İbn-i Haldun’un Mukaddime Adlı Eserinin Çerçevesinde Ümran İlminin İncelenmesi

İbn-i Haldun’un Mukaddime Adlı Eserinin Çerçevesinde Ümran İlminin İncelenmesi
umran ilmi nedir
0

ÖZ

Bu çalışmada Kuzey Afrikalı düşünür İbn-i Haldun’un Mukaddime adlı eserinden yola çıkılarak Ümran İlminin oluşumu yani sosyolojinin temellerinin atılışı ve bu oluşumun getirisi olan tarih,devlet ve toplum kavramlarının içerikleri anlatılmaya çalışılmıştır.

Anahtar kelimeler: mukaddime, sosyoloji, ümran ilmi, tarih,toplum, devlet


MUKADDİME ÇERÇEVESİNDE ÜMRAN İLMİNİN İNCELENMESİ

İbn-i Haldun tarih,toplum ve devletin Ümran ilmi çerçevesinde ortaya nasıl çıktığını Mukaddime adlı eserinde belirtmiştir.

İbn-i Haldun Mukaddime’de öncelikli olarak mantık süzgecinden geçirilmemiş olan ve nedensellikle öne çıkmayan bir tarih anlayışının doğru olmadığını savunmuştur. Tarih biliminde doğru bilgiye objektif gözlem ve değişimlerin nedenlerinin incelenmesiyle erişilebileceğini savunmuştur. Bu erişim içerisindeki uygarlık ve toplumların değişiminin, değişme nedenlerinin incelenmesi için ayrı bir bilim dalına ihtiyaç duymuştur. Bu bilim dalına ‘Ümran İlmi’ adını vermiştir. Aslında Ümran ilmi bir nevi sosyolojinin temeli olmuştur. Kendi fikrimce de hem sosyoloji bölümü öğrencisi olup hem de bu bölümü kendi isteğimle seçen biri olarak toplumların değişimini inceleyecek bir bilim dalı ihtiyacını çok yerinde ve mantıklı bir düşünce olarak görmekteyim. İbn-i Haldun Ümran ilminin konularını da açıklamıştır; Eski çağlardaki kavimlerin durumları ve değişimleri, idareleri; insan topluluklarına dair çoğu şey; devlet kurma ihtiyacı, devlet süreçleri vb. gibi zaman içerisindeki değişimlerin incelenmesi. O, bu şekilde yöntemlediği araştırmalarıyla ilk kez tarihsel olayların nedenselliklerini belirtmiştir. Bu adımı da sosyoloji bilimine önemli bir katkı sağlamıştır.

İbn-i Haldun toplumların sürekli çatışma ve sosyal dinamik içerisinde olduklarını söyler. Eski zamanlarda insanların yiyecek bulma,barınma gibi temel ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için birbirlerine yardım etmeleri, dayanışma içinde olmaları gerekliydi. Bu dayanışma birlikte hareket etme durumunu zorunlu kılarak toplumları ortaya çıkarmıştır. Fakat bu toplumsal yaşantı var olan iklim koşulları ve coğrafyaya göre ikiye ayrılmaktadır; yerleşik ve göçebe toplumlar. İbn-i Haldun’a göre sosyal dinamik bu iki farklı toplum çeşidinin çatışmasından doğmaktadır. O, yerleşik toplumların rahatlıktan ötürü gevşediklerini, göçebe toplumların ise sürekli bir yer edinme telaşından ötürü aralarındaki bağın daha dirayetli kaldığını savunur. Tarihte de bulunan toplumlar hükümdarlıklar açısından bakıldığında da göçebe toplumlar zorluklara karşı daha kuvvetli kalabilmişlerdir. İbn-i Haldun bu kuvvetli bağın aynı zamanda akrabalıklarla da geldiğini savunur. Bu akrabalık bağı aynı zamanda şeflerin otoritesiyle de desteklenir. Fakat otoritenin aksine göçebe toplumlarda şefin emrinde askeri güç yoktur. Yerleşik toplumlar ise devlet örgütüne sahiptir. Zaten toplumda devletin doğabilmesi için yerleşik hayatın varlığı şarttır. Yerleşik hayata geçen toplumda miras, özel mülk ortaya çıktığında denetlenme ve güvenlik zorlu bir sürece girer. Düzene dönülebilmesi için devlet ortaya çıkar. Birbirine üstünlük kuran kabileler, rekabet ortamı oluşturur. Üstün gelen kabile hükümdarlık süreci insanın biyolojik yaşam sürecine benzerdir. O her hükümdarlığın kaçınılmaz sonunun yıkılış olduğunu savunur. Fikrimce bu doğru bir kanıdır. Çünkü düşünürsek her zaman her şeyin bir üst, kuvvetli modeli olacağı gibi hüküm sürenlerinde sarsılacağı yeni bir üst model var olmaması imkansızdır. İnsanlar doğup büyüyüp ölürken; hükümdarlıklar da kurulur, ilerler, zirveyi yaşarlar ve yok olurlar.

Toplum insanların dayanışma zorunluluğundan ortaya çıkar; devlet ise zulme karşı önlem ve korunmak için otorite ihtiyacından doğar. İkisininde ortak noktası sosyal bir olay olup zorunluluktan doğmalarıdır.

İbn-i Haldun’un Mukaddime eserini değerlendirececek olursam eser de bahsedilen Ümran ilmi sosyolojinin henüz oluşmadığı dönemde sosyolojiye ilk adım mantığıyla işlemektedir. Toplumların hızlı değişimlerini düşünürsek bu süreçleri incelemeden tarih bilimine yönelmemiz bir anlam barındırmayacaktır. Tarihte yaşananların sebeplerine ve sebep-sonuç ilişkilerine ancak ve ancak olayları yaşayan toplumların o an ki psikolojilerini, yaşayış biçimlerini, savunduğu görüşlerini ve refah seviyelerini inceleyerek ulaşabiliriz. Ulaştığımız bu bilgiler bizi aynı zamanda toplumun denetlenmesi için gereksinim olan devlet otoritesinin oluşumuna da götürecektir. Yaklaşık olarak 13 milyon yıldır var olan insalık hareketlerinde ve yaşayış biçimlerinde kendi mantığında ve gereksinimlerinde mutlaka sebepler gözeterek hareket etmiştir. Bilimler içerisinde de bu sebepler gözetilmeyip atlanmamalıdır.


HAZIRLAYAN: Süreyya Ecem Kayan – Hacettepe Üniversitesi

Ben Ecem Kayan. Hacettepe Üniversitesi sosyoloji bölümü lisans öğrencisiyim. Küçüklüğümden bu yana sosyal bilimler ve çeşitli sanat dalları üzerine ilgi duymaktayım. İlgimi çeken sosyolojik konularda araştırma yapmaktan hoşlanıyorum.

Yazarın Profili

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir