Çalışan ve Çalışmayan Kadınlara Yönelik Aile İçi Ekonomik Şiddet Üzerine Nitel Bir Araştırma

Bu araştırma, kadına yönelik aile içi ekonomik şiddet üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu amaca yönelik olarak 8 çalışan kadın ve 8 çalışmayan kadına son kertede 16 birey üzerinde çalışma gerçekleştirilmiştir. Bunun için bireylere 21 farklı açık uçlu ve şıklı soru yöneltilmiş ve verilen yanıtlar nitel araştırma teknikleriyle değerlendirilmiştir. Bu hususta çalışan ve çalışmayan kadınların aile içi ekonomik şiddet hakkındaki düşünceleri analiz edilmiş olup, aile içinde ekonomik şiddete maruz kaldıklarını iddia ediyorlarsa bu iddianın gerekçeleri öğrenilmeye çalışılmıştır.

Çalışan ve Çalışmayan Kadınlara Yönelik Aile İçi Ekonomik Şiddet Üzerine Nitel Bir Araştırma
0

ÖZET

Kadına yönelik şiddetin her türlüsü modernleşen dünyanın da etkisiyle beraber gündemden düşmemekte ve sıkça eleştirilmektedir fakat buna rağmen kadına yönelik şiddet gün geçtikçe artmakta ve önü alınamamaktadır. Öncelikli olarak kadına yönelik yapıldığı varsayılan şiddetin içeriği tartışılmıştır. İkinci olarak kadına yönelik şiddette devletin konumu tartışılmış ve devletin kadına yönelik şiddet konusunda çözüm politikaları üretebilmesi hususunda öneriler sunulmuştur. Bireyleri her türlü şiddet konusunda bilinçlendirebilmek ve duyarlı hale getirebilmek en önemli amacımızdır. Kadınlara şiddetle baş edebilecekleri imkanları yaratmak ve başta devlet olmak üzere çözüm alabilecek güvenlik ağları oluşturabilmek bir diğer önemli husustur. Bu araştırma, kadına yönelik aile içi ekonomik şiddet üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu amaca yönelik olarak 8 çalışan kadın ve 8 çalışmayan kadına son kertede 16 birey üzerinde çalışma gerçekleştirilmiştir. Bunun için bireylere 21 farklı açık uçlu ve şıklı soru yöneltilmiş ve verilen yanıtlar nitel araştırma teknikleriyle değerlendirilmiştir. Bu hususta çalışan ve çalışmayan kadınların aile içi ekonomik şiddet hakkındaki düşünceleri analiz edilmiş olup, aile içinde ekonomik şiddete maruz kaldıklarını iddia ediyorlarsa bu iddianın gerekçeleri öğrenilmeye çalışılmıştır.

Anahtar kelimeler; aile, şiddet, aile içi ekonomik şiddet, çalışan kadın, çalışmayan kadın

GİRİŞ

Kadına yönelik şiddet konusu modernleşen dünyada sıkça eleştirilen konulardan biri olma özelliği göstermektedir. Dünyada yaşanılan kadına yönelik şiddetin bilinenin aksine bir din sorunu olmadığı, kadınla erkek arasındaki eşitsiz güç ilişkisinden kaynaklandığı varsayılmaktadır. “Dünyanın değişik ülkelerinden ve bölgelerinden elde edilen çok sayıda veri kadına yönelik şiddetin bir kültür ya da din sorunu değil, bütün toplumlarda var olan kadınlarla erkekler arasındaki eşitsiz iktidar ve güç ilişkisinden kaynaklanan bir problem olduğuna işaret etmektedir” (Eşkinat, 2013).  Toplumlarda yaşanılan kadına yönelik şiddetin kültür veya din olgularıyla tartışılması ve bu olgularla çözüm arayışına girilmesi sonuca ulaştırma hususunda eksik kaldığı gözlemlenmektedir. Literatür taraması yapıldığında kadına yönelik aile içinde ve dışında yaşanılan şiddetin araştırıldığı ve birtakım sonuçlara ulaşıldığı gözlemlenmektedir. Örneğin Bölükbaşı (2015)’den aktaran Özkan (2017)’ye göre; “Şiddet kavramı, hukukumuzda ilk olarak 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun 2. maddesinde,

”kadının fiziksel, cinsel veya psikolojik zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel olan, bu tip hareketlerin tehdidini, baskıyı ya da özgürlüğün keyfi engellenmesini de içeren, ister toplum önünde ister özel hayatta meydana gelmiş olsun, cinsiyete dayalı her türden şiddet”

olarak ifade edilmektedir. Literatür taramasından elde edilen bulgulara göre aile içerisinde yaşanılan ekonomik şiddet ve özellikle çalışmayan kadınlara yönelik uygulanan ekonomik şiddetin göz ardı edildiği dikkat çekmektedir. Herhangi bir geliri olmayan kadınlar ekonomik şiddete en az çalışan bir kadın kadar maruz kalabilmektedir. Çalışmalarına izin vermemek, kadının harçlığını kısmak veya kadın para istediğinde onu yalvartmak gibi çalışmayan kadına yapılan veya yapıldığı varsayılan ekonomik şiddet örnekleri verilebilir. Buna rağmen literatürde; çalışan kadınlar, boşanmış ve geliri orta ve üst seviyelerde olan kadınların yaşadığı ekonomik şiddet göz önünde bulundurulurken çalışmayan kadınların yaşadığı ekonomik şiddet geri planda kalmaktadır ki nitekim ekonomik şiddetin aile içerisindeki boyutunun da çok fazla irdelenmediği görülmektedir. Bu çalışmada çalışan kadınların yaşadığı veya yaşandığı varsayıldığı ekonomik şiddetle beraber çalışmayan kadınların yaşadığı veya yaşandığı varsayılan ekonomik şiddetin karşılıklı analizi yapılmaya çalışılmış ve ekonomik anlamda kazancının olmasıyla ekonomik şiddet üzerinde bir doğrusallık olup olmadığı elde edilen bulgularla yorumlanmıştır. Kadının aile içerisinde yaşayabileceği diğer tüm şiddet türlerinden kurtulabilmesinin anahtarı ekonomik özgürlüğünü kurabilmesiyle doğrudan ilişkilidir. Kadının ekonomik özgürlüğünden bahsedebilmek için çalışıyor olması yeterli değildir çünkü ekonomik şiddetin varlığı kadının çalışıp çalışmadığıyla alakalı değildir. Kadına yönelik aile içi ekonomik şiddet diğer tüm şiddet türlerine karşı koyma gücüne ket vuran günümüzün en tehlikeli şiddet türlerinden biri olma özelliğini göstermektedir.

“Ekonomik şiddet sonucunda kadınlar fakirleşmekte, fiziksel şiddete daha fazla maruz kalmakta ve ruh sağlıkları bozulmaktadır. Ayrıca cinsel istismar, HIV, kadın ticareti, maternal mortalite ve morbidite oranı artmaktadır” (Gürkan ve Çoşar, 2009)

Bu hususta çalışan ve çalışmayan kadınların ekonomik şiddet hakkındaki bilgileri analiz edilmiş olup, ekonomik şiddete uğramak konusundaki düşünceleri öğrenilmiş ve eğer ekonomik şiddete maruz kaldıklarını iddia ediyorlarsa bu iddianın gerekçeleri istenmiştir. Bu çalışmanın diğer bir amacı çalışan ve çalışmayan kadınların ekonomik şiddet konusunda bilinç kazanmalarını sağlamak ve ekonomik özgürlüklerini elde etmelerinin önemi hususunda yardımcı olmaktır. Bu sayede diğer şiddet türleriyle baş edebilmeleri için bir destek sağlanmış olacaktır. Araştırmanın temel soruları ise şunlardır; Kadınların çalışıp çalışmama durumlarıyla aile içi ekonomik şiddet arasında bir bağlantı bulunmakta mıdır? Aile içi ekonomik şiddetin varlığı diğer şiddet türlerine zemin hazırlamakta mıdır? Aile içi ekonomik şiddetle eğitim düzeyi arasında bir bağlantı bulunmakta mıdır? Aile içinde yaşanan ekonomik şiddette devletin rolü ne olmalıdır? Bu çalışma kapsamı içerisinde oluşturulan varsayımlar ise aşağıda ifade edildiği gibidir;

  • Çalışmayan kadınların maddi bir gelirleri olmadığından dolayı ekonomik şiddete çalışan kadınlara göre daha fazla maruz kalmaktadırlar. 
  • Aile içinde yaşanan ekonomik şiddet diğer şiddet türlerine zemin hazırladığından dolayı ekonomik şiddet diğer şiddet türlerinden daha farklı bir boyut kazanmaktadır.
  • Eğitim düzeyiyle şiddet arasında bir bağlantı bulunduğundan dolayı eğitim düzeyi azaldıkça şiddet ve ekonomik şiddet farkındalığı azalmaktadır.
  • Aile içinde yaşanan ekonomik şiddette devlet gereken sorumluluğu almadığından dolayı ekonomik şiddetin önü alınamamaktadır.

TÜRKİYE’DE AİLE KURUMU

Aile kurumu, insanlığın var olduğu günden bu yana varlığını sürdüren, yıllar içerisinde değişen fakat varlığına her zaman ihtiyaç duyulmuş tarihin en eski kurumu olma özelliğini göstermektedir. Bireyin topluma kazandırıldığı yer olma bakımından büyük bir öneme sahip olan aile kurumu, bu özelliğiyle toplumun sürekliliğini ve nizamını sağlamaktadır. Türkiye  koşullarını  göz  önünde  bulunduran  Türk  Aile  Yapısı Özel  İhtisas Komisyonu’na göre  (1989:  3-4); “ kan  bağlılığı, evlilik  ve  diğer  yasal  yollardan aralarında  akrabalık  ilişkisi  bulunan  ve  çoğunlukla  aynı  evde  yaşayan fertlerden oluşan,  fertlerin  cinsel,  psikolojik,  sosyal,  kültürel  ve  ekonomik ihtiyaçlarının karşılandığı,  fertlerin topluma  uyum  ve  katılımlarının sağlandığı  ve düzenlendiği temel bir toplumsal birim” olarak ifade edilmiş ve aile kavramına açıklık getirilmiştir. Aile kurumu, anayasanın 41. maddesiyle devletin sorumluluğu altındadır. Devlet aileyi korumak ve güvenliğini sağlamakla yükümlüdür.  Bu maddenin verdiği amaç doğrultusunda Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü kurulmuştur. Devletin aileye önem vermesinin altında yatan en büyük sebeplerden biri ailenin bir değişim aracı olmasıdır. Bir toplumun değiştirilmesi gerekiyorsa toplumun temel yapı taşı olan aileden başlamak sağlıklı bir değişimin gerekliliğidir.  Ailenin diğer bir özelliği de, hem değişimin bir aracı olması hem de değişime karşı en şiddetli direnen bir kurum olmasıdır. Osmanlı’nın son yüzyılı ile Cumhuriyet dönemi aileyi dönüşüm aracı olarak görmüş ve kullanmıştır” (SEKAM, 2016). Batılı değerlerin eğitimle birlikte aileye dayatılmasının yarattığı kötü etkiler de bulunmaktadır. Türk ailesinin benimsediği geleneksel değerlerin karşısında batılı değerlerin dikte edilmesi ve bunun etkisiyle ortaya çıkan çatışma günümüzde halen geçerliliğini korumaktadır.

“…ailenin sahip olup savunduğu kendi kültür ve medeniyetinin değerleri ile, aileye dayatılan yabancı değerlerin çatışmasını ortaya çıkarmıştır. Bu da toplumsal şizofreni dediğimiz bir duruma imkân vermiştir. Özellikle yetişen genç̧ nesiller, okulla aile arasında değer çatışmasının kurbanları olmuşlardır, bu durum daha sonra kurdukları aile yapılarında etkisini göstermiştir” (SEKAM, 2016).

Ailenin gerekliliği ve önemi insanlığın var olduğu günden beri korunup bilinmiş de olsa dünyada 50’li yıllarda Türkiye’de ise 80’li yıllarda yaşanan toplumsal ve ekonomik anlamdaki değişimler aileyi de etkilemiş ve ailenin anlamı ve yapısı değişikliğe uğramıştır. Ülkelerin batılılaşma serüveni aileyi bu serüven için bir araç olarak kullanılmasına yöneltmiş ve bu da aile kurumunu zedelemiştir. Özellikle Türkiye’de plansız gerçekleşen gelişme ve kalkınma çabaları aile kurumunun problemlerini daha görünür kılmıştır. “Bu medeniyet değiştirme çabaları doğrultusunda, sosyal boyut göz önüne alınmadan yapılan plansız ve programsız sanayileşme, kentleşme, göç, nüfusun belli yerlerde yoğunlaşması, aile açısından yığınla problemi beraberinde getirmiştir” (SEKAM, 2016:3). Ailenin kırdan kente olan yoğun göçleri sebebiyle kent kültürüyle çatışan aile gecekondulaşmayı ortaya çıkarmıştır. Gecekondu kavramını kente yerleştirerek adeta kendi kır yaşamlarını kente dayatmaya çalıştıkları görülmekte ve kent içerisinde kendi dünyalarını yaratarak kentin tehlikelerinden kendilerini koruduklarına inanmaktadırlar. Kırsal alanda mevcut olan kültürlerin ve değerlerin kent değerleriyle çatışması, büyük kentlerimizde gecekondu kültürünün doğmasına neden olmuştur. “

Gecekondularda kır değerlerinin devam ettiği ve bunlara saygı gösterenlerin çokluğu dikkati çekmektedir. Türk kırlısının kişiliğini etnik grubu, dini ve mezhebi şekillendirmektedir. Kırdaki bu kişilik büyük ölçüde kentlerde de devam etmektedir. Çünkü hemşeriler hemen hemen aynı bölgelere yerleşmektedir” (Sevinç vd., 2018:76). 

Ailenin kent yaşamına adapte olma veya olmaya çalışma süreci aile kurumunun yaşadığı zorluklardan sadece bir tanesidir.

Bu hususta Türkiye’de aile kurumunun yapısal değişimine değinmek Türk aile yapısındaki kadının yerini anlamamızı kolaylaştıracaktır.

TÜRKİYE’DE AİLE YAPISI ve KADININ YERİ

Türkiye’de aile kurumu değişen dünya düzeninde kendine bir yer edinebilmek için yapısal anlamda değişikliklere uğramıştır. Ailenin yapısal fonksiyonu değişime uğramasına rağmen tarihte ve günümüzde ailenin gerekliliği değişmemiş ve toplumun temel kurumu olma özelliğini korumuştur. Ailenin görev ve sorumluluklarında yaşanan ve yaşanabilecek değişimler ailenin önemsizleştiği anlamından uzaktadır. Türkiye’de gerçekleşen gelişme ve kalkınma çabaları toplumun en temel kurumu olan ailenin de değişim ve dönüşümüne sebebiyet vermiştir.

“Türkiye’de sanayileşme ve kentleşme süreçleriyle birlikte bu yasal ve toplumsal ekonomik değişiklikler, aile yapısını ve aile içindeki bireylerin durumlarını etkilemiştir” (Kongar, 2013:585).

Osmanlı zamanında aile üretim yapan, ataerki bir düzene sahip ve geniş aile düzenine sahipti. Günümüzde ise üretim sorumluluğu aileden alınmıştır.

“Günümüzde hane üretim birimi olmaktan çıktığından, sadece ortak yaşanan yer anlamı kazanmıştır denilebilir” (Kasapoğlu, 2019). 

Türk toplumunda geleneksel geniş aile yapısı cumhuriyet döneminde başta aile üzerinde gerçekleştirilen hızlı yapılanmalar sonucu çekirdek ve modern aileye geçiş yaşanmaya başlamıştır. Çekirdek aile yapısı, sanayi toplumunun isteklerini de karşılayabilecek bir yapıya sahiptir. Sanayi toplumu kolay seyahat edebilen, seyahat engeli olmayan bireyleri ister. Geniş aile yapısına sahip bir toplumun üyelerinin kolayca bir yerden bir yere gitmesi mümkün değildir. Bu hususta da çekirdek aile yapısı büyük bir önem taşımaktaydı.

“Her şeyden önce, çekirdek aile coğrafi hareketlilik için uygundur: akrabalara karşı sorumluluğun azlığı, aile üyelerine hareket olanağı sağlar” (Ecevit,2012:12)

Osmanlı zamanında ve Türkiye’nin belli döneminde ve halen bazı bölgelerinde Türk aile yapısında kadının özgürlüğünden bahsedebilmek pek mümkün değildir. Kadın ilk önce anne ve babanın himayesi altında tabiri caizse onların kanatları altında büyütüldükten sonra kocalarına emanet edilir ve ömürlerinin sonuna kadar ‘namusları’ kocalarının koruması altına girer. Günümüzde ise feminizm düşüncesi gibi etkenlerle kadının yerinin, konumunun ve statüsünün iyileştirilmesi hususunda çabalar gösterilmektedir.

“ Feminizm, temelde cinsiyet ayrımcılığına karşı tavır alan, kamu ve özel bütün alanlarda kadınların maruz kaldığı baskıların ve denetimlerin ortadan kaldırılmasının gerekliliğini savunan ve ataerkil yapılanmaların önüne geçerek kadınların meşru haklarına ulaşmada mücadele eden bir yaklaşımdır”(Taş, 2016).

Türkiye’de ve dünyada sürekli değişen aile yapısı aslında Türk ve dünya kadınlarının konumlarının da değişimini göstermektedir. Türk aile yapısının değişimi kadının toplumdaki konumunun da değişimini sağlayacağından aile yapılanmaları bir toplumun gelişip ilerleyebilmesi hususunda büyük bir önem taşımaktadır.

“Türk toplumunda geniş aileden çekirdek aileye geçiş çeşitli adımların atılmasıyla gerçekleşmiştir. Bu adımlar Meclis’te yaşanan tartışmalarla başlamış, Medeni Kanun’un kabulü, kadına başta siyasal olmak üzere çeşitli haklarının verilmesiyle devam etmiştir” (Zafer, 2013:124).

Kadının konumunu ve statüsünü daha iyiye taşıyabilmek için toplumun kurumlarında yapısal değişiklikler yapmak kadınların haklarını kalıcı bir şekilde koruyabilmek için önemlidir. Toplumun en temel kurumu olan aile ise burada büyük bir önem teşkil etmektedir. Aile içerisinde yapılan modern değişimler kadının konumunu iyileştirecek ve modern toplumun da yolunu açacaktır.

KADINA YÖNELİK ŞİDDET TÜRLERİ

Kadına yönelik şiddet sadece ailede değil toplumun var olduğu her yerde; sokakta, sosyal medyada, iş yerlerinde meydana gelebilmekte ve bilinenin aksine sadece fiziksel boyutuyla sınırlı kalmamaktadır.

Şiddet davranışı, içine sadece fiziksel içerikli şiddeti değil, sözel ve psikolojik tacizi de içeren davranışlar ile birine bilerek rahatsızlık veya fiziki olarak zarar vermeyi de almaktadır (Akkaş ve Uyanık, 2016:32).

Fiziksel boyut şiddetin sadece görünen kısmıdır. Çıplak gözle görünemeyen şiddet türleri (cinsel şiddet, duygusal şiddet, ekonomik şiddet vs.) görünür kılınamadıkları müddetçe fiziksel şiddetten daha büyük bir tehdit olarak karşımıza çıkabilmektedir. Bu hususta kadına yönelik yapılan şiddet türlerini; fiziksel şiddet, duygusal şiddet, cinsel şiddet ve ekonomik şiddet başlıkları altında incelemek uygun görülmüştür.

Fiziksel Şiddet

Kadına yönelik yapılan fiziki şiddet türüdür. Şiddetin en görünen ve en açık türü olan fiziksel şiddet; Hacettepe Üniversitesi’nin 2014 yılında yayımladığı raporuna göre (Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması);  tokat atma veya bireyin üzerine bir cisim/madde fırlatma, itme, tartaklama, saç çekme, yumruklama veya vurma, tekmeleme veya sürükleme, boğazını sıkma, bireyin herhangi bir uzvunu yakma, bıçak veya silah gibi tehlikeli aletlerle tehdit etme gibi birçok şey fiziksel şiddet kategorisine girmektedir. Kadına ailesinden biri veya partneri tarafından fiziksel şiddet uygulanabilmekte ve birçok kadın kendince sebeplerden dolayı sessiz kalabilmeyi tercih edebilmektedir.  “Kadınların şiddet içeren bir evliliği sürdürebilmelerinin veya ona geri dönmelerinin nedenlerinden biri de, barınma alternatiflerinin bulunmayışıdır” (Connell, 2019: 36).

 Hacettepe Üniversitesi’nin aynı raporu 51 ilde 12 binden fazla kadınla yapılan görüşmeler neticesinde oluşturulmuştur. Bu rapora göre her 10 kadından 4’ü fiziksel şiddete maruz kalmıştır ve halen kalmaya devam etmektedir. Fiziksel şiddetin birey üzerindeki boyutu sadece bedenle sınırlı kalmamaktadır. Birey fiziki şiddete maruz kaldıkça özgüven problemleri yaşamakta, kendisini sevilecek bir insan olmadığına inandırmaktadır. “

Fiziksel şiddetin kadın üzerindeki olumsuz etkileri kendini değersiz hissetme, özsaygısını yitirme ve korku olarak kendini göstermektedir” (Uluocak vd.,2014:19)

Fiziksel şiddetin boyutu arttıkça o oranda psikolojik etkilerini görebilmek mümkündür. Psikolojik etkilerse fiziksel boyut kadar geçici olmayabilmektedir.

Duygusal Şiddet/ Psikolojik Şiddet

Duygusal şiddet; eş veya partner tarafından uygulanan ve bireyi duygusal anlamda adeta bir çöküşe götürmeyi hedefleyen en yaygın şiddet türlerinden biridir. Eş veya partnerin karşı tarafa sürekli yetersiz olduğunu söylemesi veya ima etmesi, önü alınamayan kıskançlıklarının verdiği etkiyle bireyin hayatını kısıtlaması, bireyin dışarıya çıkabildiği durumlardaysa onu aldattığı veya ona yalan söylediği düşüncesiyle şüpheci yaklaşma ve şüpheyi ortadan kaldırabilmek için bireyi tehdit etme veya onu korkutma gibi durumlar duygusal şiddet başlığı altında incelenebilir. “

Duygusal şiddet; bireyin sağlığını ve psikolojisini olumsuz yönde etkileyen, onu üzen, bireyin kendisini baskı ve tehdit altında hissetmesine neden olan tutum ve davranışlardır” (Tutar, 2003:14).

Hacettepe Üniversitesi’nin 2014 yılında yaptığı araştırma sonucu ortaya çıkan rapora göre (

Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması); Türkiye’de duygusal şiddete maruz kalmış olan kadınların oranı %44’tür. 2014 yılı içerisinde duygusal şiddete maruz kalmış olan kadınların oranı ise %26’dır. Türkiye geneline göre yüzdelere baktığımızda Türkiye’deki kadınların neredeyse yarısı hayatlarının belli bir döneminde duygusal şiddete maruz kaldıklarını ifade etmektedir. Her duygusal şiddetin altında bir fiziksel şiddete maruz kalma durumu olmayabiliyor fakat bir fiziksel şiddetin altında her zaman bir duygusal şiddetin varlığını görebiliyoruz. Duygusal şiddet bireyde kalıcı neticeler bırakan, bireyin özgür yaşamına ket vuran tehlikeli şiddet türlerinden biridir. Duygusal veya psikolojik şiddet sadece eş veya partner tarafından uygulanan bir şiddet türü değildir. Duygusal şiddete iş yerlerinde de rastlayabilmek mümkündür. “ Duygusal şiddet, hedef alınan kişinin, statüsünü ve değerini yok etmeye, onu örgütten uzaklaşmaya yönelik kötü niyetli eylemler zinciridir. Duygusal baskı, haksız suçlamalar, küçük düşürmeler veya dedikodu, hedef kişinin yıpratılıp dışlanmasını ve işten çıkarılma noktasına getirilmesini hedefler” (Baykal, 2005: 8’den aktaran; Onbaş, 2007).

Bu açıklamadan da anladığımız üzere her ne kadar duygusal şiddet belli bir cinsiyet veya yaşa göre uygulanmıyor olsa da bir yetişkin erkeğin duygusal şiddete maruz kalma ihtimali vardır fakat yetişkin bir kadının duygusal veya diğer şiddet türlerinden biriyle hayatının bir döneminde karşı karşıya kalıyor olması su götürmez bir gerçektir. Bunun altında yatan en büyük sebep ise toplumsal cinsiyet sorunlarının göz ardı edilmesidir. Bu konu hakkında Connell (2019) şöyle bir ifade kullanır;  “Toplumsal cinsiyet sorunlarını göz ardı eden endüstriyel ve milliyetçi militanlık, erkek şiddetini ve bunun ardında yatan erkeklik kalıplarını pekiştiriyor.”

 Cinsiyet temelli dünya düzenine ayak uydurmak yani erkek egemen dünya düzenini benimsemek, yaşam standartlarını bu kalıplara göre sınırlamak kadına yönelik şiddetin önünü kesmediği gibi kadına yönelik şiddete göz yummanın bir başka yolu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Cinsel Şiddet

Cinsel şiddet, bireyin cinselliği bir şiddet aracı olarak görüp eşini veya partnerini cinsel yolla cezalandırma veya tehdit etmesi durumudur.

“Cinsel şiddet genellikle kadının hoşlanmadığı tarzda sözle taciz, şaka ve dokunmasıyla başlamaktadır. Bu tür şiddet, kadını cinsel ilişkiye zorlama, aşırı kıskançlık ve cinsel suçlama (aldatma, yetersizlik…) biçiminde olabilir. Cinsel şiddet olaylarında kadının grup sekse ya da anal sekse zorlanması veya ilişki sırasında acı veren obje kullanılması gibi sapma davranışları da görülebilir”(Akhan, 2009: 52).

Cinsellik hem kadın hem de erkek için bir ihtiyaç olmasının yanı sıra sevginin tutkuya dönüşümüdür. Sevgi ancak başka güzel bir duyguya evirilebilir. Sevgi, şiddetin içinde var olmaz. Cinsellik tutkunun vücut bulduğu yerken bir şiddet aracı olarak kullanılması erkeğin partnerine saygı duymadığı ve onu sadece bir bedenden ibaret gördüğü anlamına gelmektedir. Bundan dolayı sadece kendi hazzına odaklanan erkek, kadını kendisine hizmet eden bir ‘köle’den farksız görür. Kadının, eşi veya partneri ne zaman cinsel bir birliktelik isterse hazır olmalı ve reddetmemelidir düşüncesi hakimdir. Kadının ‘hayır’ deme hakkını elinden almak da bir cinsel şiddettir. Kadının cinsel şiddete maruz kaldığında susması durumuyla karşı karşıya kalmak olağan bir durumdur. Bunun nedeni olarak Akhan (2009) şöyle bir ifade kullanmaktadır; “

Kadın, eşinin bu tür isteklerinin cinsel istismar olduğunu düşünmeyebilir. Hatta kocasının istekleri karşısında kendi toleransının düşük olduğuna bile inanabilir. Bunun nedeni, eşinin cinsel ilişki isteğini reddetme özgürlüğüne sahip olduğunu bilmemektir.”

Ülkemizde cinsellik bir tabu olarak karşımıza çıkmaktadır. Cinsellik hakkında konuşmak veya cinselliği ima etmek ayıp ve hatta günah sayılmaktadır. Genç kızlar cinselliğin konuşulmadığı bir ortamda büyüdükleri için, vücutlarını tanıyamamakta ve cinsel eğitimlerini tamamlayamadan evlendirilmektedir. Bilgisizlikleriyle beraber cinselliği ayıp ve günah saymaları nedeniyle zamanla sadece eşi veya partneri için cinsel ilişkiye girme zorunluluğu hissederler. Bu da eşleri cinselliği bir şiddet aracı olarak kullanmaya itmektedir.

“Genellikle fiziksel şiddetle beraber görülen cinsel şiddetin temelinde de geleneksel kadınlık ve erkeklik rolleri yatmaktadır. Toplumda mahrem bir alan, bir tabu olarak görülen cinsel şiddet çoğu zaman gizlenen, bu nedenle de tespiti oldukça güç bir olgudur. Cinsel şiddetin buna maruz kalan bir kadının üzerinde konuşmakta en çok zorlandığı şiddet türü olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır” (Adak, 2018: 184-185).

Hacettepe Üniversitesi’nin 2014 yılı raporuna göre (Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması); Türkiye’de evlenmiş kadınların %12’si cinsel şiddete maruz kaldıklarını ifade etmişlerdir. 2014 yılı içerisinde ise cinsel şiddete maruz kaldıklarını ifade eden kadın oranı %5’tir.  Hem fiziksel hem de cinsel şiddet yaşadığını ifade eden kadınların oranı ise %27’dir. Toplumlarda kadınlık ve erkeklik rolleri, sorumlulukları gibi düşüncelerin var olması ve cinselliğin sadece erkeğe has olarak görülmesi, kadının bu konu hakkında konuşmasında dahi ‘hafifmeşrep’ olduğu iddia edilmesi cinsel şiddetin toplumlarda var olmasına fakat cinselliğin konuşulamadığı gibi şiddetin de konuşulamaması üzerine görünür kılınamamasına neden olmaktadır. Bu da kadınları kısır bir döngünün içerisinde hapsetmektedir.

Ekonomik Şiddet

Bu şiddet türünde şiddet aracı olarak para ve diğer maddi kaynaklar kullanılmaktadır. Eş veya partnerinin çalışmasına izin vermemek ya da hali hazırda bir iş sahibiyse bulunduğu iş yerinden ayrılması için baskı yapmak veya çalışan kadının kazandığı parasına el koymak yani kadının kendi parası üzerindeki hakkını elinden almak bir ekonomik şiddet türüdür. Kadını para için yalvartmak, hane içerisinde parayı gizlemek veya hane için ayrılan parayı kendi özel ihtiyaçları için harcayarak aileyi zor durumda bırakmak, kadının özel harcamalarını hiçe saymak gibi sayılabilecek birçok maddiyata dayalı olay ekonomik şiddet başlığı altında incelenebilir.

“Kadına yönelik ekonomik şiddet, kadının iradesi dışında onu çalışmaya zorlama ya da çalışmaktan alıkoyma gibi çeşitli eylem biçimlerini kapsamaktadır” (Uluocak vd., 2014: 22).

“Aile içinde, kadının çalışma hayatına katılması, gelir elde etmesi, kocası, evlâtları, akrabaları tarafından engellenebilmektedir; ya da tam tersine istemediği bir işte çalışmaya zorlanmakta, kazandığı para elinden alınmakta, ailenin geçiminin sağlanması kadına yüklenebilmektedir. Bunlara ek olarak kadınların kendi aileleri içinde karşılaşabileceği çok sayıda ekonomik şiddet türünden söz etmek mümkündür” (Eşkinat, 2013: 292).

Kadına yönelik yapılan tüm şiddet türleri tehlikeli ve bu sebeple engellenmesi gereken toplumsal bir sorundur. Ekonomik şiddet de bunlardan biridir fakat diğer şiddet türlerinden ayrı tutulup incelenmesi gereken bir özelliği bulunmaktadır. Ekonomik şiddet, kadının diğer şiddet türlerine karşı koymasını engelleyecek kadar tehlikeli bir şiddet türüdür. Ekonomik özgürlüğe sahip olamayan bir kadın gördüğü diğer şiddet türlerine de boyun eğmek zorunda kalmaktadır. Kadının şiddete boyun eğmemesi için gidecek bir kapısı, markete gittiğinde kasiyere uzatacak birkaç bozukluğu olmalıdır. Kadınlar fiziksel, cinsel veya duygusal şiddete boyun eğmiyor, boyun eğmek zorunda bırakılıyor. “ Kadınların uğradığı ekonomik şiddet, karşı karşıya olduğu şiddetlerden en etkilisidir. İçinde bulunduğu ruh ve beden sağlığını olumsuz etkileyen koşullara karşı çıkma gücü ekonomik bağımsızlıkla doğrudan ilgilidir. Ekonomik bağımlılık kadının diğer şiddet türlerine uğrama konusundaki en zayıf noktasıdır” (Eşkinat, 2013: 292).  Ekonomik şiddetin altında yatan en büyük sebep diğer tüm şiddet türlerinde olduğu gibi toplumsal cinsiyet rolleridir. Eve para getirecek bireyin erkek olması gerektiği algısı erkeğe toplum tarafından biçilen bir roldür. Kadına biçilen rol ise ev işleri ve çocuk bakımıdır. Bu sebeple kadının iş hayatında boy göstermesi engellenebilmektedir. Ev içi emeğin bir karşılığı yoktur ve bu da kadının ekonomik olarak özgürleşebilmesinin önünde büyük bir engeldir. Kapitalist düzenle birlikte kadının ev içi üretiminin değersizleştirilmesi ve sömürülmesi durumu söz konusudur. Ücretsiz ev işçilerinin ürettiği bir emekten söz edebilmek mümkünken maddi bir karşılığının bulunmaması çalışmayan kadınlara yönelik ekonomik şiddeti beraberinde getirmektedir.

“Karşılığı ödenmeyen bu çalışma ‘üretken’ sayılmamakta, üretken çalışmayı piyasaya gelir getirici çalışmayla özdeş tutan iktisat politikacıları ve erkekler tarafından küçümsenmekte, taşıdığı ekonomik değer ve piyasa ekonomisinin bu tarz karşılıksız emekten sağladığı yarar göz ardı edilmektedir” (Toksöz, 2011:86’dan aktaran Akyıldırım, 2019: 77).

Kadının hane içi üretiminin görmezden gelinmesi, maddi gelir kaynağının da bulunmayışı gibi sebepler neticesinde kadının ekonomik şiddet görebilme ihtimali de o oranda artmaktadır.

“Ülkemizde aileye gelir getiren kişinin genellikle erkek olması, pek çok kez kadının ekonomik şiddete maruz kalmasına yol açmaktadır. Özellikle emeğini ücretsiz olarak aileye vakfeden pek çok kadının genellikle hiçbir gelir kaynağının, gelir getirici mülkünün ve sosyal güvencesinin bulunmayışı ve bu sebeple kadının adeta ücretsiz işçi olarak çalıştırılışı, erkek tarafından ekonomik şiddete maruz bırakılma riskini daha da artırmaktadır” (Özkan, 2017: 545).

Hacettepe Üniversitesi’nin 2014 yılı raporuna göre (Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması); hayatlarının belli bir döneminde ekonomik şiddet görmüş kadınların oranı %30, 2014 yılı içerisinde ekonomik şiddete maruz kalmış kadınların oranı ise %15 olarak ifade edilmiştir. Ekonomik şiddetin diğer şiddet türlerine karşı koyma gücüne ket vurduğu akla geldiğindeyse bu tablo göz korkutucu olabilmektedir.

AİLE İÇİ ŞİDDET

Aile içi şiddet tüm toplumlarda kadını ve çocukları psikolojik ve fiziksel anlamda etkilemektedir. Sadece Türkiye’de değil dünyanın her yerinde aile içi şiddet örneklerine rastlayabilmek mümkündür. Yaşanan aile içi şiddete sessiz kalınmasının altında yatan en büyük sebep ise statü ve ekonomik özgürlüktür.

“Dünyada milyonlarca kadının şiddete maruz kaldığı bilinmekte, ancak gelenekler, kadının statüsünün düşük olması ve ekonomik özgürlüğünün olmaması gibi nedenlerle kadına yönelik şiddet çoğunlukla gizli tutulmaktadır” (Ulutaşdemir, 2002: 15-21’den aktaran: Yaman ve Ayaz, 2010: 24).

 Aile içi şiddet, şiddet eyleminin aile içerisinde kadına ve çocuğa gösterilmesi durumudur. Aile kurumu toplumun temel yapı taşlarından biridir ve aile yapısının ve düzeninin bozulması toplumu da o oranda etkileyebilmektedir. Bu hususta aile içi şiddetin önünü alabilmek büyük bir önem kazanmaktadır. Aile içi şiddetin önünü alabilmek için kız çocuklarının öğrenimi, kadın istihdamı ve aile bilinçlenmesi yapılabilecekler arasındadır fakat UNİCEF’in 2004 yılında yayınladığı Türkiye Raporu’na göre 640.000 kız çocuğu zorunlu olduğu bilinen ilk öğretim eğitiminden maruz kalmaktadırlar. 15 yaş ve üzeri kadınların ise sadece  %77’si okuma yazma bilmektedir erkeklerde bu oran %93’tür. Kız çocuklarının eğitim hakkını elinden almak ekonomik şiddetin ilk göstergeleri olarak karşımıza çıkmakta ve bu durum ileride doğabilecek şiddetlerin önünü açmaktadır.

Türkiye’de şiddet veya tabiri caizse dayak geleneksel bir eğitim aracı olarak görülmektedir. “Aile içi şiddetin çocuklara yönelik kısmı da en az bilineni ve kayıtlara geçenidir. Geleneksel terbiye sisteminin uzantısı olarak ‘çocuğunu dövmeyen dizini döver, ‘dayak cennetten çıkmadır, ‘eti senin kemiği benim’ tarzındaki deyimler dayağı olumlu bir davranış olarak göstermektedirler” (Aktaş, 2006:17). 

Şiddetin olması gerektiği yıllarca kuşaktan kuşağa aktarılmış, dayağın bir öğretici sistem olduğu akıllara kazınmıştır. Şiddetin kuşaktan kuşağa aktarılmasında yatan en büyük sebeplerden bir diğeri de çocukların gözlem ve taklit yeteneğidir. Aile içinde yaşanan şiddeti gören bir çocuk bu şiddete karşı koymak ister fakat bunu gösterebilmesi ve şiddet gören bireyi koruyabilmesi mümkün değildir ve bu da bastırılan kızgınlık ve korkuları beraberinde getirir. Güven duygusu gelişmeyen, hislerini anlatamayan birey sosyal hayattan izole olmaya başlar ve ileride şiddeti hislerini anlatmada bir araç olarak kullanması yüksek bir olasılık olarak karşımıza çıkmaktadır. Şiddet nesilden nesile aktarılabilecek kadar tehlikeli bir iletişim aracıdır. Bu hususta sosyal öğrenme teorisine değinmek yerinde olacaktır.

Sosyal Öğrenme Teorisinin Aile İçi Şiddet ile Arasındaki İlişkisi

İnsanlar tek başına yaşayamayacak kadar aciz varlıklar oldukları için doğada hayatta kalabilmek adına topluluklar oluşturmuş ve doğaya karşı birlikte hareket etmişlerdir ki insanlar zekasını kullanıp birlikte hareket etmeyi başaramamış olsalardı vahşi doğada ilk nesli tükenen canlılardan olurlardı. İnsanlık birlikte yaşamaya başladıkları günden itibaren birbirlerinden etkilenmiş ve etkilemişlerdir. Bu etkilenmeler ve aktarımlar sadece iyi anlamda değil kötü davranışların aktarımı da olabilmektedir. Buna en güzel örnek ‘şiddet’tir. “Şiddetin öğrenilen boyutu ve taklit yoluyla aktarımı oldukça önemlidir. İnsan doğduğu andan itibaren sosyal çevre içinde yer almaktadır. Bu çevrede aile, arkadaşlar, eğitim hayatının ona sunduğu ortam gibi pek çok etkileşim öğesi yer almakta ve birey bunlar içinde toplumsal hayatın gerektirdiği şekilde biçimlenmektedir” (Şentürk, 2012: 390’dan aktaran: Altıparmak, 2018: 235). İnsanın yaşadığı toplum aracılığıyla o topluma yararlı bir birey hale getirilmesi için yaşanılan bu sürece ‘sosyalizasyon’ diyoruz. Sosyalizasyon da ilk olarak ailede başlamaktadır. Birey doğduğu hanede neye şahit olur ve öğrenirse bunları sözle tekrarlamaya ve günü geldiğinde uygulamaya başlar.  “Şiddet, bireye söz konusu sosyalleşme süreci içerisinde farkında olmadan kanalize edilmektedir. Bu süreç içinde erkek, kadın veya çocuk şiddeti öğrenmektedir. Toplumsal kodlar ile hayatın bir parçası olan şiddet eylemini uygulayan birey; herhangi bir baskı, ayıplama ya da söz konusu eylemin olumsuz olduğuna dair bir yaptırım görmediğinde ve buna karşın kendini ispat ettiğini düşündüğünde bunu bir güç göstergesi olarak görmektedir” (Altıparmak, 2018: 235-236).

Sosyal öğrenmenin alt metninde görülen veya duyulan davranışın tekrar etme durumu yatmaktadır. Dört kişilik bir hanede baba anneye şiddet uyguluyor ve çocuklar da buna şahit oluyor ise çocukların ileride kendi hanelerinde bunu tekrarlama olasılıkları oldukça yüksektir. Bireyin topluma kazandırılması sürecinde birey olumlu olmayan davranış veya konuşmalara maruz kalırsa veya kendisine uygulanırsa birey bunları doğru kabul edecek ve bu da toplumun sağlığı için bir sorun oluşturacaktır. Bir toplumda yaşanan şiddet olaylarının ardında mutlaka bir geçmiş yatmaktadır. Şiddet uygulayan veya kendisine şiddet uygulanması hususunda sesini çıkarmayan her insanın geçmişinde bu öğretilmiş veya dayatılmıştır.

“Geçmişte aile içi şiddet olaylarına maruz kalanlar ve şahit olan çocuklar gelecekte aile içi şiddet olaylarına daha fazla karışma ihtimali taşırlar. Şiddete maruz kalan ya da şiddete şahit olan çocuklar şiddetin aile içinde kabul edilebilir, sorun çözmede ve başkalarının davranışlarını değiştirmede etkili bir metot olduğunu öğrenir” (Akers, 2000’den aktaran: Özgentürk vd., 2012: 63).

Özet olarak, sosyal öğrenme teorisi şiddet gösteren bireylerin büyük bir çoğunluğunun geçmişinde şiddet unsurlarının yer aldığını iddia etmektedir. Bireyin geçmişinde yani çocukluk döneminde içselleştirilen şiddet olgusu nedeniyle birey çocukluğunun esirliğinden kurtulamamakta ve çocukken gördüğü veya yaşadığı şiddetin boyunduruğundan kurtulamamaktadır.

TÜRKİYE’DE KADINA YÖNELİK AİLE İÇİ ŞİDDETİN ÖNLENMESİNDE DEVLETİN YERİ

Aile içi şiddet önemli toplumsal, hukuki, psikolojik bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Aile içi şiddeti önlemek ve gerekli olabilecek tedbirleri almak devletin başlıca görevleri arasında yer almaktadır. Ailenin birliği ve bütünlüğünü, aile içi iç huzurunu sağlamak toplumun birliği ve bütünlüğü ve huzuru için de önem teşkil etmektedir. Bu hususta devletin aile içi şiddet hakkında gerekli hukuki önlemleri alması gerekmektedir. Türkiye kadına yönelik şiddet hususunda gerekli önlemleri almakta geri kalmış ülkelerden biridir. Gerekli önlemlerin alınması için yaptırımlar çıkarılmakta fakat bu yaptırımların uygulanılmasında ya geç kalınmakta ya da yanlış kararlarla yanlış önlemler alınmaktadır.

“Gelişmekte olan ülkemiz bakımından her ne kadar acı bir tablo olsa da AİHM tarafından 2009 yılında verilen Opuz kararında da Türkiye’ nin aile içi şiddet ve kadına karşı ayrımcılığın önlenmesi hususunda düzenleme de olmasa da uygulamada yetersizlik olduğu belirtilmiş ve Türkiye bu nedenle tazminata mahkum edilen ilk ülke olarak kara bir tarih yazmıştır” (Akın, 2013: 41).

Anayasının 41. maddesiyle devlet aileyi korumakla yükümlüdür. “

Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar” (1982 Anayasası).

Devletin aileyi koruması onun anayasal yükümlülüklerin en başında gelmektedir.

Devlet ilk olarak bir bireyin yaşama hakkını korumakla görevlidir. Kişinin yaşamına doğal yollar dışında birinin veya tüzel kişilerin son verme yetkisi bulunmamaktadır. Bireyin yaşam hakkı hangi hukuki sorunla veya hangi toplumsal sorunla karşı karşıya kalıyor olursa olsun elinden alınamaz. Yaşama hakkı şiddet konusunda da yardımcı olan bir koruma görevi görmektedir. Devlet bireyin yaşama hakkına saygı duyması gerektiğinden dolayı şiddet konusunda önlemleri alması gerekmektedir. Şiddeti önlemek yaşama hakkına olan saygı ve zorunluluktan ileri gelmektedir.

“3. kişiler herhangi bir insanın beden bütünlüğüne zarar vermek suretiyle o kişinin yararını bozacak şekilde herhangi bir eylemde bulunamaz. Aksi takdirde ceza kanunlarına göre suç işlemiş olur” (TCK m. 81, 82, 84, 87’den aktaran: Çiftçioğlu, 2012: 141).

Bireylerin ayrıca ayrımcılığa uğramama hakları bulunmaktadır. Bir bireyin ırk, cinsiyet, dil veya din sebebiyle ayrımcılığa uğraması hukuken bir suç olarak kabul edilmektedir. Dünyada yaşanan kadına yönelik şiddetin ana sebeplerinden biri toplumsal cinsiyet eşitsizliğidir. Kadına yönelik sırf kadın olduğundan dolayı toplumun her alanında negatif bir ayrımcılık söz konusudur. Kadına yönelik şiddeti önleyebilmenin çaresi başta cinsiyet olmak üzere bireylerin ayrımcılığa uğramama haklarını verebilmek ve toplumun her alanında bunu uygulayabilmek büyük bir önem arz etmektedir.

“Kadına yönelik şiddetin temelinde toplumsal cinsiyet ayrımcılığı yatmaktadır. Bu sebeple cinsiyet temelli ayrımcılığın bir örneği olarak kadına yönelik aile içi şiddetin önlenmesiyle birlikte eşitlik ilkesi kendiliğinden gerçekleşecektir (Düğmeci ve Gürsel, 2019: 846).

Türkiye 2011 yılında Kadına Yönelik Şiddetin ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Sözleşme diğer adıyla İstanbul Sözleşmesi’ni ilk imzalayan ülke olarak bilinmektedir. Bu sözleşme kadını aile içi her türlü şiddetten koruyan ve şiddeti önleyen en önemli sözleşmelerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Kadına yönelik şiddeti bir insanlık suçu olarak tanımlayan bu sözleşme uluslararası nitelikte olup Türkiye’de 2014 yılında yürürlüğe girmiştir.

“…böylece Türkiye hem ulusal hem de uluslararası hukuki metinler vasıtasıyla kadına karşı aile içi şiddete ilişkin kamusal korumanın ilk ayağı olan negatif yükümlülüklerini yerine getirmiştir” (Düğmeci ve Gürsel, 2019: 848).

Sözleşmenin belli başlı amaçları aşağıda sıralandığı gibidir;

  • Kadınları her türlü şiddete karşı korumak ve kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak;
  • Kadına karşı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve kadınları güçlendirmek de dahil olmak üzere, kadınlarla erkekler arasında önemli ölçüde eşitliği yaygınlaştırmak;
  • Kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetin tüm mağdurlarının korunması ve bunlara yardım edilmesi için kapsamlı bir çerçeve, politika ve tedbirler tasarlamak;
  • Kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti ortadan kaldırma amacıyla uluslararası işbirliğini yaygınlaştırmak;
  • Kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetin ortadan kaldırılması için bütüncül bir yaklaşımın benimsenmesi maksadıyla kuruluşların ve kolluk kuvvetleri birimlerinin birbiriyle etkili bir biçimde iş birliği yapmalarına destek ve yardımsağlamak (Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi, 2011). Bütün bunlara rağmen Türkiye İstanbul Sözleşmesi’nden Türk toplumunun ahlak kurallarına aykırı olduğu gerekçesiyle çekilme kararı almıştır.

ÇALIŞAN KADINA YÖNELİK AİLE İÇİ EKONOMİK ŞİDDET

Aile içi ekonomik şiddet, diğer şiddet türleri baz alındığında daha az dile getirilen, önemsenmeyen bir şiddet türü olarak karşımıza çıkmaktadır fakat ekonomik şiddet yaşanan tüm aile içi şiddet türlerine neden olan ve bu yüzden göz ardı edilirse diğer tüm şiddet türlerinin de önünün alınmasına engel olacaktır

.  “Kadınların ekonomik anlamda bağımlı kılınması, onların büyük oranda hem fiziksel hem psikolojik hem cinsel hem de ekonomik anlamda şiddete maruz kalmasına neden olmaktadır” (Gökkaya, 2011: 104).

  Kadının maaşına el koymak, çalışmasını istememek veya onu istemediği bir işte zorla çalıştırmak çalışan kadına yönelik aile içi ekonomik şiddete verilebilecek örneklerdendir. Ek olarak, kadın eşinden daha fazla miktarda maaş alıyorsa veya daha fazla mülke sahipse bu erkek tarafından hoş karşılanmayabilmektedir. Bu hususta erkek eşinin kendisinden statü olarak üstün olduğunu düşünerek bu durumu bir tehdit olarak algılamaktadır çünkü toplumda erkek kadından daha güçlü ve başarılı olmalıdır algısı hakimdir. Erkeklere de aslında bu dayatılmaktadır. Dayatılan bu durum sebebiyle söz konusu güç ve başarı yeteri kadar sağlanamazsa erkek bunu bir tehdit olarak görebilmektedir.  Erkek, içinde yaşadığı öz güven sorunlarını kadından çıkartmakta onu duygusal anlamda zedelemektedir. Erkek kendiyle yaşadığı psikolojik sorunlarla yüzleşemediğinden bu sorunların kaynağının eşinden olduğunu düşünerek onu kıskaca almaktadır.

“Ekonomik faktörün şiddet ilişkisindeki etkinliği de iki yönlü olabilir: Ya kadın ekonomik açıdan erkeğe bağımlıdır ya da mesleksel statü açısından erkekten üstündür. Bu ikinci durum onu erkek için bir tehdit unsuru haline getirmektedir” (İçli, 1994: 13).

Toplumlarda geçmişten bugüne kadın ve erkek arasında adaleti ve eşitliği sağlamak hususunda birçok adım atılmıştır. Geçmişten bugüne kadının toplumsal anlamdaki konumunda iyileşmeler mevcuttur fakat yeterli değildir. Çalışan bir kadın toplum ve ailesi tarafından gördüğü birçok baskıyla mücadele etmektedir. Ekonomik alanda varlığını hissettiren, ücretsiz ev işçisinden ücretli işçiye dönüşen kadınlar toplum tarafından aile ve toplum düzenini bozduğu veya asıl görevlerinden uzaklaştığı gibi gerekçelerle baskı yapılmaktadır

. “Kadının kendini geliştirmesi, meslek sahibi olması, bu mesleklerin en üst basamaklarına çıkması, toplumda yetki sahibi olması gibi önemli aşamalar bile bir kadının ‘eş ve anne’ olması kadar toplumsal prestij sağlamamaktadır” (Atabek, 2018:35).

Bir kadının çalışma hayatına atılmış olması, bir mesleğinin olması onun ekonomik şiddete maruz kalmadığının göstergesi değildir. Ekonomik şiddet çalışan kadınlar üzerinde de varlığını korumaktadır. Çalışan kadınlara yönelik aile içi ekonomik şiddet kadının kendi mal ve mülk varlığı üzerinde bir hak iddia edemediği veya kendi mal ve mülküne el konulduğu, kadının kendi maaşını başkasının yönettiği ve ona belli aralıklarla ‘harçlık’ verildiği durumlarda ortaya çıkmaktadır.

“Dolayısıyla kadın/erkek eşitliğinin sağlanamadığı, kadının toplumsal yapıda pasif olmaya itildiği toplumlarda erkeklerin uygulamış oldukları her türlü şiddet, kültürel kurumlar, siyasi ve ekonomik düzen tarafından da desteklenmektedir. Çünkü devlet ve onun uygulamış olduğu politikalar, toplumsal yapının özeliklerini taşımakta yani eril ideolojiler tarafından belirlenmektedir. Böyle bir durum da ise kadının özellikle ekonomik anlamda şiddete maruz kalması kaçınılmazdır” (Gökkaya, 2011:105).

Ekonomik şiddet toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bir ürünüdür ve kadının negatif anlamda var olan ayrımcılığı son bulmadıkça diğer tüm şiddet türleri gibi ekonomik şiddet de varlığını koruyacaktır. Kadın ve erkeklere yönelik toplum tarafından belirlenen toplumsal rolleri yıkmak, mesleklere cinsiyet yüklememek, iş ve aile hayatında kadını sadece eve destek sağlayan bir birey olarak görmek şiddeti azaltacağı gibi toplumdaki tabuları da yok edecektir. Toplumlarda salt birey kavramının var olması, cinsiyetçi politika ve söylemlerin yok edilmesi bu hususta büyük önem teşkil etmektedir.

ÇALIŞMAYAN KADINA YÖNELİK AİLE İÇİ EKONOMİK ŞİDDET

Kadının çalışmasına izin vermemek, kadının eşi tarafından verilen harçlığın yetersiz olması, kadına özel ihtiyaçları için para vermemek, kadın para istediğinde ise onu yalvartma derecesine getirme gibi durumlar çalışmayan kadına yönelik aile içi ekonomik şiddete örnek olarak verilebilir. Ücretsiz ev işçilerinin hane içerisinde ürettiği emekleri görmezden gelinmektedir. Verilen emeğin maddi karşılığının olmamasından öte manevi karşılığının da yeteri kadar alınmaması emeklerinin yanında kendilerini de görünmez kılmaktadır. Ayrıca ücretsiz ev işçilerinin ürettiği emeklerinin maddi bir karşılığının olmaması durumu eşlerine ekonomik anlamda bağımlı olmayı da beraberinde getirmektedir. Maddi bir gelirin varlığından bahsedememek; bir konuda kendi düşüncesini beyan edememesi veya bir konuda bireysel olarak hareket edemeyişi beraberinde getirmektedir yani bireyin özgürlük alanı kısıtlanmaktadır. “

Çalışmayan ve ev içi işlerin tamamından sorumlu olan kadınlar, ekonomik açıdan eşlerine bağımlı hale getirmekte, çoğu zaman hayatları ile ilgili kararları da bireysel olarak alamamaktadırlar. Bu da ev kadınlarını diğer kadınlara göre daha bağımlı hale getirmektedir” (Gerşil, 2015:165-166).

Kadınların belirli bir maddi kaynaklarının olmaması ve haliyle eşe maddi anlamda bağımlı olma durumu kadının özgürlük alanını kısıtladığından dolayı kadın bir şiddet unsuruyla karşı karşıya kaldığında evliliği sonlandırma, eşe karşı gelme gibi durumları göze alamamaktadır. Ekonomik bir güvencesi olmayan kadın mutsuz giden bir evliliği sonlandıramaz ve gördüğü her türden şiddete de boyun eğmek zorunda kalır. Ekonomik açıdan tam anlamıyla bir özgürlükten bahsedilememesi diğer tüm şiddet türleriyle baş edebilme olasılığını da yok etmektedir.

“Kadınların şiddet içeren bir evliliği sürdürebilmelerinin veya ona geri dönebilmelerinin nedenlerinden biri de barınma alternatifinin bulunmayışıdır” (Connell, 2019: 36).

Kadının diğer şiddet türleriyle baş edebilmesi için yapması gereken ilk şey eğitim almak ve çalışma hayatına atılmak olmalıdır. Eğitim almak ve çalışma hayatına girmek ekonomik ve diğer şiddet türlerini tam anlamıyla yok edecektir demek mümkün değildir fakat kadının şiddet konularında bilinçlenebilmesi ve az da olsa sesini çıkarabilmesi toplumda bir şeylerin değişebilmesine izin verecektir. Kadın ve erkek arasında adeta bir işçi patron veya bebek ve bebek bakıcısı ilişkisi bulunmaktadır. Bunu toplumsal cinsiyet rolleri, toplumsal normlar sağlamaktadır. Kadını erkeğe muhtaçmış gibi görmek ve hatta hissettirmek erkeğin veya toplumun kadın üzerinde uyguladığı bir ekonomik ve psikolojik şiddettir.

“Ev içinde tanımlanan kadın narin ve dayanıksız olarak tanımlanırken, erkek dayanıklılığın ve mücadelenin timsali sayıldı. Böylece kadın ve erkek kavramları üzerinden toplumsal kültür varlığını güçlendirdi ve kadınları, erkekler karşısında korunmaya muhtaç, aciz ve daima bir koruyucuya (baba, ağabey, kardeş, eş vb.) ihtiyaç duyan bireyler olarak tanımladı. Bu da beraberinde kadınlar ve erkekler için tanımlanmış cinsiyet rollerinin pekiştirilmesine bir zemin hazırlamış oldu” (Karakaya, 2018:79).

Kadını narin olduğu iddiasıyla hane içine hapsetmek, kadını topluma ve ekonomiye kazandırmak yerine çocuk, eş ve hane üçlemesinin ortasına yerleştirmek, kadın çalışmak istese de onu engellemek bir ekonomik şiddettir.  Kadının hane dışı bir sosyalliğinin var olması onu eve ve eşine hem sosyal hem de ekonomik anlamda bağımlı olmaktan kurtaracaktır. Toplumsal cinsiyet rollerini kırabilmek, kadının maddi ve manevi anlamda sömürülmesini engellemek için atılabilecek ilk adım kadının her geçen gün daha üretken olmasını sağlamak olmalıdır.

YÖNTEM

Araştırma Modeli

Bu çalışmada nitel araştırma modeli kullanılmıştır.

“Nitel araştırma, incelediği probleme ilişkin sorgulayıcı, yorumlayıcı ve problemin doğal ortamındaki biçimini anlama uğraşı içinde olan bir yöntemdir” (Guba ve Lincoln, 1994; Klenke, 2016’dan aktaran Baltacı, 2019).

  Olgubilim deseni modeli kullanılarak bir olayı bilen fakat ayrıntılı bir bilgi sahibi olunmayan durumlara odaklanır.

Fenomenoloji farkında olduğumuz ancak ayrıntılı ve derin bir anlayışa sahip olmadığımız olgulara odaklanır. Olaylar, deneyimler, algılar ve ya da durumlar gibi farklı şekillerde karşımıza çıkan bu olgularla günlük yaşantımızda farklı şekillerde karşılaşabiliriz. Ancak bu durum söz konusu olguları tam olarak anladığımız anlamına gelmemektedir. Dolayısıyla fenomenoloji günlük olarak sıklıkla karşılaştığımız, bize yabancı olmayan ancak tam anlamını kavrayamadığımız olguları araştırmayı amaçlayan çalışmalar için kullanılmakta ve uygun bir araştırma zemini oluşturmaktadır (Yıldırım & Şimşek, 2016, s. 69’dan akt. Tekindal ve Arsu, 2020:157).

Bu hususta aile içi ekonomik şiddet olgusunu olgubilim deseni modeliyle açıklamak uygun görülmüştür.

Çalışma Grubu

Çalışma Muğla ilinin Menteşe ilçesine bağlı Orhaniye Mahallesi’nde yapılmıştır. Çalışma grubu 8 çalışan ve 8 çalışmayan kadından oluşmaktadır. Çalışmada amaçlı örnekleme yöntemi kullanılmış olup bu şekilde kişiler saptanmıştır.

“Görüşme yapılacak bireylerin seçiminde, evreni temsil etme güçlerinden çok araştırma konusuyla doğrudan ilgili olup olmadıklarına bakılır” (Neuman, 2012: 320; Yıldırım ve Şimşek, 2008: 107’de aktaran; Karataş, 2015).  Bu hususta görüşme yapılacak kişilerin amaca uygun bireyler olmasına dikkat edilmiştir.

Veri Toplama Aracı

Bu araştırmada veri toplama aracı olarak görüşme formu kullanılmıştır. Ayrıca görüşme sırasında gereken yerlerde çalışan ve çalışmayan kadınlara ek sorular da yöneltilerek yarı yapılandırılmış bir görüşme yapılmıştır. Görüşme formunda toplam 21 soru bulunmaktadır. Görüşmeler çalışan ve çalışmayan kadınların katılımıyla beraber Muğla ilinin Menteşe İlçesine bağlı Orhaniye Mahallesi’nde yapılmıştır.

Verilerin Analizi

Görüşme esnasında elde edilen veriler bilgisayar yardımıyla metne dönüştürülmüştür. Niteliksel araştırma tekniklerinden olan içerik analizi kullanılarak çözümlemeye gidilmiştir. Verilen cevaplar benzerlikleri bağlamında gruplandırılarak hareket edilmiştir. Bu sayede ortaya çıkarılmak istenen sonuca ulaşabilme kolaylığı sağlanmıştır.

BULGULAR

Aile içinde yaşanan ekonomik şiddet çalışan ve çalışmayan kadınlar üzerinde birçok olumsuz etki ve sonuçlar doğurabilmektedir. Araştırmaya çalışan kadınlar üzerinden bakıldığında yaş aralığının daha çok 40 ve üzeri olduğu görülmekte ve maaşların 3.000 TL ve üzeri olduğu göze çarpmaktadır. Çalışan kadınların biri lisans ve üstü, üçü lise mezunu, biri ortaokul mezunu ve üçü ilkokul mezunu olduğunu ifade etmiştir. Yaş aralığı yükseldikçe eş ile tanışmanın daha çok görücü usulüne dayandığı görülmektedir. Araştırmaya katılan 8 çalışan kadın üzerinde gerçekleştirilen yarı yapılandırılmış anket sorularına dayanarak çalışan kadınların maddi bir gelirlerinin olması aile içinde yaşadığı veya yaşayacağı ekonomik şiddet üzerinde bir etkisinin bulunmadığı yani ekonomik şiddetle kadının çalışıyor olması arasında bir doğrusallık bulunmadığı göze çarpmaktadır. Örneğin katılımcılardan Ç1 çalışıyor olmanız aile içerisinde maruz kalacağınız ekonomik şiddeti engelledi mi sorusuna yanıt olarak;

“Hayır engellemedi. Maddi özgürlüğüm hala kısıtlanıyor çünkü. Evet aile dışında bir sosyal hayatımın olması bana çok iyi geliyor fakat kendi kazancının olmasına rağmen halen eşine bağımlı kalmak kendi kazancın yokken eşine bağlı kalmaktan daha ağır geliyor insana. Mesela beğendiğin bir kazağı alabilecek bir paran var fakat o parayı çekemezsin, o kazağı yine eşine sormadan o izin vermeden alamazsın. Bu bazen bana çok ağır geliyor.”  

Ç1’in bu yanıtı vermesinin sebebi eşinin Ç1’e ait banka kartına evin gereçleri ve kredi kartı borçlarını gerekçe göstererek el koymasıdır. Bireyin belli bir işte düzenli olarak çalışıyor olması onun ekonomik şiddete maruz kalmayacağının bir göstergesi değildir. Bir diğer örnekse Ç4’ün aynı soruya verdiği yanıttır.

“Ekonomik şiddet yaşamayan kadın var mı ya (gülüyor). Ben yaşamadım diyen kadın varsa yaşadığı şeylerin ekonomik şiddet olduğunu idrak edememiştir bence. Ben kendimi bildim bileli çalışan bir kadınım. Her zaman maddi bir özgürlüğüm oldu yani ama kendi kazancımın olması eşime maaşımla ne yaptığımın hesabını vermekten beni kurtaramadı açıkçası. Yani kendi maaşımla bir ayakkabı alıyorum mesela o ay. Neden almışım? Ne gerek varmış böyle şeye? Aileye bir katkım olsaymış ayakkabı alacağıma? Aileye katkım da oluyor halbuki ama kadınım ve bazen o ayakkabıyı almak diğer her şeyden daha önemli hale gelebiliyor benim için.” 

Bir kadının kendi kazandığı para üzerinde doğal olarak oluşagelen hakkını görmezden gelmek, parasına doğrudan veya dolaylı olarak el koymak, harcamalarına karışmak veya çeşitli bahaneler öne sürerek kısıtlamalar getirmek yani kadının kendi maaşı üzerinde yeni bir hak istenci oluşturmak bir ekonomik şiddettir. Bir kadın kendi maaşını kazanabilecek bir olgunluğa eriştiği andan itibaren kendi para yönetimini oluşturabilecek bir akla sahiptir ve bir erkeğin veya herhangi bir aile büyüğünün parasını yönetmesine, harcamalarını denetlemesine ihtiyacı yoktur. Bir aile bütçesi oluşturmak, tasarruflu olmak ve ailesini düşünmek başka bir olay kadının maddi özgürlüğünü kısıtlayarak kadının maaşı üzerindeki hakkını yok saymak ve kendi hakkını talep etmek çok farklı bir olaydır ve ayırt edilememesi ekonomik şiddetin gün geçtikçe artmasına sebebiyet vermektedir.

Çalışan kadınların ekonomik şiddet hakkındaki düşünceleri analiz edildiğinde; şiddetin her türlüsüne karşı oldukları, ekonomik şiddetin bir şiddet türü olarak görülmesi gerektiği ortak kabul olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneğin; Ç1’in sizce ekonomik şiddet bir şiddet türü olarak görülmeli midir sorusuna verdiği yanıt buna güzel bir örnektir;

“tabii ki görülmeli. Bir fiziksel şiddet kadar ses getirmiyor ekonomik şiddet. Hatta bireye verdiği yaralar da göz ardı ediliyor. Ekonomik şiddet de bireyi duygusal açıdan yaralayan bir şiddet bence. Ekonomik şiddet gören bir birey kendi yaşam standartlarını değil başkalarının ona uygun gördüğü yaşama mecbur kalır ve inanın bana ne kadar kazandığınızın ekonomik şiddet devreye girdiği anda bir önemi kalmıyor.” 

 Çalışan kadınların ekonomik şiddeti bir şiddet türü olarak kabul etmesi, şiddetin çok boyutlu bir eylem olduğunun bilincinde olduklarının bir göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca ekonomik şiddetin diğer şiddet türlerini tetikleyebileceğinin bilincinde olan çalışan kadınlar ekonomik şiddetin göz korkutan sonuçlarını tahmin edebilmektedirler. Ç5;

“Bütün şiddet türleri birbiriyle bağlantılı diye düşünüyorum. Yani bir zincir gibi birbirlerine bağlılar. Bir şiddeti görmezden gelmek olabilecek diğer şiddet türlerine de kapıları aralamaktadır. Derhal önlem alınmalıdır. Ben şanslıydım eşimi bir yanlıştan çevirebildim fakat her kadın bu şansa sahip olamıyor maalesef.”

İfadelerini kullanarak bir şiddet türü olarak kabul edilen ekonomik şiddetin önemsizleştirilmesini doğru bulmadığını ve eğer önlem alınmazsa doğabilecek olası kötü senaryoların farkında olduğunu dile getirmektedir. Yapılan araştırmada 8 çalışan kadından 2’si ekonomik şiddetin ne olduğunu bilmediğini dile getirmiş ve ekonomik şiddet hakkında kısa bilgilendirme sonrasında ise yaşadıkları olayların aslında bir ekonomik şiddet olduğunu ifade etmekten çekinmemişlerdir.

8 çalışan kadına yöneltilen sorulardan bir diğeri İstanbul Sözleşmesi hakkındaki düşüncelerini analiz etmeye yönelik olmuştur. 8 çalışan kadının ortak bir kararla şiddete karşı bir söylem içerisinde olmalarına rağmen 8 çalışan kadından 3’ü İstanbul sözleşmesini çeşitli düşüncelerle onaylamadığını dile getirmiştir. Ç6 adlı katılımcı İstanbul Sözleşmesi hakkında

“okuduğum kadarıyla sözleşme yabancı ülkelerle yapılmış bir sözleşmedir. Türkiye’de ki kadınları milli kanunlar ile koruyabiliriz çünkü İstanbul Sözleşmesi’nin kadını koruduğunu ve koruyacağını sanmıyorum”

ifadelerini kullanmıştır. Ç7 adlı katılımcı ise İstanbul Sözleşmesi hakkında

“Avrupa Konseyi tarafından İstanbul’da yapılan bir sözleşmedir. Türk aile yapısına aykırıdır. Türk kadınını Türk yasaları koruyabilir”

ifadelerini kullanarak İstanbul Sözleşmesi’ne karşı olduğunu dile getirmiştir. Son olarak Ç8 adlı katılımcı ise;

“İstanbul Sözleşmesini istemiyorum. Sözleşmenin çekilmesi kararını doğru buluyorum. Bir bireyin cinsiyetsiz olabileceğini ya da bu durumun toplumun ahlaki değerlerinin aynı kalacağından emin olamıyorum”

ifadelerini kullanarak karşı olduğunu beyan etmiştir. İstanbul Sözleşmesi, kadını ve kadın haklarını koruyan, aile içi şiddeti önlemek isteyen ve aile içi huzuru ve düzeni hedefleyen, öte yandan bireyin düşünce ve tercih hakkını elinden almayarak hür olduğunu dile getiren bir sözleşmedir. Bu açıdan bakıldığında Türk Aile yapısını bozacak herhangi bir maddeye rastlanmamaktadır. Türk aile yapısı derken bir kadına veya çocuğa karşı şiddet, kadını aşağılamak veya küçük düşürmek gibi bir özellikten bahsedilmiyor ise. İstanbul Sözleşmesi sadece Türk kadınını ve Türk aile yapısını değil tüm dünyadaki kadınları ve aileyi korumak isteyen bir sözleşme olma özelliği göstermektedir. Türk kadınının ve Türk ailesinin sahip olduğu değerlere zarar vermeden onların haklarını korumak gerekir ve bu haklar dünyanın neresinde olursa olsun geçerli olması için belli bir sözleşmeye gerek vardır. Bu anlamda İstanbul Sözleşmesinin ehemmiyeti tekrar gözler önüne serilmektedir. Türk kadınını sadece Türkiye sınırları içerisinde korumak yetmez tüm dünyada korumak gerekir. Bu da ancak bir sözleşmeyle mümkün kılınabilir. Ç1;

“İstanbul Sözleşmesi Türk ve dünya kadınlarının başına gelebilecek en güzel sözleşmelerden biri. Hatta sadece kadınlar için değil ailenin iç huzuru için de bu sözleşme çok önemli fakat Türkiye her ne hikmetse ayrıldı bu sözleşmeden. İlk öğrendiğimde şok oldum. Elle tutulur herhangi bir gerekçe bile sunulmadı bunun için. Kadınlara sorulmadı bile, görüşleri alınmadı”

ifadelerini kullanarak İstanbul Sözleşmesini desteklemiştir.

8 çalışan kadına devletin ekonomik ve diğer şiddet türlerini engellemek adına yeterli çalışmalar yürütebildiğini düşünüyor musunuz? sorusu yöneltilerek devletin şiddet için aldığı önlemlerin kadınlar bazında yeterli olup olmadığı öğrenilmeye çalışılmıştır. Buna göre 8 çalışan kadından 7’si -1’i bu konu hakkında konuşmaya çekimser bakarak soruyu cevaplamaktan kaçınmıştır- devletin yeterli çalışmalar yürütemediği düşüncesine sahiptir. Ç1 devletin yeterli çalışmalar yürütemediğini söyleyerek şu ifadeleri kullanmıştır;

“Maalesef hayır. Yeterli çalışmalar olsaydı şu an kadın cinayetlerini, kadına şiddeti konuşuyor olmazdık bu yüzyılda. Şimdilerse ise daha çok artışta bu durum. Sebebini bilemiyorum belki pandeminin etkisi, belki yanlış adalet. Her neredeyse sorun bulunmalı. Kadın olarak endişeliyim.”

Yine aynı şekilde Ç5;

“Hayır, devletin yeterli politikalar yürütebildiğini düşünmüyorum. Anayasamızda kadını ve aileyi koruyan maddeler bulunuyor diye biliyorum ama adalet çok geç geliyor maalesef. Bu da kadın cinayetlerinin ve şiddetlerinin önüne geçilmesini engellemektedir.”

 Çalışan kadınlar devletin adaleti geç sağladığından ve anayasada kadını ve aileyi koruyan maddelerin uygulan(a)madığından şikayetçi olmaktadırlar

Araştırmaya çalışmayan kadınlar üzerinden bakıldığında yaşların çalışan kadınlardan daha genç olduğu görülmektedir. Üç kişi lisans ve üstü, bir kişi lise mezunu, bir kişi ortaokul mezunu, bir kişi ilkokul mezunu ve iki kişi okur yazar olduğunu ifade etmiştir. Çalışmayan kadınlara eşleri tarafından sağlanan gelirlere bakıldığında üç kişi 0-500 TL arası, üç kişi 500-1000 TL arası ve iki kişi 2000-2500 TL arası bir gelire sahip olduğunu ifade etmektedir. Yaşların daha genç olduğuyla paralel olarak görücü usulü evlenmenin çalışmayan kadınlarda daha az olduğu göze çarpmaktadır çünkü günümüzde görücü usulü evlenme ve akraba evliliklerine eskiden olduğu kadar sıcak bakılmamaktadır. Günümüzde gençler evlenecekleri kişiyi kendileri bulmayı ve evlenmeden önce mümkünse vakit geçirip tanımayı tercih etmektedirler. 8 çalışmayan kadın üzerinde gerçekleştirilen yarı yapılandırılmış anket sorularına dayanılarak kadınlar çalışmadıkları için ekonomik şiddete daha çok maruz kaldıklarını düşünmektedirler. Örneğin K4;

“ekonomik şiddet bence çoğunlukla çalışmayan kadınların üzerinde var olan bir şey. Ekonomik özgürlük olmayınca karşı taraf istese de istemese de bir egemenlik kuruyor evde. Parayı veren evi yönetiyor yani o hesap. Maalesef durum bu.”

K7 adlı katılımcıya ise çalışmıyor olmasının yaşadığı ekonomik şiddette bir payı olup olmadığı sorulduğunda;

“tabii ki var. Yani bir maddi gelirim olsaydı ben de burdayım, benim de param var diyebilirdim fakat elinde bir şey olmayınca yani bir güvencen olmayınca rest de çekemiyorsun. Keşke elimde olsa da çalışsam ve maddi açıdan eşime muhtaç olmasam. Muhtaç olmak belki doğru bir kelime değil ama eşim bu kelimeyi kullanmaya beni mecbur bırakıyor bazen” yanıtını vermiştir. Çalışmayan kadınlar maddi bir birikimleri veya maddi bir gelirleri olsaydı ekonomik şiddeti daha az hissedeceklerini düşünmektedirler. Oysa ekonomik şiddetin kazanılan gelirle bir doğrusallığı yoktur. Tıpkı diğer şiddet türlerinde olduğu gibi suç şiddeti yaşatandadır, yaşayanda değildir.

Kadınların çalışması, kendileri ve toplum için üretim alanında yer alabilmesi oldukça önemlidir ve kadın istihdamı desteklenmelidir fakat ekonomik şiddeti çalışıp çalışmama durumuna indirgemek çalışan kadınlarda bir ekonomik şiddetin var olmayacağını kabul etmek anlamına gelmektedir ve bu da bizi sosyolojik anlamda yanlış bir hipoteze götürür. Çalışmayan kadınlar çalışmamalarına gerekçe olarak aile içi sorumluluklarını gösterebilmektedirler. Örneğin katılımcılardan K1 çalışma isteğiniz var mı, cevabınız evet ise çalışmamanızın sebebi nedir sorusuna;  “şu an için öyle bir isteğim yok. Çocuklar büyür ve artık kendilerine yetebilecek boyuta gelirler belki o zaman düşünürüm. Şu an tam olarak olmam gereken yerdeyim” ifadelerini kullanmıştır. K6 ise;  “tabii ki çalışmak istiyorum. Anne olmadan önce bir mağazada koordinatördüm fakat şimdi iki çocuğum var bakabilecek kimse yok, bu sebeple çalışamıyorum” şeklinde kendini ifade etmiştir. Kadınlar kariyerlerini toplum tarafından kadının öncelikli görevi olarak atfedilen çocuk ve ev bakımı gibi sebeplerle bırakmaktadırlar. Kadınların yüksek mertebelerde daha az adının duyulmasının altında yatan en büyük etken de budur aslında. Kadına toplum tarafından biçilmiş roller kadının kariyerine ve hayallerine ket vurmaktadır. Ev içi roller paylaşımı yok sayılmakta ve ev içindeki var olabilecek tüm iş yükü kadına yüklenmektedir. Buna kendisini mecbur hissedip, kariyerini noktalayan kadınların oranı hiç de az değildir.  Katılımcılardan K5 ise çalışma isteğinin olduğunu fakat eşinin çalışmasını onaylamadığını ifade etmiştir. Bu da bir ekonomik şiddet olarak karşımıza çıkmaktadır.  Katılımcılardan K1 eşinin zamanında çalışması isteğine karşı çıkmasının bir ekonomik şiddet olmadığını söyleyerek şu ifadeleri kullanır; “hayır, hayır asla. Evet başlarda niye çalışmayayım canım eve bir katkım olur diyordum ama şimdi hak veriyorum kendisine. Eve, çocuklara kim bakacak? Birimizin bu sorumluluğu üstlenmesi gerekiyordu. Bir kadın olarak ben üstlendim. En doğrusu buydu.”

Çalışmayan kadınların ekonomik şiddet hakkındaki görüşleri analiz edildiğinde; şiddetin her türlüsüne karşı oldukları görülmekte fakat ekonomik şiddet başlığı altında bir takım görüş ayrılıkları yaşanmaktadır. Örneğin katılımcılara ekonomik şiddet bir şiddet türü olarak görülmeli midir sorusu yöneltildiğinde K1 adlı katılımcı; “ben şiddet denilince aklımda hep dövülen bir insan canlanıyor. Şiddetin tanımı benim için bundan ibaret. Bana göre, bahsedilen diğer tüm şiddet türleri bir şiddet değil. Evet tehlikeli şeylerden bahsediyorlar ama şiddet demek bana biraz garip ve karşıdaki insana hakaretmiş gibi geliyor. Eşin sana vurmuyorsa bu niye şiddet olsun ki? Garip bir tanım bence. Farklı bir isimlendirme olsaydı daha çok dikkat çeker ve önlem alınırdı diye düşünüyorum. Ekonomik anlamda yaşanan bir olay şiddet tanımına uymuyor” ifadelerini kullanmıştır. Ekonomik şiddetin bir şiddet türü olarak görülmesinin ve bu şiddet türünü uygulayan kişiye şiddet uyguladığının söylenmesinin bir hakaret olduğunu dile getirmiştir. Şiddetin tek bir boyutu olduğunu dile getiren katılımcı bir bireyin fiziksel anlamda bir yara aldığını söyleyemiyorsak orada bir şiddetten bahsetmenin de mümkün olmayacağını dile getirmektedir. Ekonomik şiddetin isminden rahatsız olan katılımcı ekonomik şiddet yaşadığını inkâr etmemekte sadece adlandırılmasından rahatsız olmaktadır. Örneğin aynı katılımcı hiç ekonomik şiddete maruz kaldınız mı sorusuna yanıt olarak; “ne kadar şiddet olarak tanımlamak istemesem de yaşadığımı düşündüğüm birtakım şeyler var tabi ki. Ben çalışmıyorum. Önceden çalışırdım yani evlenmeden önce. Eşim çalışmamı istemedi. Kendisinin yeteri kadar kazandığını ve kendimi boş yere yormamam gerektiğini söyledi. Zamanla onu anladım. Hem ben çocuklarımla daha çok vakit geçirebiliyorum fakat eşim bana belli bir miktardan fazla para vermeyi reddediyor. Yani bunu birikim için, çocuklarımız için yapıyormuş ama ekonominin hali belli, bazen yetemiyorum her şeye. Kızıyorum bu duruma”  diyerek aslında bir ekonomik şiddet mağduru olduğunu ifade etmiştir. Katılımcılardan K6 ise yaşadığı ekonomik şiddeti şu cümlelerle ifade etmektedir;  “evet, zaman zaman kocam tarafından ekonomik şiddete maruz kaldım çünkü yetersiz kaldığı her noktada bu yetersizliği nasıl giderebilirim demek yerine beni onu sömürmekle suçladı. İki çocuğu olan her anne gibi ben de evde çocuklarımın ödevleri, bakımlarıyla ilgilenmek istemiştim fakat günümüz ekonomisi içerisinde pek kolay olmadı ve geçinemememizin sebebi eşimin gözünde hep ben oldum. Konu ne zaman ekonomi olsa kendimi yetersiz, işe yaramayan bir parazit gibi hissediyorum.”  Ekonomik şiddetin bir şiddet türü olarak görülmesi hususunda ise K6; “ekonomik, psikolojik, duygusal, siber bunların hepsi fiziksel şiddetten daha ağır sonuçlanır. Bir morluğun geçmesi yirmi günü alır sonrasında baktığınızda belki hatırlamazsınız bile fakat; birini sözel olarak incittiğinizde incitilen kişi bunu yıllarca unutamaz. Sebebi hafızaya kazınmasıdır. Duyulan sözler şiddet türü ne olursa olsun günlerce, haftalarca hatta yıllarca akılda dönüp durur. Bu sebeple evet ekonomik şiddet bir şiddet türüdür” ifadelerini kullanarak ekonomik şiddetin bir şiddet türü olarak görülmesini desteklemiştir. K8 adlı katılımcı ise hiç ekonomik şiddete maruz kaldınız mı sorusuna yanıt olarak; “ev içinde gördüğüm ve aile evinde gördüğüm bir durum olduğunu söyleyebilirim. Babam bir esnaf annemse benim ve kardeşimin eğitim giderlerini karşılamak için ilk önce okul kantininde çalıştı daha sonra tütün ürünlerinin satışıyla ilgilendi fakat babam annemin kendi kişisel harcamalarına izin vermeden ya dükkanın ya da evin giderlerine tüm maaşını vermesi için baskıladı ve şiddet uyguladı ama ben bir işe girdiğimde babam tarafından aynı baskıyı görmedim. Benim maaşıma dokunulmadı. Şu anki durumumdan bahsetmem gerekirse çalışmadığım için net bir şey söyleyemesem de ufak tefek şeyler için bile para istediğimde burnumdan geliyor” diyerek yaşadığı ekonomik şiddeti bu şekilde anlatmıştır. Çalışmayan kadınların hepsi ekonomik şiddet hakkında az veya çok bir bilgi birikimine sahiptir fakat buna rağmen kulaktan dolma bilgiler olması sebebiyle eksiktir ve bu da ekonomik şiddet hakkında yanlış kanılara varmaya veya yaşadıkları şeylerin ekonomik şiddet olmadığını düşünmeye itmektedir. Çocuk büyütmek ve evin sorumluluğu tamamen kadının omuzlarına yüklenmekte, kadının çalışması engellenmekte ve bu zaman geçtikçe kadınlar tarafından da normal karşılanmaktadır. Toplum ve eş tarafından yapılan baskılar neticesinde kadın kendisinin asli görevinin ev ve ev içi sorumluluklar olduğunu düşünmeye başlamaktadır. Ayrıca ekonomik şiddetin diğer şiddet türlerini tetikleyebileceğinin bilincinde olan çalışmayan kadınlar ekonomik şiddetin göz korkutan sonuçlarını tahmin edebilmektedirler. Örneğin K8 adlı katılımcı; “evet, kesinlikle düşünüyorum. Bir örnek üzerinden anlatmak isterim. Ben çalışmıyorum. Eşim eve geldiğinde onun için yeterli bir iş yapmadıysam veya onun geldiği saatte yemeği hazırlamadıysam ‘hem çalışmıyorsun hem de evde boş boş oturuyor musun?’ gibi bir soruyla karşı karşıya kalıyorum. Bunun sonrasında alevli bir tartışmaya dönüştüğü varsayılırsa ekonomik şiddet fiziksel bir şiddete dönüşebilir ki çok uzak bir ihtimal de değil bu yüzden ekonomik şiddetin diğer şiddet türlerini etkilediğini düşünüyorum” ifadelerini kullanarak ekonomik şiddetin diğer şiddet türlerini tetikleyen tehlikeli bir şiddet türü olduğunu bir örnek üzerinden açıklamaya çalışmıştır.

8 çalışmayan kadına yöneltilen sorulardan bir diğeri İstanbul Sözleşmesi hakkındaki düşüncelerini analiz etmeye yönelik olmuştur. 8 çalışmayan kadından 7’si İstanbul Sözleşmesi’nin gerekli olduğunu dile getirmiştir. Örneğin katılımcılardan K5 İstanbul Sözleşmesinden çekilme kararını doğru bulup bulmadığı sorusu yöneltildiğinde yanıt olarak; “hayır bulmuyorum çünkü İstanbul Sözleşmesi kadını ve kadın haklarını koruyan, Türkiye’de 2014 yılında yürürlüğe girmiş tam olarak yaşatılamamış bir sözleşmedir. Eğer tam anlamıyla yaşatılabilseydi çok önem verdikleri (gülüyor) Türk aile yapısı bozulmadan kadın ve ailenin hakları korunabilirdi fakat devlet tarafından Türk aile yapısını bozduğu ve kötü etkilediği gerekçesiyle geri çekilmiştir. Türk aile yapısı en çok şiddetten bozulmaktadır” demiştir. K8 adlı katılımcı ise; “İstanbul Sözleşmesi’nin tam olarak içeriğini bilmesem de nelerden bahsettiğini az çok biliyorum. Kadına karşı şiddet ve aile içi şiddet gibi konuların vurgulandığını ve buna karşı bazı politikalar içerdiğini duymuştum. Bence kesinlikle yürürlüğe girmesi gereken bir anlaşmaydı. Yürürlüğe girmemesi açıkçası beni biraz üzdü ve bunun olmaması durumunu savunan insanları gördüğümde daha da fazla üzüldüğümü söylemeliyim. Bence kesinlikle yanlış bir karar”  ifadelerini kullanarak İstanbul Sözleşmesi’ni desteklemiş ve Türkiye’nin bu sözleşmeden çekilmesi kararını doğru bulmadığını ifade etmiştir. Çalışmayan kadınlardan K6 adlı katılımcı ise İstanbul Sözleşmesine karşı olduğunu belirterek şu ifadeleri kullanmıştır; “İstanbul Sözleşmesi’ni doğru bulmuyorum açıkçası çekilmesi de isabetli oldu. İstanbul Sözleşmesi kapsamlı konular içeriyor. Tabi kadın ve erkek hakları ihlal edilmemeli, şiddetin hiçbir türlüsünü kimse görmemeli fakat cinsiyetsiz olduğunu söyleyen bireylerin hemcinsleriyle yaşadığı neredeyse her şeyi gözler önüne sermesini doğru bulmuyorum.”  Dünyadaki hiçbir insan tercihlerinden ve düşüncelerinden dolayı- eğer düşünceleri ve tercihleri topluma veya kendisine zarar vermeyi içermiyorsa- şiddet görmeyi veya ayıplanmayı hak etmez. Hiç kimse hemcinsine ilgi duyuyor diye hakaret işitmemeli ve sokak ortasında dövülmemelidir. Kişinin yaşama hakkı ve hürriyeti özel alanındaki tercihleri sebebiyle dokunulabilir ve tartışılabilir hale gelmez ve gelmemelidir de.

8 çalışmayan kadına devletin ekonomik ve diğer şiddet türlerini engellemek adına yeterli çalışmalar yürütebildiğini düşünüyor musunuz? sorusu yöneltilerek devletin şiddet için aldığı önlemlerin kadınlar bazında yeterli olup olmadığı öğrenilmeye çalışılmıştır. Buna göre 8 çalışmayan kadının 6’sı – 2 kişi bu konu hakkında pek bir bilgiye sahip olmadığını ifade etmiştir- devletin yeterli çalışmalar yürütemediğini ifade etmektedir. Örneğin K8 adlı katılımcı; “günümüzde yaşayan kadınlar olarak biliyoruz ki sözde bunun gerçekleştiği iddia edilse de fiili olarak bir çaba veya yaptırım olduğunu düşünmemekteyim. Bir şeylerin cezalandırılması için o insanın ölmesinin beklenmesi ve hayatını kaybettikten sonra cezalarında indirime gidilmesi bunun fiili bir şekilde yürürlüğe sokulmadığını ifade ediyor bence” ifadelerini kullanarak devletin ekonomik ve diğer şiddet türlerini engellemek adına yeterli ve doğru bir önlem almadığını söylemektedir. Çalışmayan kadınlara devletin ekonomik ve diğer şiddet türlerini engellemek adına ayrıca üstlenmesi gerektiği sorumlulukların ne olması gerektiği sorusu yöneltildiğinde ise yanıt olarak adaletin daha hızlı sağlanması ve cezai yaptırımların arttırılması ve bu sayede kadın cinayetlerinin ve kadına yönelik şiddetin önüne geçileceği yönünde olmuştur. Örneğin katılımcılardan K4; “Hızlı karar alma. Sanırım eksik olan şey bu. Yani sokak ortasında kadın öldürülüyor mesela ama kaç yıl sürüyor mahkemesi. Ver müebbet hapsi, ağırlaştırılmış cezayı. Bak nasıl azalıyor cinayetler, şiddetler. Çok yavaş ilerliyor her şey. Adalet yok adalet” ifadelerini kullanarak adaletin geç sağlandığı veya verilen kararların adaletli ve yerinde olmadığını söylemektedir. Bir diğer katılımcı olan K6; “aslında hukuken bakıldığında bazı noktalarda nitelikli gözükse de şiddet fiziksel şiddet olmadığında davalar düşüyor. Kimsenin gördüğü psikolojik zarar göz önünde bulundurulmuyor ki çoğu zaman fiziksel şiddet yüzünden açılmış davaların da sonuçları içler acısı. Cezai işlemler arttırılıp af kalkmalı” ifadelerini kullanarak ekonomik ve diğer şiddet türlerinin fiziksel şiddet kadar önemsenmediğini ve bireyin gördüğü psikolojik hasarların dikkate alınmadığını ifade etmektedir. Üstelik fiziksel şiddet üzerine açılan davalarda da verilen cezaların yeterli ve adaletli olmadığının da altını çizmektedir.

SONUÇ

Yapılan araştırmalara bakıldığında aile içi ekonomik şiddetin en az diğer şiddet türleri kadar tehlikeli olduğu ve eğer önlem alınmazsa diğer şiddet türlerine de zemin hazırlayacağı ortak bir görüş olarak karşımıza çıkmaktadır. Kadının maaşına el koymak, çalışmasını istememek veya onu istemediği bir işte zorla çalıştırmak çalışan kadına yönelik aile içi ekonomik şiddet olduğu genel kabul görmüş olup çalışmayan kadına yönelik yapılan aile içi ekonomik şiddet ise kadının çalışmasına izin vermemek, kadına eşi tarafından verilen harçlığın yetersiz olması, kadına özel ihtiyaçları için para vermemek, kadın para istediğinde ise onu yalvartma derecesine getirme gibi durumları sayabilmek mümkündür. Çalışan ve çalışmayan kadınların aile içerisinde yaşadıkları ekonomik şiddetin derecesi birçok etkene bağlı olarak değişebilmektedir. Bu etkenler; eğitim düzeyi, yaş, çevre olarak sıralanabilir. Kadının çalışıp çalışmama durumu ise yaşanan ekonomik şiddetin boyutunu değil niteliğini değiştirebilmektedir. Kadının çalışma hayatına girmesiyle beraber yaşadığı ekonomik şiddetin yok olduğunu yapılan araştırmanın sonuçlarına bakarak düşünebilmek pek mümkün gözükmemektedir. Kadının eğitim alması ve üretim hayatında boy göstermesi ekonomik ve diğer şiddet türlerini tam anlamıyla yok edemeyecek fakat kadının bilinçlenmesi ileride toplum nezdinde birçok değişikliğe sebep olacaktır. Kadının eğitim alması ve çalışma hayatında yer alabilmesi ekonomik şiddeti tam anlamıyla yok etmez fakat kadının bilinçlenmesi bir gün kendisinde DUR! deme cesaretini de oluşturacaktır. Bu hususta kadının eğitimi ve üretkenliği desteklenmelidir. Araştırma ve araştırmanın başında oluşturulan varsayımlardan yola çıkarak şunları ifade edebilmek mümkündür; “Çalışmayan kadınların maddi bir gelirleri olmadığından dolayı ekonomik şiddete çalışan kadınlara göre daha fazla maruz kalmaktadırlar ” varsayımı doğrulanamamıştır. Çalışan ve çalışmayan kadınlara aynı sorular üzerinde uygulanan araştırma neticesinde kadınların çalışıp çalışmamasının yaşadıkları ekonomik şiddet üzerinde bir etkisi olduğuna rastlanamamıştır. Çalışan kadınlar hane dışında bir sosyal hayatlarının olduğunu, maddi bir gelir kaynağına sahip olduğunu fakat bütün bunlara rağmen aile içinde yaşanan ekonomik şiddetten kurtulamadıklarını ifade etmişlerdir. Çalışan kadınlardan biri maddi gelirinin tamamını eşine verdiğini ve kendi gelirinin üzerinde herhangi bir hak iddia edemediğini belirtmiştir. Bu ve bunun gibi durumlar neticesinde çalışan kadınların aile içerisinde ekonomik şiddete maruz kaldıklarını söyleyebilmek mümkündür. Aynı şekilde çalışmayan kadınlar bir maddi gelirlerinin olmaması nedeniyle hor görülmekten, eşlerinden özel ihtiyaçları için para isteyememekten, istedikleri durumlarda ise eşleriyle tartıştıklarından yakınmaktadırlar. Çalışmayan kadınlardan biri eşinin uyguladığı ekonomik şiddet nedeniyle kendisini ‘parazit’ gibi hissettiğini ifade etmektedir. Çalışmayan kadınlar en az çalışan kadınlar kadar ekonomik şiddete maruz kalmaktadır. Ekonomik şiddet kadının çalışıp çalışmadığıyla alakalı değildir. Kadının çalışıp çalışmamasıyla ilişkilendirilmeye çalışılan ekonomik şiddet normalleştirilmektedir. Bir kadına çalışmadığı için ekonomik şiddete maruz kaldığını ifade etmek ve bunun için kadını suçlamak veya ekonomik şiddetin gerekçesi olarak bu durumu sunmak ekonomik şiddeti sıradanlaştırmaya çalışmaktır. Bu da ekonomik şiddetin görünür kılınmasını engelleyen bir durum olarak karşımıza çıkacaktır. “Aile içinde yaşanan ekonomik şiddet diğer şiddet türlerine zemin hazırladığından dolayı ekonomik şiddet diğer şiddet türlerinden daha farklı bir boyut kazanmaktadır”  varsayımı doğrulanmıştır. Yapılan araştırma neticesinde çalışan ve çalışmayan kadınların çoğunluğu yaşanılan ekonomik şiddetin önü alınamazsa diğer şiddet türlerine zemin hazırlayabileceğini onaylamıştır. İnsanlar fiziksel bir şiddete maruz kaldığında bunu söylemekten çekinmektedir. Örneğin katılımcılardan K8 bir örnek üzerinden ilerleyerek ve muhtemelen kendi yaşadığı bir hayat hikayesini anlatarak yaşamış olduğu ekonomik şiddetin fiziksel şiddete evrilme sürecini gözler önüne sermektedir. Ekonomik şiddet bireye maddi kaynaklar üzerinden yapılan bir şiddet türüdür ve günümüzün en tehlikeli şiddet türlerinden biri olma özelliği göstermektedir. Her kadın hayatının belli bir döneminde ekonomik şiddete maruz kalmış veya kalmaktadır. Bu hususta yaşanılan ekonomik şiddetin fiziksel bir sonucu olmayacağının hiçbir garantisi yoktur. Şiddetler arası bağlantılar göz ardı edilmemelidir. İki birey arasındaki tartışmalar sonucu oluşan ilk şey psikolojik/ekonomik baskılardır, fiziksel şiddet bu baskıların bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. “ Eğitim düzeyiyle şiddet arasında bir bağlantı bulunduğundan dolayı eğitim düzeyi azaldıkça şiddet ve ekonomik şiddet farkındalığı azalmaktadır” varsayımı doğrulanmıştır. Örneğin katılımcılardan Ç6 ilkokul mezunudur. Ekonomik şiddet hakkında bir bilgisinin olmadığını beyan etmiş ve bu sebeple ekonomik şiddet örneklendirmelerle bireye açıklanmıştır. Yine aynı şekilde İstanbul Sözleşmesi’ne karşı olduğunu ifade etmiş gerekçe olarak Türk kadınının milli yasalarla korunması gerektiğine dikkat çekmiştir. Aynı ifadelere Ç7 ve Ç8 adlı katılımcılarda da rastlanmakta ve bu katılımcıların da ilkokul mezunu olduğu dikkat çekmektedir. Çalışmayan kadınlardan biri olan K3 adlı katılımcı okur- yazar olup, eşinin kendisini çalıştırmak istememesinin ve izin vermemesinin bir ekonomik şiddet olmadığını ifade ederek ekonomik şiddet hakkında net ve doğru bir tanıma sahip olmadığını gözler önüne sermektedir. Yine aynı şekilde çalışmayan kadınlardan biri olan K6 adlı katılımcı ise ilkokul mezunudur. İstanbul Sözleşmesi’ni desteklemeyen katılımcı bireylerin hemcinsleriyle yaşadığı şeyleri normal karşılamadığını ve normalleştirilmesini de doğru bulmadığını ifade etmektedir. Bu hususta bireylerin almış olduğu eğitimler doğrultusunda şiddete olan bakış açıları değişmekte, aldığı eğitim doğrultusunda şiddetin diğer türlerini tanımakta ve bu sayede haklarının ayırdına varmaktadırlar. Daha önce değinildiği gibi kadınlar için eğitim bu yüzden büyük bir önem teşkil etmektedir.  “Aile içinde yaşanan ekonomik şiddette devlet gereken sorumluluğu almadığından dolayı ekonomik şiddetin önü alınamamaktadır” varsayımı doğrulanmıştır. Çalışan ve çalışmayan kadınlara yöneltilen sorulara dayanılarak kadınlar nezdinde devletin yeterli çalışmalar yürütemediği ve alması gerektiği sorumlulukları almadığı ve her şeyin ötesinde almış olduğu sorumlulukları da doğru ve titiz bir şekilde yerine getiremediğini ifade etmişlerdir. Çalışan ve çalışmayan kadınlar adaletin hızlı ve doğru sağlanamadığı, yaşanılan ekonomik ve diğer fiziksel olmayan şiddet türlerinin göz ardı edildiğinden şikayetçi olduklarını dile getirmektedirler.

Sonuç olarak; Ekonomik şiddet toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bir ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır ve kadının negatif anlamda var olan ayrımcılığı son bulmadığı sürece diğer tüm şiddet türleri gibi ekonomik şiddet de varlığını korumaya devam edecektir. Kadın ve erkeklere yönelik toplum tarafından belirlenen toplumsal rolleri yıkabilmek, mesleklere cinsiyet atfetmemek, iş ve aile hayatında kadına söz hakkı vermek toplumdaki tabuları da yok edecektir. Toplumlarda salt birey kavramının var olması, cinsiyetçi politika ve söylemlerin yok edilmesi büyük önem teşkil etmektedir. Bu hususta devletin de alması gerektiği birtakım sorumlulukları vardır. Başta doğru ve nitelikli eğitim verebilmek ve bu sayede çocuklarda var olabilecek cinsiyetçi söylemleri engelleyebilmek, aileyi sadece fiziksel şiddet değil tüm şiddet türlerinden koruyabilmek için daha güçlü yasalar ve söylemler oluşturabilmek ve son olarak kadınları haklarından haberdar edip, kadınları maddi anlamda bir güvence altına almak -kadınları üretim hayatına teşvik etmek- büyük bir önem teşkil etmektedir.

KAYNAKÇA

  • Adak, Nurşen. (2018). Değişen Toplumda Değişen Aile: Sosyolojik Tartışmalar. Siyasal Kitabevi. Ankara
  • Akhan, Burcu. (2009). Aile İçi Şiddetin Boşanma Davalarına Etkisi (Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Ana Bilim Dalı, İstanbul.
  • Akın, Merve. (2013). “Aile İçi Şiddet”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 71 (1).
  • Akkaş, İbrahim ve Uyanık, Zeki. (2016). “Kadına Yönelik Şiddet”, Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi SBE Dergisi, 6 (1).
  • Aktaş, Aliye. (2006). Aile İçi Şiddet. Elma Yayınevi. İstanbul.
  • Akyıldırım, Erol. (2019). “Kadının Özel ve Kamusal Alanda Sömürülen Emeği”, Uluslararası İşletme ve Ekonomi Çalışmaları Dergisi, 1(2).
  • Altıparmak, İpek Beyza. (2018). “Sosyal Öğrenmenin Aile İçi Şiddete Etkisi”, Uludağ Üniversitesi Fen- Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 19 (34).
  • Atabek, Erdal. (2018). Kışkırtılmış Erkeklik Bastırılmış Kadınlık. Cumhuriyet Kitapları. İstanbul.
  • Baltacı, Ali. (2019). “Nitel Araştırma Süreci: Nitel Bir Araştırma Nasıl Yapılır?”, Ahi Evran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 5 (2).
  • Connell, R. W. (2019). Toplumsal Cinsiyet ve İktidar. Ayrıntı Yayınları. İstanbul.
  • Çiftçioğlu, Cengiz Topel. (2012). “Yaşama Hakkı”, TBB Dergisi, Cilt: -, Sayı: 103.
  • DPT. (1989). Türk Aile Yapısı Özel İhtisas Komisyonu Raporu. Ankara: DPT. ÖİK.
  • Düğmeci, Fatih ve Gürsel, Esin. (2019). “Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetin Önlenmesi Hususunda Devletin Yükümlülükleri ve Sorumluluğu”, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 21 (2).
  • Ecevit, Yıldız. (2012). “Aile, Kadın ve Devlet İlişkilerinin Değerlendirilmesinde Klasik ve Yeni Yaklaşımlar”, Kadın Araştırmaları Dergisi, 0 (1).
  • Eşkinat, Rana. (2013). “Türkiye’de Kadına Yönelik Ekonomik Şiddet: Boşanmış Kadınlara Yönelik Araştırma”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: -, Sayı: 37.
  • Gerşil, Gülşen. (2015). “Küresel Boyutta Yoksulluk ve Kadın Yoksulluğu”, Yönetim ve Ekonomi Dergisi, 22 (1).
  • Gökkaya, Veda Bilican. (2011). “Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet”, Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 12 (2).
  • Gürkan, Özlem Can ve Çoşar, Fatma. (2009). “Ekonomik Şiddetin Kadın Yaşamındaki Etkileri”, Maltepe Üniversitesi Hemşirelik Bilim ve Sanatı Dergisi, 2 (3).
  • Hacettepe Üniversitesi. (2014). “Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması”
  • http://www.openaccess.hacettepe.edu.tr:8080/xmlui/handle/11655/23341 Son Erişim Tarihi: 25.10.2021
  • İçli, Tülin Günşen. (1994). “Aile İçi Şiddet: Ankara- İstanbul ve İzmir Örneği”, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 11 (1).
  • Karakaya, Handan. (2018). “Görünmez Emek ve Ev Kadınları”, Fırat Üniversitesi İİBF Dergisi, 2 (1).
  • Karataş, Zeki. (2015). “Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri”, Manevi Temelli Sosyal Hizmet Araştırmaları Dergisi, 1 (1).
  • Kasapoğlu, Aytül. (2019). “Türkiye’nin Toplumsal Yapısı”, İçinde: Türkiye’de Aile Yapısı, Açıköğretim Fakültesi Yayını. Erzurum.
  • Kongar, Emre. (2013). 21. Yüzyılda Türkiye- 2000’li yıllarda Türkiye’nin Toplumsal Yapısı. Remzi Kitabevi. İstanbul.
  • Mevzuat Bilgi Sistemi. (1982). “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası”, 22 (5).
  • https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuat?MevzuatNo=2709&MevzuatTur=1&MevzuatTertip=5 Erişim Tarihi: 27.09.2021.
  • Onbaş, Nurettin. (2007). İlköğretim Okulu Öğretmenlerinin Eğitim Örgütlerinde Duygusal Şiddete İlişkin Görüşleri Üzerine Bir Araştırma (Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi), Harran Üniversitesi Eğitim Bilimleri Ana Bilim Dalı, Şanlıurfa.
  • Özgentürk, İlyas, Karğın Vedat, Baltacı Halil. (2012). “Aile İçi Şiddet ve Şiddetin Nesilden Nesile İletilmesi”, Polis Bilimleri Dergisi, 14 (4).
  • İstanbul Sözleşmesi (Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi). (2011).
  • https://rm.coe.int/1680462545 Erişim Tarihi: 17.10.2021.
  • Özkan, Gizem. (2017). “Kadına Yönelik Şiddet- Aile İçi Şiddet ve Konuya İlişkin Uluslararası Metinler Üzerine Bir İnceleme”, Hacettepe Hukuk Fakültesi Dergisi, 7 (1).
  • Sevinç, G.,, Davran, M., Sevinç, M., (2018). “Türkiye’de Kırdan Kente Göç ve Göçün Aile Üzerindeki Etkileri”, İktisadi, İdari ve Siyasal Araştırmalar Dergisi, 3 (6).
  • Taş, Gün. (2016). “Feminizm Üzerine Genel Bir Değerlendirme: Kavramsal Analizi, Tarihsel Süreçleri ve Dönüşümleri”, Akademik Hassasiyetler, 3 (5).
  • Tekindal, Melike ve Arsu, Şerife Uğuz. (2020). “Nitel Araştırma Yöntemi Olarak Fenomenolojik Yaklaşımın Kapsamı ve Sürecine Yönelik Bir Derleme”, Ufkun Ötesi Bilim Dergisi, 20 (1).
  • Tutar, Hasan. (2003). İş Yerinde Psikolojik Şiddet. Platin Yayınları. İstanbul.
  • Uluocak, Şeref, vd., (2014). Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği ve Kadına Yönelik Şiddet. Paradigma Akademi Yayınları. Çanakkale.
  • UNICEF, (2004) “Dünya Çocuklarının Durumu 2005, Çocukluk Tehdit Altında”, UNICEF Yayınları, Ankara.
  • SEKAM. (2016). Türkiye’de Aile (Ailenin Yapısal Özellikleri, İşlevleri ve Değişimi). SEKAM Yayınları. İstanbul.
  • Yaman, Şengül ve Sultan, Ayaz. (2010). “Kadına Yönelik Aile içi Şiddet ve Kadınların Aile İçi Şiddete Bakışı”, Anadolu Psikiyatri Dergisi, 1(23).
  • Zafer, Ayşenur Bilge. (2013). “Cumhuriyet İle Birlikte Değişen Türk Aile Yapısı ve Kadının Durumu”, Uludağ Üniversitesi Fen- Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 1 (24).

SOSYOLOG- AİLE DANIŞMANI- EVLİLİK/ İLİŞKİ KOÇU

Yazarın Profili

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir