Ne Ders Olsa Veririz: Akademisyenin Vasıfsız İşçiye Dönüşümü Kitabının Analizi

Ne Ders Olsa Veririz: Akademisyenin Vasıfsız İşçiye Dönüşümü Kitabının Analizi
Ne ders olsa veririz kitap analizi
0

Ne Ders Olsa Veririz: Akademisyenin Vasıfsız İşçiye Dönüşümü Kitabının Analizi

Kitap Değerlendirmesi:

Kitap Adı: “Ne Ders Olsa Veririz”: Akademisyenin Vasıfsız İşçiye Dönüşümü.

Yazarlar: Aslı VATANSEVER, Meral Gezici YALÇIN

İletişim Yayıncılık (2016), 268 sayfa.

Öncelikle “Ne Ders Olsa Veririz”: Akademisyenin Vasıfsız İşçiye Dönüşümü. kitabı, belirli bir camia için yazılmamıştır. Öğrencinin de anlayağı dilde sade bir şekilde kaleme alınmıştır. Eserde yapılan çalışmalar sonucunda ortaya çıkan veriler analiz edilerek yorumlanmıştır. Gerek klasik gerekse çağdaş sosyoloji yöntemlerinden alıntılar yapılmıştır (kaynak gösterilerek) Fakat yapılan yorumlara baktığımızda olaylara duygusal yaklaşılmış diyebiliriz. Fakat bu duygusallıkları herhangi bir taraftarlık(yanlılık) göstermemiştir.

Kitap; Kapitalizmin eğitim sistemine de dahil olmasıyla birlikte birer işletme haline dönüşen eğitim kurumlarında (özellikle vakıf üniversitesi üzerine olan etkisi incelenmiş), akademisyenler üzerinden yapılan emek sömürüsü hakkında yapılmış araştırmadan meydana gelmektedir. Yazarların amacına baktığımızda meşrulaştırma süreçlerini ortaya çıkarmak istediklerini görmekteyiz.

Peki meşrulaştırılan şeyler neler?

Vakıf üniversitelerinde görev yapan akademisyenler üzerinden yapılan emek sömürüsü, prekarya da görülen güvencesizlik durumu, tabi bu durumla birlikte ortaya çıkan işsizlik korkusu ve buna bağlı olarak da gelişen ‘zorunlu çilecilik’.Yine bunun sonucunda fazla mesai ve ek iş zorunluluğu. Sıraladığım tüm mağduriyetlerin nasıl meşrulaştırıldığı ortaya çıkarılmak istenmiştir.

Hatırlayacağımız üzere meşrulaştırılan bu faktörleri ‘’Prekarya’’ sınıfında da görüyorduk. Yaptıkları bu araştırma ile akademisyenlerde bilinç oluşturmayı amaçlamışlardır. Ayrıca, vakıf üniversitesi lehine yazılmış makalelere eleştiriler yapılmıştır.

Neo-Liberal politikaların her alanda etkisini göstermesi ve günümüze doğru özel eğitim kurumlarında da hissedilmesiyle birlikte emeğin değersizleşmesi yani vasıfsızlaşması üzerinde de durulmuştur. İlerleyen bölümlerde ise akademisyenlerin işten atılma korkusu ile çektikleri çileler, yaşadıkları zorluklar gözler önüne serilirken bunların nasıl meşrulaştırıldığı işlenmiştir. 16 saate varan çalışma şartlarında yapılan emek sömürüsü prekaryazisyon süreci olarak görülmüş ve eleştirilmiştir. Ücretin yetersizliğine de dikkat çeken yazarlar, emeğin ne denli metalaştığınıda belirtiyor. Rektörün yeğeninin, araştırma görevlisi olması ve çoğu kişiden yüksek maaş alması da günümüzde var olan hastalığın; liyakatsızlığın göstergesidir. Fakat tüm bu olanlara rağmen akademisyenlerin manevi huzura sığınarak, bu haksızlıkları göz ardı etmesi ilerideki dönemlerde yüklerinin daha da artmasına neden olacaktır. Hatta yazarlarımızında dediği gibi ‘akademisyenin vasıfsız işçiye dönüşümü’ öngörüsü gerçekleşecektir.

Vakıf üniversiteleri tarihsel bağlamda işlenmiş ve eleştirilmiştir. Vakıf üniversitelerinin kurulma aşamasında devletin destekleyici politikalarına da büyük eleştiriler yapılmıştır. Vakıf üniversitelerinin akademik amaçlarından saptığı söylenirken tamamen ticari amaç güden birer kuruluş oldukları da dile getirilmiştir. Zamanla artan bu kuruluşlarda para ile diploma alma olayı da gündeme gelmiştir. Tabi bununla birlikte vasıfsızlaşan eğitim ve üniversiteli işsizler ordusu ortaya çıkmıştır. Üniversiteli işsizler ordusunun ortaya çıkışı ile de ‘’Prekaryalaşma’’ meydana gelmektedir. İş olsun da ne olursa olsun mantığı ile güvence bile aramadan sürekli kendini ezdiren yeni bır sınıf ortaya çıkmıştır. Prekaryalaşmanın başladığı nokta işte burasıdır; vasıfsız eğitim sonucu alınan diploma.

Yine prekaryalaşma sürecinde vakıf üniversitelerini eleştiren yazarlar, üniversite içerisindeki rütbe ilişkilerinide gözler önüne sermiştir. Örneğin; Dekan ile akademisyen arasındaki ilişki, işçi-patron ilişkisine benzetilmiş, hoca ile öğrenci arasındaki ilişkide ise müşteri – işletme sahibi ilişkisine benzetilmiştir. İşte buradaki ilişkilendirmeler kapitalist sistemin, eğitime ne denli işlediğini gözler önüne sermektedir. Vakıf üniversitelerindeki çalışma esnekliğine, fazla verim alma çabasına da baktığımızda bize ticari bir şirket izlenimide vermektedir. Akademide işlerin yolunda gitmemesi sistem üzerinden değerlendirilmiştir. Sistem sertçe eleştirilip suçlanmıştır. Çünkü sistem dahilinde akademisyenlere fazlaca görev yüklemek ( yayın çıkarma zorunluluğu, ek iş , yanlı analizler ) akademik hayatın kalitesini düşürmektedir. Yani sistemi kötüleştiren yine sistemdir. Ayrıca yazarlar bu kötü gidişata tavsiyelerde de bulunmuşlardır.

Çalışmanın sonucunda ise yaşanılan tüm bu olayların sebebinin neo-liberalizmin akademik alana dahil olması görülmüştür. Yazarlar bu konuda aynı fikirdedir. Ayrıca yapılam mülakatlar sonucunda akademisyenliği tercih eden kişiler, akademik hayatı aslında bir kurtuluş olarak görerek başka alanlardan kaçmışlardır. Kaçmanın sonucu olarak da her türlü muameleye katlanarak akademik hayatta tutunmaya çalışmışlardır. Ruhsal anlamda da çıkarımda bulunanan yazarlar; insanların depresyona bile giremediklerini tespit etmiştir. Çünkü depresyona girmek bir çaresizliktir ve insanda yetersizlik hissi uyandırır. İşten uzaklaşırsınız ve böylelikle performansınız düşer. Bu bağlamda da işten atılma oranınız yükselir. Bu çerçeveden baktığımızda depresyona girmek bile artık lüks sayılmaktadır. Rasyonelleşme ile birlikte artan depresif durumu düşündüğümüzde ise insanlar iyice çıkmaza girmeye başlamıştır. Tabi buna karşı bir savunma sistemi geliştirilmiştir bu da ‘’ çok çalışmak’’ tır. Kapitalizm, akademisyenlerden çok performans beklemekte bu bağlamda da kapitalizme istediğini vererek yani çok çalışarak, depresyona karşı bir savunma mekanizması oluşturulmaya çalışmıştır.

Son olarak da yazarların öngörüsüne değinmek istiyorum. Her ne kadar korkunç bir öngörü gibi dursa da olması muhtemel gözükmektedir. Bu öngörü akademik ortamda rahat olan akademisyenlere itafen yapılmıştır :

Daha iyi koşullarda oldukları için kendini rahat hisseden akademisyenler de dikkatli olmalıdır. Sistemin içerisine bir şekilde giren neo-liberal politikalar zamanla yayılacak ve sistemin tamamını ele geçirebilecek potansiyele gelebilecektir, o noktada akademisyenlerin vasıfsız işçilere dönüşümü tüm akademi için korkulacak bir durum halini alacaktır.’

Kapitalizm, toplum içinde bir kanser gibidir. Zamanla her yere yayılır ve etkisini gösterir. Kapitalist düşünce, her koyun kendi bacağından asılır mantığı ile zuhur ettiği için insanlar iyice rasyonelleşip, duyarsızlaşmıştır.

Erel Alkan – Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi

Founder of Sosyologer

Yazarın Profili

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir