Türkiye’de Kadın Hareketleri Bağlamında Serpil Sancar’ın Türk Modernleşmesinin Cinsiyeti; Erkekler Devlet Kadınlar Aile Kurar Adlı Kitabının Sosyolojik Değerlendirmesi

Türkiye’de Kadın Hareketleri Bağlamında Serpil Sancar’ın Türk Modernleşmesinin Cinsiyeti; Erkekler Devlet Kadınlar Aile Kurar Adlı Kitabının Sosyolojik Değerlendirmesi
0

Modernleşmeye Katılım ve Farklı Kadınlık Deneyimleri

Toplumsal cinsiyet, kadın ve erkeklerin yaşamlarını belirleyen ve onları birbirinden ayıran normlar, değerler ve rollerin birleşimidir. Bu yapı, toplum tarafından oluşturulup sürdürülürken, temelleri genellikle aile yapısı ve ataerkil geleneklere dayanır. Günümüzde toplumsal cinsiyet rolleri, kültürel ve toplumsal normlara bağlı olarak şekillenmekte ve bu durum Türkiye gibi birçok ülkede geleneksel cinsiyet ayrımlarının izlerini taşımaktadır. Kadınlar, ataerkil normlara uygun rollerle tanımlanırken, bu normlar güç dinamiklerini de belirler.

Ancak, değişen toplumsal yapılar kadınları daha aktif hale getirmeye başlamış, iş hayatında, siyasette ve toplumun diğer alanlarında kadınların görünürlüğü artmıştır. Kadın hareketleri ve çalışmaları, kadınların yaşam kalitesini artırmak ve toplumsal eşitliği sağlamak için önemli rol oynamıştır. Türkiye’de de kadın hareketleri köklü bir geçmişe sahip olup, kadınlar tarihsel süreçte büyük değişimlere öncülük etmiştir. Batılılaşma çabaları bu sürecin hızlanmasında etkili olmuştur.

“Modernleşmeye Katılım ve Farklı Kadınlık Deneyimleri” başlıklı bölümde, erken endüstrileşme sürecinde cinsiyetler arasındaki toplumsal farklılıkların belirginleştiği ve bu dönemin ulus devletlerin inşa edilmeye başlandığı bir dönem olduğu vurgulanmaktadır. Bu süreçte kadınların toplumsal rolleri önemli değişikliklere uğramış, iş piyasasındaki konumları değersizleştirilmiş ve düşük ücretli işlerde istihdam edilmişlerdir. Bu durum, kadınların kamusal ve özel alanda marjinalleştirilmesine neden olmuştur.

Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin derinleşmesi, feminist hareketlerin güçlenmesine ve kadınların hak arayışlarının artmasına zemin hazırlamıştır. Erken endüstrileşme dönemiyle birlikte, iş piyasasında cinsiyete dayalı ayrışmalar ortaya çıkmış, kadınların emeği değersizleştirilmiş ve ev içi sorumluluklarla sınırlandırılmıştır. Bu dönemde kadınlar, iş gücüne katılmakla birlikte kapitalist-ataerkil sömürüye maruz kalmış ve farklı mücadele yöntemleri geliştirmek zorunda kalmışlardır.

Modernleşen toplumlarda sanayi devrimi ve ekonomik dönüşüm, kadınların iş gücüne katılımını ve toplumsal rollerini etkilemiştir. Uluslaşma sürecinde ise ulusal kimlik inşası ve devlet politikaları cinsiyet rollerini farklı şekillerde etkilemiştir. Ulus devletlerin kuruluşunda kadınların kamusal alanda rolleri artmış, ancak bu artış her zaman cinsiyet eşitliği anlamına gelmemiştir. Küresel cinsiyet rejimi, yerel cinsiyet düzenlerini değiştirirken eşitlikçi yapılar oluşturmakta her zaman başarılı olamamıştır.

Sancar, modernleşme sürecinde toplumsal cinsiyet rollerinin Batı merkezli bir perspektiften ele alındığını, ancak Doğu toplumlarının modernleşme süreçlerinin farklılık gösterdiğini vurgulamaktadır. Ulus devletlerin inşası, milliyetçilik akımının etkisiyle hızlanmış ve devletler, ulus inşasının tamamlandığını düşündüklerinde, kadınları tekrar özel alana yönlendirmişlerdir. Azınlık ve etnik topluluklara mensup kadınlar ise çeşitli sebeplerle kırılgan bir konuma düşmüşlerdir. Bu süreçte, egemen kültüre dahil kadınlar kazanç sağlarken, azınlık grupların kadınları vatandaşlık haklarından mahrum bırakılmıştır.

Osmanlı-Türk Modernleşmesinin Cinsiyet Rejimi: Asrilik ile Millilik Arasında

Osmanlı-Türk modernleşmesinin cinsiyet rejimi, asrilik (modernlik) ve millilik (ulusal kimlik) arasında gelişmiştir. Türkiye’de kadın hareketleri köklü bir geçmişe sahiptir ve kadınlar tarihsel süreçte büyük değişimlere öncülük etmiştir. Toplumsal yapılar hızla değişirken, kadınlar ataerkil sistemde daha etkin hale gelmektedir. Kadın hareketleri, kadınların yaşamlarını iyileştirmeye yönelik çabalarıyla, iş hayatı, siyaset ve toplumsal alanlarda daha görünür olmalarına katkıda bulunmaktadır. Özellikle Meşrutiyet döneminde kadınların kamusal alanda daha etkin oldukları ve çeşitli haklar elde ettikleri görülmüştür. Bu sürecin hızlanmasında Batılılaşma çabalarının etkisi büyük olmuştur.

Kitabın ikinci bölümünde, geç Osmanlı ve erken Cumhuriyet dönemlerinde uluslaşma süreci ve bu süreçte ortaya çıkan toplumsal cinsiyet farklılıkları ele alınmaktadır. Tanzimat Fermanı ile başlayan reformlar, kız çocuklarının eğitimine katkıda bulunmuş ve kadınların toplumsal rollerinde değişimlere yol açmıştır. İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde Batı’dan etkilenen kadın hareketleri ortaya çıkmış, kadınlar eğitim ve örgütlenme yoluyla haklarını savunmaya başlamıştır. Bu dönemde yayınlanan dergi ve gazeteler, kadınların toplumsal konumlarını güçlendirmek için önemli bir platform oluşturmuştur.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e kadar kadın çalışmaları önemli değişimlerden geçmiştir. Cumhuriyet dönemiyle birlikte, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde kadınların toplumsal hayata katılımını artırmak ve cinsiyet eşitliğini sağlamak amacıyla birçok reform gerçekleştirilmiştir. Kadınlara seçme ve seçilme hakkı, medeni kanun, eğitim ve çalışma hakları gibi haklar tanınmıştır. Bu reformlar, Türkiye’nin modernleşme sürecinde önemli bir adım oluşturmuştur.

Osmanlı-Türk modernleşmesi, Avrupa medeniyetine katılma hedefinden kendi milli medeniyetini yaratma amacına evrilmiştir. Tanzimat ve 2. Meşrutiyet döneminde reformcu erkekler, kadınların modernleştirilmesinin toplumsal ilerleme için önemli olduğunu tartışmışlardır. Bu dönemde kadınların geri kalmışlığının nedenleri sorgulanmış ve kadınların modernleşmesiyle ilgili ideolojik tartışmalar sürdürülmüştür. 2. Meşrutiyet döneminde kadınların gelişiminin toplumsal ilerleme için vazgeçilmez olduğu fikri yaygınlaşmıştır.

Cumhuriyet’in modern kadın ve aile yaratma politikaları, kadınlara özgü toplumsal roller ve kamusal konumlar oluşturarak kadınları siyasal alandan dışlamıştır. Erkek egemen yapılar üzerine inşa edilen kamusal alan, kadınların toplumsal düzende fitne ve karmaşa unsuru olabileceği düşüncesiyle şekillenmiştir. Bu bağlamda, modernleşme süreci erkeklerin kontrolünde ilerlemiş ve kadınların toplumsal yaşamdan dışlanmasıyla karakterize edilmiştir. Muhafazakâr modernler, kadınların geri kalmışlığını Arap kültürünün patriarkal özelliklerine bağlamış, eski Türk kültüründe kadınların erkeklerle eşit olduğunu savunmuşlardır.

Dönemin kadın feministleri, modern toplumun inşası için kadınların eğitimi ve annelerin çocuklarını modernleştirmesi gerektiğini vurgulamıştır. Bu bağlamda, toplumsal dönüşümün kadınlar üzerinden gerçekleşeceği ifade edilmiştir. Kitap, modernleşmenin stratejisi olan cinsiyet rejiminin günümüz yansımalarını ortaya koymakta ve farklı kadın bakış açılarını ele alırken, laiklik ve din arasındaki karşıtlığı vurgulamaktadır.

Aile Odaklı Modernleşme

“Aile Odaklı Modernleşme” süreci, toplumsal değişimlerin merkezine aile kurumunu koyarak aileyi hem bir değişim aracı hem de bir değişim nesnesi olarak ele alır. Bu süreçte, kadınların eğitimi ve toplumsal hayata aktif katılımı, aile içindeki demokratik ve eşitlikçi ilişkilerin yaygınlaşmasıyla toplumsal dönüşümde önemli bir rol oynar. Kadınların eğitim ve ekonomik haklarının genişlemesi, hem aile içinde hem de toplum genelinde dengeli bir güç dağılımını sağlar. Eğitimli anneler, çocuklarını daha modern değerlere uygun şekilde yetiştirerek gelecek nesillerin modernleşmesine katkıda bulunur.

Kitabın son bölümü, modern Türk kadını ve Türk ailesinin inşa sürecini incelerken, muhafazakâr modernleşme döneminin cinsiyet ayrımlarını da gözler önüne serer. 1945-1965 yılları arasında yayımlanmış dört farklı gazeteden örnekler, kadın ve aile konularındaki haberler, temsiller ve söylemlerle dönemin görüşlerini ve bunlara dayalı çıkarımları kapsar. Ulusal inşa sürecinde kadınların devletle ilişkileri ve vatandaşlık statüleri, kadınların haklarını savunma fırsatları açısından büyük önem taşır. Sancar’a göre, Türk modernleşmesinin ulus-devlet kurma aşamasında erkekler ve kadınlar için farklı roller tanımlanmıştır. Siyaset erkeklere bırakılırken, sosyal ve kültürel işler kadınların sorumluluğunda olmuştur. Kadınların, modern günlük yaşamı düzenlemeleri ve erkeklerin devlet ve siyasetle meşgul olup yorgun döndüklerinde onları beklemeleri arzulanmıştır.

Sancar, toplumsal ilişkilerin aile merkezli yapısının incelenmesinin sosyal bilimcilere bırakılmasının, kadınların bu alandaki önemli insan-insan ilişkilerini düzenleme sorumluluğunu göz ardı ettiğini vurgular. Aile odaklı sosyal yaşamda, aile içi ve yakın çevre ilişkilerinin düzenlenmesi genellikle kadınlara bırakılmıştır. Bu sosyal alan, cinsiyet rejimlerinin şekillendiği ve geliştiği bir ortamdır. Modern toplumlarda göz ardı edilen ve kadınlara bırakıldığı için ‘dişil’ olarak değersizleştirilen aile ilişkileri, cinsiyet farklılıklarının inşa edildiği ve bu farklılıkların toplumsal ilişkilere aktarıldığı bir alandır.

Osmanlı’dan Cumhuriyet Dönemine geçiş sürecinde, modernleşme ve yeni aile kavramları, yeni devletin alt-orta sınıf bürokratlarının orta sınıfa yükselmesini ifade eder. Yeni devletin kurucuları, kentleşmeyi modern eğitim kurumları ve aile yapısı aracılığıyla gerçekleştirmeyi amaçlamıştır. Modernleşme ve orta sınıfın yükselişiyle birlikte aile yapısında demokratik ve eşitlikçi bir yapıya doğru evrim yaşanmış, kadınların eğitim ve iş gücüne katılımı artmıştır. Eğitim kurumlarının yaygınlaşması, ailenin modern toplumdaki rolünü güçlendirmiş ve çocukların eğitimi konusunda daha bilinçli bir yaklaşım benimsenmesine olanak tanımıştır. Aile, sadece bir sosyal birim değil, aynı zamanda ekonomik ve kültürel birim olarak da önem kazanmıştır.

Muhafazakâr modernleşme, geleneksel değerleri korurken modernleşmeye adapte olma çabasıdır. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, Türkiye’de bu kavram önem kazanmıştır. Orta sınıf Türk ailesinin inşası da bu sürecin bir parçasıdır. Orta sınıfın ekonomik gücünün artması ve modernleşmeyle birlikte yaşanan değişimler, aile yapısını etkilemiştir. Geleneksel aile yapısından uzaklaşarak daha nüfuzlu bir konuma gelen orta sınıf, modern dünya ile uyumlu bir yaşam tarzı benimsemiştir. Ancak muhafazakâr değerlerin ve aile bağlarının korunması da önemli olmuştur.

Son bölümde, dört farklı gazetenin haberlerine odaklanarak, kadınların temsiliyle ilgili ‘ideal kadın söylemi’ ve ‘suç söylemi’ gibi iki farklı söylemsel alanın varlığına dikkat çekilir. Sancar’a göre, gazetelerde kadınlara adları, başarıları ve kişilikleriyle yeterince yer verilmemesi, ailelerin kadınları kontrol altına almasına ve denetlemesine olanak sağlar.

Yazar, Osmanlı’dan günümüze kadın hareketlerini ve cinsiyetçi anlayışları kapsamlı bir literatür taraması ile ele alır. Kitap, feminist bir tarih okuması perspektifiyle yazılmış olup akademik bir dil kullanmaktadır. Sancar, açıklamalarını sağlam temellere dayandırarak okuyucularına kapsamlı bir okuma deneyimi sunar ve Osmanlı’dan günümüze kadar kadınların karşılaştığı zorlukları ve kazanımları detaylı bir şekilde ele alır.

Keşfedin: Besim F. Dellaloğlu’nun Kitapları

Erciyes Üniversitesi Sosyoloji Bölümü mezunuyum. İlgi duyduğum konular üzerine sosyolojik çerçevede okumalar yapıyor, edindiğim bilgi ve gözlemleri örneklerle zenginleştirerek yazıya döküyorum.

Yazarın Profili

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir