaniyot ve Hazar Yahudileri de bulunuyordu. İlk başlarda Yahudi cemaatleri arasında sorunlar olsa da zamanla cemaatler bir arada yaşamayı öğrenmişlerdir.
Yahudiler, sürgün hayatları boyunca, özellikle azınlık olarak yaşadıkları Hrisitiyan devletlerinde zorluklarla karşılaşmışlardır. Avrupa’dan da sürgün edilen Yahudiler, Osmanlı İmparatorluğu’na sığınmışlardır. “Yahudiler’in İspanya’dan kovulduğu dönemde tahtta bulunan ve tutucu bir kişi olan 2. Beyazıt sürülenlere kucak açmıştır.”
Yahudiler, Osmanlı himayesinde Ortaçağ Avrupa’sına göre daha iyi bir hayat sürmüşlerdir. Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan Yahudilerin yaşamla ilgili anlattıkları genellikle olumlu olmuştur. Herhalde bu konudaki en eski açıklama (15. yüzyılın ilk yarısı) Almanya’da doğmuş, Edirne’ye yerleşmiş bir Fransız Yahudisinin ünlü mektubudur:
“Almanya’daki kardeşlerimizin ölümden beter kederler içerisinde olduklarını duydum; despotik yasalar, zorla vaftiz edilmeler, sürgünler sıradan, gündelik olaylarmış. Bana anlatıldığına göre, yağmurdan kaçarken her seferinde doluya tutuluyorlarmış… her yerde ruha eza çektirilip, bedene işkence ediliyormuş; acımasız zalimler her gün zorla vergi topluyorlarmış… bu amaçla Doğuya giden bir Hristiyan gemisinde yakalanan her Yahudi’nin denize atılması için bir yasa yapmışlar. Heyhat! Almanya’da Rabbin kavmine ne kötülükler reva görülüyor; ne üzüntüler güçlerini alıp götürüyor! Oraya buraya sürülüyorlar; itilip kakılmaktan ölümü bile ister hale geliyorlar… Kardeşler, hocalar, dostlar, tanışlar! Ben Isaak Zarfati, soyum Fransız da olsa, Almanya’da doğmuş ve oradaki saygıdeğer hocalarımın dizi dibinde oturmuş olsam bile, size derim ki: Türkiye hiçbir şeyin eksik olmadığı bir ülkedir. Eğer isterseniz şu anda burası sizin için en hayırlı yer olacaktır. Kutsal Topraklara giden yol sizin için Türkiye’den geçiyor. Hristiyanlardansa Müslümanların (egemenliği) altında yaşamak sizin için daha iyi değil midir? Burada herkes kendi asması ve inciri altında huzur içinde oturabiliyor. Burada en değerli esvapları giymenize izin var. Oysa Hristiyan dünyasında çiğnenmiş siyah ve mavinin, tekmelenmiş yeşil ve kırmızının hakaretine maruz kalmadan, hüzünlü renkler taşıyan alçaltıcı esvaplar giymeye mahkûm etmeden çocuklarımızı kendi zevkimize göre kırmızılar ya da maviler giydirmeye bile cesaret edemiyorsunuz… Şimdi ey İsrail! Bütün bunları görüp de neden uyuyorsun? Uyan ve bu lanetli toprakları ebediyen terket.”
Mektupta da görüldüğü gibi Ortaçağ’da Osmanlı himayesinde yaşayan Yahudiler Avrupa’dakilere göre daha iyi bir hayat yaşamışlardır. Hatta Avrupa’daki Yahudileri Osmanlı topraklarına davet etmişlerdir.

2.AMASYA VE TOKAT KAN İFTİRALARI

Yahudiler, tarih boyunca Türkler ile uzun süre birlikte yaşamış bir topluluktur. Türkler ile Yahudilerin Osmanlı İmparatorluğu’ndan daha öncesine dayanan bir geçmişleri vardır. Bilinen ilk ve tek Türk-Yahudi devleti olan Hazar Devleti ile başlayan ilişkiler, Osmanlı İmparatorluğu ile devam ettirilmiştir. Avrupa’daki zulümden, baskıdan kaçan ve sürgün edilen Yahudiler, kendisine kucak açan Osmanlı İmparatorluğu’nda genel olarak refah içinde bir hayat sürmüşlerdir.
1492 yılında Avrupa’dan göç edip Osmanlı İmparatorluğu’na sığınan Yahudiler, Osmanlı topraklarındaki Yahudi nüfusunu artırmıştır. Nüfusun artmasıyla sosyal hayatta da dikkat çekmeye başlamışlardır. Yahudiler, padişahların da desteğiyle Osmanlı’daki yerini sağlamlaştırmıştır. Bulundukları toplumlara uyum sağlamak üzerine bir düşünceye sahip olan Yahudiler hemen Osmanlı toplumuna da uyum sağlamıştır. Yahudiler, yaşadıkları devletlerin kurallarına, hayatına uyum sağlayıp önemli görevlerde bulunmuşlardır. Ticari ve diplomatik kabiliyetlerinden dolayı ilerleyen dönemlerde sarayda etkin rol oynayan Yahudiler, sosyal hayatta da önemli görevlerde bulunmuşlardır.
Yahudi cemaati arasında Osmanlı İmparatorluğu o kadar benimsenmiştir ki, Osmanlı’yı bir kurtarıcı olarak gören Yahudi tarihçi Eliyahu Kapsali, “Yavuz Sultan Selim’in Mısır’a hâkimiyetini, kurtuluş zamanının bir işaretçisi ve mesihin çıkışının yaklaşmasının bir müjdesi olarak kabul eder.” Kapsali, kronikte Osmanlı padişahları Fatih Sultan Mehmed, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman hakkında övücü yorumlarda bulunmuştur.
Fakat her ne kadar Avrupa’ya göre Osmanlı’da daha iyi bir hayat sürseler de, bu hiçbir sorun yaşamadıkları anlamına gelmemelidir. Sıklıkla Avrupa’da görülen kan iftiralarını farklı sebeplerden de olsa Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan Yahudiler’in de yaşadığı görülmüştür.
Kan iftiraları daha çok Avrupa merkezli olmasına karşın, bu vakalar Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Yahudilere kadar sıçramıştır. Avrupa’da yaşadıkları zulümlerden ve baskılardan kaçıp Osmanlı İmparatorluğu’na sığınan Yahudiler de Avrupa’da yüzyıllarca yaygınlığını korumuş olan bu iftiralara az da olsa maruz kalmışlardır.
Osmanlı Yahudilerine atılan kan iftiralarıyla ilk kez 16. yüzyıla gelindiğinde karşı karşıya kalınmıştır. Kanuni Sultan Süleyman zamanında Amasya’da meydana gelen kan iftirası olayı, Şehzade Mustafa’nın bölge valisi olduğu döneme rastlamıştır (tahminen 1530-1545 yılları arasında olmuştur).
Amasya’da bir Ermeni kadınının, küçük bir Hristiyan çocuğunun Yahudiler tarafından kesildiğini gördüğünü iddia etmesi üzerine, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ilk kan iftirası vakası gerçekleşmiştir. Bu iddialar üzerine, birkaç Yahudi güvenlik güçleri tarafından yakalanmıştır. Yakalanan Yahudiler, suçlarını ifşa edene kadar işkencelere maruz kalmıştır. İşkenceler sonrasında ise idam edilmişlerdir.
Katledildiği iddia edilen Hristiyan çocuk, kısa bir süre sonra ortaya çıkmıştır. Çocuğun ölmediğinin anlaşılması üzerine yerel Osmanlı mercileri aldatıldıklarını anlamıştır. Osmanlı, kan iftirası vakasında kullanılmış olmasını cezasız bırakmamıştır. “Sultan Süleyman, kan iftirasını yayan Hristiyanlara, Musevilere verilen cezanın aynını çektirmiştir.”

2.1. Kanuni Sultan Süleyman’ın Fermanı

Amasya’da yaşanan kan iftirasının üzerinden uzun bir süre geçmeden Tokat’ta da kan iftirası olayı gerçekleşmiştir. Osmanlı idarecileri bu kez daha temkinli davranmıştır. Sultan Süleyman’ın doktoru Moşe Hamon, padişahtan bir ferman alarak Yahudilerin suçsuz olduğunu kanıtlamıştır. Sultan Süleyman’ın Yahudilere güvenini belirttiği fermanda şöyle denilmektedir:
“Bu cemaat bana vergi ödediğinden üyelerinin saldırıya ya da herhangi bir haksızlığa uğramalarını istemiyorum. Bu gibi iddialar Padişahlık Divanında muhakeme edilecek ve emrim olmadan başka herhangi bir yerde görülmeyecektir.”
Kanuni Sultan Süleyman çıkardığı bu fermanla Yahudi cemaatini güvence altına almıştır. Osmanlı İmparatorluğu, çok uluslu bir devlet olmasından dolayı padişah halkına eşit davranmak zorundadır. Adaletli olmasından dolayı “Kanuni” sıfatını alan Sultan Süleyman, bu fermanla Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan tüm gayrimüslimlerin hayatını koruma altına almıştır. Tabii fermanda dikkat çeken bir başka husus ise vergi meselesidir. Osmanlı’da gayrimüslimler askere alınmıyordu. Buna karşılık, devlete vergi ödemişlerdir. Askerlik yapmayan gayrimüslimler, daha çok ticaret ve zanaatla uğraşmışlardır.
İlgili dönemi tasvir eden eserler bağlamında, 16. yüzyılda Avrupa’daki azınlıkların yaşadıkları sıkıntılara bakınca, Osmanlı himayesinde yaşayanların daha iyi koşullarda yaşadıkları söylenebilmektedir. “Yahudilerin en iyi durumda olduğu ülkelere en mükemmel İslami örnek, Osmanlı İmparatorluğu idi. Özellikle de, imparatorluğun en parlak dönemi olan 16. yüzyıldaki uygulamalar.” Hukuki olarak en azami şekilde adil olmaya çalışılmıştır. Bundan dolayı Ermenisi, Rumu, Yahudisi sarayda önemli görevlere gelebilme şansına sahip olmuşlardır. Osmanlı idaresinde görev almalarıyla birlikte, mensup oldukları azınlıkların haklarını savunmaları da daha kolay olmuştur.16. yüzyılda yaşanmış olan Amasya ve Tokat kan iftiralarının ardından, Osmanlı İmparatorluğu topraklarında uzun bir süre kan iftirasına rastlanmamıştır.

3. ŞAM VE RODOS KAN İFTİRALARI

18. yüzyıldan itibaren Osmanlı İmparatorluğu, uzun yıllar boğuştuğu sorunların üstesinden gelememiş ve bu yüzden sıkıntılar katlanarak devam etmiştir. İdari olarak yaşadığı sıkıntıların yanına ekonomik sıkıntılar da eklenmiştir. Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra yerine düzenli bir askeri birliğin kurulamamasından dolayı güvenlik zafiyeti de ortaya çıkmıştır. Batı’nın “hasta adam” demeye başladığı Osmanlı’da, Fransız İhtilali’nin etkilerini görmek de mümkündür.
Bütün bu sorunlar, çeşitli milletlere ve dini gruplara sahip bir imparatorluk olan Osmanlı’yı, iyi yönetilememesi nedeniyle ötekileştirme süreçlerini belirginleştiren yönetim zafiyetleri olarak da tarif edebilecek sorunlarla karşı karşıya getirmiştir.
Bu sorunlar, yüzyıllarca refah içinde yaşayan Yahudi cemaatini de yakından ilgilendiren karşılaşmalara muhatap kılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nda en son 16. yüzyılda rastlanan kan iftiraları, böyle bir ortamda 19. yüzyılda tekrar gündeme gelmiştir. Ortadoğu’nun önemli şehirlerinden Şam’da ortaya çıkan kan iftirasının etkileri büyük olmuştur.
Şam’daki kan iftirası, Hristiyanların 1840 yılında rahip Thomas ve uşağının Yahudiler tarafından kaçırılıp, öldürüldükten sonra kanıyla ayin yaptıkları iddiasıyla başlamıştır. Bu iddialar üzerine, Yahudi bilginler ve bölgedeki önemli kişiler güvenlik güçleri tarafından yakalanmışlardır. Yakalanan Yahudiler, bir çukura koyulup aralarından birkaçı ölene kadar muhtelif işkenceler yapılmıştır. Tutuklular arasında bulunan bir Yahudi’nin itirafı üzerine 6 Yahudi’nin daha yakalanma emri verilmiştir. Yakalanan Yahudiler işkencelerden sonra öldürülmüştür. Tutuklulardan Yahudi Abulafia ise dinini değiştirmiş ve suçlamaları kabul etmemiştir. Böylece hayatını kurtarmıştır.
Suriyeli Katolik Hristiyanlar, Fransa’nın himayesinde bulunduklarından, olaya Fransız konsolosu el koymuştur. İlgili dönemde “Suriye ve Mısır Valiliğini Mehmed Ali Paşa yapmıştır. Şerif Paşa, Şam Fransız konsolosu ile anlaşarak, Şam Hahambaşısı Yâkup Antebi ile diğer iki hahamı ve altmış Yahudi’yi hapsetmiş ve işkence etmiştir.” Uzun süre devam eden işkence ve baskılar, Türklerin Şam’ı geri almasıyla sona ermiş ve Yahudi tutuklular serbest bırakılmıştır.
Batılı güçler, “hasta adam” dedikleri Osmanlı’nın bu durumundan faydalanmak için hemen harekete geçmişlerdir. Fransa’nın Suriye’de Mehmet Ali Paşa’nın hâkimiyetini desteklemesine karşın, İngiltere ve Avusturya bölgenin Osmanlılara iadesini istediklerinden meseleye bu iki devletin temsilcileri de karışmışlardır. Kan iftirası bir yandan Fransa, diğer yanda Avusturya, İngiltere ve daha sonra ABD arasında bir rekabet ve güç gösterisine dönüşmüştür. “Şam vakası nedeniyle Fransa’nın temsilcileri, ulus kültürünü geliştirmek için Fransızca’yı yayma hakkı talep etmiştir. Bu sözde kültürel destekleyiciler gelmiş ve Doğu’ya nüfuz etmeye başlamışlardır.”
Bu girişimlerden sonra olaylar biraz olsun durulmuştur. Avrupalılar, Şam’daki kan iftirasını bahane ederek Ortadoğu’da yayılma fırsatı bulmuştur. Böylece Ortadoğu’daki faaliyetlerini daha rahat yürütmüşlerdir.
Şam’daki kan iftirasıyla aynı dönemde Rodos’ta da kan iftirası vakası meydana gelmiştir. O dönemde Osmanlı’da ticaret, genellikle Yahudiler ve Hristiyanlar tarafından yapılmıştır. İki dini grup arasındaki teolojik problemler, ticaret rekabetine de sıçramıştır.
Rodos’ta bir Yahudi, yerli tüccarlar tarafından kan iftirasına maruz kalmıştır. Bu iddia üzerine birçok Yahudi yakalanmış ve sorgulanmıştır. Yahudi mahalleleri gözetim altında tutulmuştur. Bir Yahudi’nin İzmir’e kaçıp, olayı Bab-ı Ali’ye aksettirmesiyle dış dünya tarafından duyulmuştur. Osmanlı sarayının da olaydan haberdar olmasıyla Rodos valisi hemen görevden alınmıştır.
Bu olaylar üzerine ünlü oryantalistler Sir Montefiore ve Adolf Crémieux, Rodos ve Doğu Yahudileri’nin haklarını korumak için Doğu bölgesine gitmişlerdir. Şam bölgesi, Sultan Abdülmecid adına Kahire Hükümdarı’nın kontrolünde olduğu için, ilk olarak onun ile görüşmüşlerdir. Kavalalı ile diplomatik görüşmeler yapmışlardır.
Sultan, bir görüşme yaptıktan sonra Ekim sonunda ya da Kasım başında bir ferman vermiştir. Bu emir, başkentin sultanından kadıya bir uyarı niteliğinde olmuştur. Araştırma sonucunda, kan iftirası doğruluğunu yitirmiştir. Hatta Yahudilerin koşer (helal gıda) kuralları gereği kan tüketmemesi de suçlamalardan aklanmalarında etkili olmuştur.

3.1. Sultan Abdülmecid’in Fermanı

Abdülmecid, Rodos ve Şam’daki kan iftiralarından sonra olayların önüne geçmek için, 16. yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman’ın çıkardığı fermanın ardından, Montefiore ve Crémieux’un da ricaları üzerine yeni bir ferman çıkartmıştır. Abdülmecid’in, Yahudiler için çıkardığı fermanda şöyle denilmektedir:
“Müslüman yargıçların en mükemmeli, müminlerin en iyisi… şeri’at bayraktan… İstanbul Kadısı’na: Bu emri, Yahudilere karşı çok eski bir önyargı olduğunu bildirmek için yolluyorum. Cahiller hamursuz yapmak için kan gerektiğine ve Yahudilerin bu kanı insan kurban etme yoluyla temin ettiklerine inanırlar. Bu inancın kurbanı teba-i Saltanat-ı Seniyemden Şam ve Rodos Yahudileri, zulme maruz kalmışlardır. Yahudilere karşı icat edilen iftiralar ve bunların maruz kalmış oldukları şiddet eylemlerinin haberi, padişahlık tahtına kadar gelmiştir. Bununla birlikte, kısa bir süre önce, İstanbul’a mahkemeye çağrılan Rodoslu birkaç Yahudinin, kendilerine yöneltilen ithamlardan ari oldukları tespit edilmiştir. Bunun dışında, bu ulusun din kitaplarını incelemiş olan uzman kişilerin araştırmalarından, Yahudilerin insan kanı (dem-i beşeriye) şöyle dursun, hayvan kanı bile kullanmadıkları anlaşılmaktadır. Bu vesileyle, Yahudilerin maruz kalmakta oldukları şiddet eylemlerinin salt iftira sonucu olduğu açıktır. Tebamıza karşı duyduğumuz sevgi, masumiyeti ispat edilmiş olan Yahudi ulusunu da içerdiğinden, bunların yukarıda zikredilen beyhude şeylerle rahatsız edilip baskı görmelerine izin veremeyiz; üstelik, bunların Gülhane Hatt-ı Şerifi ile tebamıza tanıdığımız hak ve imtiyazlardan da yararlanmalarını istiyoruz. Gelecekte, imparatorluğun her noktasında Yahudilerin, devletimizin diğer tebasına eşit şekilde himaye edilmelerini, kutsal dinlerinin İcraatında kimsenin bunları rahatsız etmemesini, güven ve sükunetlerinin ihlal edilmemesini emrediyorum. Bunun için, padişahlık Divanı’ndan çıkarılan ve tuğramızı taşıyan işbu emr-i şerifi Yahudilere verdik. Sen, sayın Kadı, bu emri okuduktan sonra içeriğini uygulamaya koyacak ve bugünden itibaren burada belirtilenlere aykırı davranışları önleyeceksin.
… Bunu böyle bil ve alarnet-i şerife güven kat.”
Abdülmecid’in çıkardığı bu fermanla, Batı’ya gayrimüslimlerin Osmanlı’da eşit olduğunu, Müslüman tebadan ayrı tutulmadığını kanıtlamaya çalıştığını görebiliriz. Fermanda adı geçen Gülhane Hatt-ı Hümayün, Batı’nın Osmanlı içişlerine karışmasını önlemek amacıyla çıkarılmıştır. Abdülmecid, kan iftiralarını fırsat bilip, Batı’nın içişlerine karışmasını engellemek amacıyla bu kez Yahudiler için bu fermanı kadıya göndermiştir. Sultan Abdülmecid’in çıkardığı ferman, bundan sonra gerçekleşen kan iftiralarına emsal teşkil etmiştir. Sultan’ın fermanı sayesinde karışıklık yaratmak amacıyla ortaya atılan iftiralar başlamadan sona ermiştir.

4. KAN İFTİRALARI KARŞISINDA YAHUDİ ŞERİATI

4.1.Yahudi Geleneğine Göre Pesah Bayramı

Hristiyanların Yahudilere atmış olduğu kan iftiraları daima Pesah (Hamursuz) Bayramı içerisinde olmuştur. Pesah, Yahudiler için önemli yere sahip bir bayram olmuştur.
Yahudi bayramları arasında en eskisi sayılabilecek bayram, Pesah (Hamursuz)’tır. Bahar festivali diye de adlandırılan Pesah, İbrani takvimine göre Nisan ayının 15’ine rastlamaktadır.
Tarımsal, milli, popüler aile bayramı özelliklerini kendinde toplayan Pesah, İsrail’de 7 gün, Diaspora’da 8 gün boyunca kutlanmaktadır.
Mısır topraklarından çıkışın yıldönümü olan Pesah’ın birinci ve yedinci günleri İsrail’de yaşayanlar için, bunlara ilave olarak ikinci ve sekizinci günleri de Diasporadakiler için “Yom Tov” kabul edilmiştir. Bu günlerde iş yapılması tamamen yasaklanmıştır. Bayramın diğer günleri ise “Hol ha-mo’ed” (Ara Günler-Medianos) dediğimiz günlerden oluşmaktadır ki bu günlerde iş yapıp yapmama serbesttir.
Pesah (פסח) sözcüğü, İbranice’de “geçmek veya atlamak” anlamlarına gelmektedir.
Tevrat’a göre, Mısır’da Firavun’un köleleri olarak kullanılan ve üzerlerine ağır işler yüklenen Yahudiler, Tanrı’nın yardımıyla Musa’nın önderliğinde Mısır’dan çıkmışlardır. Ancak bu çıkış o kadar acele olmuştur ki, Yahudiler kendileri için hazırladıkları ekmeklerin hamurlarının mayalanmasını beklemeden pişirmişlerdir. Bu yüzden, bu bayramda mayalı hiçbir ürün tüketilmez. Pesah boyunca Yahudiler, mayasız hamurdan yapılmış “matsa” (מצה) adındaki ekmeği yerler.
Hamursuz Bayramı’nın ilk iki ve son iki gecesi akşam evde ziyafet düzenlenir. Bu sofraya “Seder” (סדר) adı verilir. Sofrada Hamursuz Bayramı’na özgü yiyecekler bulunur ve Mısır’dan çıkışın hikâyesini anlatan “Agada” (אגדה) diye bilinen hikâyeler anlatılır.
Tora (Tevrat)’da bu bayram için iki farklı isim kullanılmaktadır: ”Pesah” ve “Hag ha-Matzot.”
Pesah adı Yahudilere Mısırlıların başına gelen 10 musibet sırasında İsrailoğullarını bunlardan bağışık tutan mucizevi kutsal korumayı anımsatmaktadır. Tora’da “Tanrı İsrailoğullarının evlerinin üzerinden geçti” sözleriyle anlatılmaktadır. Bu olay daha sonraki yıllarda Bet Ha-Mikdaş’ta bir kuzunun Korban (kurban) olarak sunulmasıyla anılmaya başlanmıştır.

4.2.Yahudi Şeriatına Göre Kan

Yahudi inancına göre, yenilmesi veya kullanılmasında dinen bir sakınca bulunmayan helal yiyeceklere koşer (כשר) denir. Bunları belirleyen kurallara da kaşrut (כשרות) adı verilir. Yahudiler yiyecek konusunda dünyanın belki de en titiz topluluğudur. Dindar bir Yahudiyi bu kuralların dışına çıkarmak çok zordur.
Yahudi geleneğinde, insan ya da hayvan kanı tüketmek kesinlikle yasaklanmıştır. Yahudi kutsal kitabı Tevrat (תורה- Tora)’ta şu şekilde geçer:
“Çünkü her etin canına gelince, onun kanı canıdır; bunun için İsrailoğullarına dedim: Hiçbir çeşit etin kanını yemiyeceksiniz; çünkü her çeşit etin kanı onun canıdır; onu her yiyen atılacaktır.”
Kan tüketimiyle ilgili Tevrat’ın bir başka pasukunda (פסוק-ayet) ise yasaklanması şu şekilde yer almaktadır:
“Kurbanının kanını mayalı ekmekle takdim etmeyeceksin; ve bayramımın yağı sabaha kadar gecelemeyecektir. Toprağının turfandalarının ilkini Allah’ın Rabbin evine getireceksin. Oğlağı anasının sütünde pişirmeyeceksin.”
“Bütün meskenlerinizde, kuşun olsun, hayvanın olsun, hiçbir çeşit kan yemiyeceksiniz. Ne kanı olursa olsun, bir adam kan yerse, o can kavmından atılacaktır.”
Tevrat’ta kan açık açık Yahudilere haram kılınmıştır. Yahudiler de kan iftiralarına karşı delil olarak bu pasukları göstererek kan iftiralarını reddetmişlerdir.

4.3.Yahudi Şeriatına Göre Kurban

Yahudi inancında kurban (קורבן) da çok önemli bir ibadettir. Kurbanlar kohenler (din adamı) tarafından Kudüs Tapınağı’nda Tanrı’ya sunulmuştur. Kurban, kutsal bayramlarda Tanrı’ya sunulmasının yanında kefaret için de gerçekleştirilmiştir. “Geleneksel Yahudiliğe göre, M.S. 70 yılında İkinci Mabed’in Romalılar tarafından yıkılmasından sonra, Mesih’in ortaya çıkıp Bet Hamikdaş (Süleyman Mabedi)’ı tekrar inşa edeceği ve tüm Tevrat hükümlerini yeniden yerine getireceği güne kadar kurban ibadeti askıya alınmıştır. Liberal Yahudi cemaatleri ise Tevrat’ta yer alan pek çok ritüel gibi, mabet ve kurban ile ilgili uygulamaların da eski İsrail toplumunda önemli bir fonksiyon icra etmiş olduğunu, fakat Yahudi dini hayatı için artık gerekli ve dolayısıyla geçerli olmadığını kabul etmektedir.”
Yahudilerin, Hristiyan çocukları kaçırıp Tanrı’ya kurban ettikleri iddialarını reddetmek için kullandığı bir başka delil ise, dinen Tanrı’ya kurban olarak bir insanoğlunun kullanılamayacak olmasıdır.
Kan iftiralarının olduğu Pesah Bayramı’nda Yahudilerin takdime olarak neleri Tanrı’ya sunması gerektiği Tevrat’ın Levililer bölümünde yer almaktadır:
“Ve demeti salladığınız günde Rabbe yakılan takdime olarak, bir yıllık kusursuz erkek bir kuzu arzedeceksiniz.”
Tevrat’ta hangi canlının kurban edileceği pasukta şöyle geçer:
“Ve Rab Musa’yı çağırdı ve toplanma çadırından ona söyleyip dedi: İsrailoğullarına söyle, ve onlara de: Sizden biri Rabbe takdime arzettiği zaman, takdimenizi hayvanlardan, sığır ve davarlardan arzedeceksiniz.”
Hatta bir başka pasukta ekmekle yapılan bir takdime de yer alır:
“Ve birisi Rabbe ekmek takdimesi arzettiği zaman, takdimesi ince undan olacak; ve üzerine yağ dökecek, ve onun üzerine günnük koyacaktır; ve onu Harunoğullarına, kahinlere getirecek; ve undan, onun ince unundan ve yağından bütün günnüğü ile beraber avuç dolusu alacak. Ve kahin, onun anılması olarak onu mezbah üzerinde yakacaktır; o, ateşle yapılan takdime, Rabbe hoş kokudur; ve ekmek takdimesinden artan kalan Harunla oğulları içindir; Rabbe ateşle yapılan takdimeler arasında çok mukaddestir.”
Her kurban kesiminin ve Tanrı’ya takdimesinin ayrı ayrı kuralları vardır. Yahudi kutsal kitabı Tevrat’ta tüm bu takdimeler detaylarıyla anlatılmıştır.
Tevrat’ta geçen kurban ritüeline örnek olarak suç takdimesini gösterebiliriz. Suç takdimesi şu şekilde anlatılmıştır:
“Reislerden biri suç ederse, ve Allahı Rabbin yapılamayacak diye emrettiği bütün şeylerden birini bilmeyerek yapar, ve suçlu olursa; ve işlediği suçu kendisine bildirilirse, o zaman takdime olarak kusursuz bir ergeç getirecek. Ve elini ergecin başı üzerine koyacak, ve yakılan takdimeleri boğazladıkları yerde, Rabbin önünde onu boğazlayacak; suç takdimesidir. Ve kahin, suç takdimesinin kanından parmağıyla alacak, ve yakılan takdimeler mezbahının boynuzları üzerine sürecek; ve kanını yakılan takdimeler mezbahının dibine dökecek. Ve bütün yağını, selamet takdimeleri kurbanının yağı gibi yakacak; ve kahin onun suçundan dolayı kefaret edecek, ve ona bağışlanacaktır.” Kurban ile ilgili detaylı bilgileri Tevrat’ın Levililer ve Sayılar bölümünde bulmak mümkündür.

5.YAHUDİLERİN KAN İFTİRALARINA PESAH BAYRAMI’NDA UĞRAMALARININ SEBEBİ

Yahudiler’in kan iftiralarına uğramalarının dönemin siyasi, sosyal ve ekonomik etkilerinin dışında Pesah Bayramı’na denk gelmesi, yine bu bayramda İsa’nın Yahudiler tarafından çarmıha gerilip öldürülmesiyle bir ilgisi var mı sorusunu akıllara getirmiştir.
Hristiyan keşişler, özellikle Ortaçağ’da halkı kışkırtmak için bunu kullanmıştır. Ekonomik sıkıntılarla boğuşan toplum, veba salgınının da ortaya çıkmasıyla Yahudiler’e karşı doldurulmuştur. Günah keçisi olarak görülen Yahudiler, cadı avının yanında kan iftiralarıyla da mücadele etmek zorunda kalmıştır.
Osmanlı Yahudileri’ne atılan kan iftiralarının sebebi olarak ise azınlıklar arasındaki mücadeleler gösterilir. Yahudiler, 1492’de İspanya’dan kaçıp Osmanlı Devleti’ne sığındıktan sonra sarayda aktif görevlerde bulunmuşlardır. “Osmanlı İmparatorluğu’nda Yahudiler Sultan’a sadakat duyarlardı ve bazıları ikincil ama önemsiz olmayan görevlerde Sultan’ın hizmetine girmişlerdir.” Bu durum diğer azınlıklar arasında hazmedilememiş olabilir. Fakat Avrupa’daki kan iftiralarını da düşününce sadece bu şekilde açıklamak mümkün değildir. Hristiyanlar ve Yahudiler arasındaki husumet binlerce yıl öncesine, İsa’nın çarmıha gerilmesine kadar gitmektedir.
Hristiyan inancına göre İsa Mesih, Pesah (Hamursuz) Bayramı nedeniyle 12 havarisiyle fısıh (pesah) yemeği yemek için bir araya gelmiştir. Bu olay Hristiyan kutsal kitabı İncil’de şöyle geçmektedir:
“Ve Hamursuzun birinci gününde şakirtler İsa’ya gelip dediler: Fıshı yiyesin diye nerede istersin ki hazırlayalım? O da dedi: Şehre girip filana gidin, ve ona diyin: Muallim: Zamanım yakındır, Şakirtlerimle beraber fıshı senin evinde yapacağım, diyor. Ve şakirtler İsa’nın kendilerine emrettiği gibi yaptılar; ve Fıshı hazırladılar.”
Bu olay İncil’in diğer üç kitabında da geçmektedir ve son akşam yemeği olarak da adlandırılmaktadır. İsa Mesih havarileriyle yemek yiyip onlarla sohbet ettikten sonra ertesi gün, havarilerden Yahuda, Yahudilerle anlaştığı gibi İsa Mesih’i ele vererek yakalanmasını sağlamıştır.
“O henüz söylemekte iken, hemen Onikilerden biri olan Yahuda, ve onunla beraber başkahinler, yazıcılar ve ihtiyarlar tarafından bir kalabalık, kılıçlarla ve sopalarla geldi. İmdi onu ele veren: Kimi öpersem, odur; onu tutun ve emniyet altında götürün, diye onlara bir işaret vermişti. Geldiği zaman, hemen yaklaşıp İsa’ya: Rabbi, diyerek onu öptü. Onlar üzerine el atarak onu tuttular.”
Bu bölüm, İncil’in diğer üç kitabında da yer almaktadır. Hristiyan kutsal kitabı İncil’de geçtiği şekliyle, daha sonra Yahudiler İsa’yı çarmıha germiş ve öldürmüşlerdir.
Görüldüğü gibi kan iftiralarının bir de teolojik sebebi vardır. Hristiyan inancında İsa’nın yakalanmasının, çarmıha gerilmesinin ve öldürülmesinin başlangıcı Pesah Bayramı’dır. Tarih boyunca Hristiyanlar ve Yahudiler arasında İsa’nın çarmıha gerilmesi olayı sorun teşkil etmiştir.

SONUÇ

Görüldüğü gibi kan iftiraları vakaları, Hristiyanlık inancına göre İsa’nın çarmıha gerilmesi olayı üzerine tezahür etmiştir. Hristiyan topluluklar, içlerinde azınlık olarak yaşayan Yahudilere, dini niteliklerden dolayı hemen hemen her dönem bu tür suçlamalarda bulunmuşlardır. Bu olaylarda çok sayıda Yahudi hayatını kaybetmiştir. Antisemit olaylarının artmasıyla Avrupa, Yahudiler için yaşanmaz bir hale gelmiştir. Avrupa’daki Yahudiler ya sürgün edilmiş ya da kaçak yollardan Avrupa’dan kaçarak Osmanlı İmparatorluğu’na sığınmıştır.
Avrupa’da sıklıkla görülen kan iftiraları bir süre sonra Osmanlı’da yaşayan Yahudi vatandaşlarına da sıçramıştır. Ancak, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki bu olayların Avrupa’daki kan iftiralarına göre çok kanlı sonuçlanmadığı görülmektedir. Bu olayların çok fazla büyümemesinin en büyük nedeni, Osmanlı padişahlarının (Kanuni Sultan Süleyman ve Abdülmecid) durumun hemen araştırılmasını emretmesi olmuştur. Araştırmalar sonucunda iftiraların asılsız olduğunu gören Sultanlar, olaya açıklık getirmek için fermanlar çıkarmışlardır. Osmanlı sultanlarının bu tutumu, fırsattan istifade ederek Osmanlı içişlerine müdahale etmek isteyen devletleri de engellemiştir. Ayrıca çıkarılan fermanlar ile Osmanlı’daki Yahudiler koruma altına alınmıştır.
Sonuç olarak, kan iftiraları Avrupa’da dini nitelikteki hassasiyetlerin farklı yorumlanmasından dolayı tezahür etmiştir. Ancak Osmanlı’daki kan iftiraları ise dönemin siyasilerinin ve tüccarlarının çekişmeleri nedeniyle ortaya çıkmıştır. Osmanlı bir imparatorluk olduğundan, içinde birçok dinden ve milletten insan yaşamıştır. Dini cemaatler ve topluluklar, sarayda daha iyi bir yer edinebilmek için ve diğer ülkeler de Osmanlı’nın içişlerine karışmak için kan iftiralarına başvurarak iç karışıklığa sebebiyet vermeye çalışmışlardır. Fakat görüldüğü gibi, Osmanlı padişahlarının ve devlet adamlarının tutumu buna çok fazla izin vermemiştir.

KAYNAKÇA

Almaz, Ahmet. Batu, Pelin. Geçmişten Günümüze Yahudilik Tarihi. İstanbul: Nokta Kitap, 2007.
Alalu, Suzan. Yahudilikte Kavram ve Değerler (Dinsel Bayramlar-Dinsel Kavramlar-Dinsel Gereçler). İstanbul: Gözlem Gazetecilik Basın ve Yayın A.Ş., 1996.
Arslantaş, Nuh. Yahudiler ve Türkler. İstanbul: İz Yayıncılık, 2013.
Aytaç, Bedrettin. İbranice-Türkçe Sözlük. İstanbul: Kurmay Kitap, 2012.
Besalel, Yusuf. Yahudi Tarihi. İstanbul: Gözlem Gazetecilik Basın ve Yayın A.Ş. 2003.
Eisentein, Judah David. “Alilat Dam-Antsiklopedya Yehudit,” http://www.daat.ac.il/encyclopedia/value.asp?id1=1649 (29.05.2017).
Erdoğan, Ömer. Yahudilik Tarihi. İstanbul: Kalipso Yayınları, 2008.
Flusser, David. “Motsa Alilot Hadam,” http://www.daat.ac.il/he-il/mahshevet-israel/antishemiyut/alilot-dam/ploser-motza.htm (20.05.2017).
Galanti, Avram. Türkler ve Yahudiler. İstanbul: İstanbul Tan Matbaası, 1947.
Groepler, Eva. İslam ve Osmanlı Dünyasında Yahudiler. İstanbul: Belge Yayınları, 1999.
Güleryüz, Naim Avigdor. Toplumsal Yaşamda Türk Yahudileri. İstanbul: Gözlem Gazetecilik Basın ve Yayın A.Ş., 2012.
Gürkan, Salime Leyla. Yahudilik. İstanbul: İSAM Yayınları, 2012.
Hirschberg, Haim Zeev. “Turkiya ve Alilat Hadam-Amadet Şeltonot Haqayserot Haotomanit Baalilot Hadam,” http://www.daat.ac.il/he-il/mahshevet-israel/antishemiyut/alilot-dam/hirshberg-turkey.htm (17.05.2017).
Kitabı Mukaddes Eski ve Yeni Ahit. İstanbul: Kitabı Mukaddes Şirketi, 2012.
Landau, Betsalel. “Alilat Dam Batoldot Yisrael,” http://www.daat.ac.il/daat/kitveyet/mahanaim/pesah/alilat.htm (01.05.2017).
Lewis, Bernard. Semitizm ve Anti-Semitizm. İstanbul: Everest Yayınları, 2004.
Rosanes, Salamon Abraham. Korat ha-Yehidim be-Turkiyah ve-Arzot ha-Kadem. byy., 1930-1945.
Sharon, Moshe Sevilla. Türkiye Yahudileri. İstanbul: İletişim Yayınları, 1992.
Shahak, Israel. Yahudi Tarihi,Yahudi Dini. İstanbul: Anka Yayınları, 2004.
Testas, Guy. Testas, Jean. Engizisyon (Ortaçağ Hristiyan Dünyasında Dinsel Şiddet). İstanbul: İnsan Yayınları, 2003.
Toprak, Mehmet Sait. Talmud ve Hadis (Karşılaştırmalı Bir Araştırma). İstanbul: Kabalcı Yayıncılık, 2012.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir