Max Weber (1864-1920) Alman iktisatçı, siyasetçi, tarihçidir ve günümüzde sosyolojinin üç önemli isminden birisidir. Aynı zamanda özgün bir temel üzerinde kendi toplum bilimi sistemini oluşturmuştur.
Max Weber bu eserinde, özünde kapitalist tasarıma uygun hayat standartlarına, yaşam biçimine, kültürel normlara, siyasal beklentilere, toplumsal yasalara ve iktisadi anlayışa sahip olmayan Batı toplumlarının dini-mezhepsel reformlarla sosyolojik olarak kapitalizmle nasıl uyumlu hale getirildiklerini incelemektedir. Eser üç bölümden oluşmaktadır. İlk bölüm Mezhep ve Sosyal Tabakalaşma, Kapitalizmin “Ruhu” ve Luther’in Meslek Anlayışı olmak üzere üç alt başlıktan oluşmaktadır. İkinci bölümde Dünya İçi Sofuluğun Dinsel Temelleri, Sofuluk ve Kapitalist Ruh olmak üzere iki alt başlıktan oluşmaktadır. Üçüncü bölümde ise Antikritikler bulunmaktadır.
16. yüzyılda gelişmiş bölgelerin büyük bir kısmı Protestanlardan oluşmaktaydı. Dolayısıyla Protestanlar sermaye sahipliği bakımından zenginlerdi. Bu doğrultuda da iyi eğitimler alabilmişler, girişimcilik alanında ve yüksek mertebelerde ön planda olmuşlardır. İstatistiklerde özellikle Katoliklere oranla sayıları göze çarpmaktadır ; ilkokul, ortaokul ve lise okuyan Protestanların sayısı Katoliklerden oldukça fazladır. Katolikler daha çok hümanist okulları ve kalfadan bir işe girip usta olmayı tercih ederken Protestanlar ise yönetici sınıfında bulunan meslekleri tercih etmişlerdir. Bu bilgilerin sonucunda şöyle bir nedensellik ilişkisi ortaya çıkmaktadır: Zihinsel özelliklerin, aile çevresinin ve memleketteki dinsel atmosferin yönlendirdiği eğitim, meslek seçimini ve bireyin gelecekteki yaşamını belirlemektedir. Aynı zamanda Weber farklı davranışın nedenini, yalnızca mezheplerin dış dünyada ki geçici tarihsel ve siyasal durumlarında değil, temelde, kalıcı içsel özelliklerinde aramak gerektiği kanısına varmıştır. Yani, bu durumun sebebi Katoliklerin din olarak kapitalleşmeye müsait olmamaları ve gelenekçi bir hayat sürmeleridir. Bu sebeple Katoliklik dini reforme edilmiştir ve Avrupa’da insanlar kapitalleşmeye müsait hale getirilmiştir. Bunu da sağlayan diğer bir Hristiyanlık mezhebi olan Protestanlıktır. Protestanlaşmak insanların kapitalleşmek için iç motivasyonunu sağlamıştır. Kapitalleşme Katolikler için günah olarak görülürken Protestanlar için takip edilmesi gereken bir süreç /tanrının verdiği ödev olarak tasarlanmıştır. Bu bağlamda Protestanlık Avrupa’da kapitalistleşmenin sosyal zeminini oluşturmuştur.
Weber’in odaklandığı kapitalizm modern sınai kapitalizmdir. Çünkü ona göre kapitalizm Çin, Antik çağ, Orta çağ gibi üm toplumlarda var olmuştur. Batı’da gelişmesinin sebebi ise Protestanlığın geliştirmiş olduğu rasyonel, disiplinli, çalışkan yönetenler ve işçilerden, yani kapitalizm ruhundan kaynaklanmaktadır. Diğer bir değişle Protestanlık kapitalizmin ruhu olmuştur.
Tarihsel birey, bireysel özgürlük taşıyan tarihsel olgularla ilişki içindedir ve tarihsel gerçekliklerle bağlantısı olabilir. Bu noktada para, para üretimi ve kredi kavramları oldukça önemlidir. Weber bu bölümde Benjamin Franklin’in dizelerinden ve bakış açısından örnekler vermektedir. Franklin’in dizelerinde “Unutmayın, zaman paradır.”, “Unutmayın, kredi paradır.”, “Unutmayın para çoğalma gücüne ve verimli bir doğaya sahiptir.” gibi adeta kapitalist ruhu yansıtan mesajlar bulunmaktadır. Birey boş zamanında para harcayayım ya da bugün de tatil yapayım derken aslında çok daha fazlasını kaybeder, yani kişi çalışmadığı zaman diliminde para kaybettiği (çalışmadığında para kazanmamış oluyor) gibi bir de para harcamaktadır.
Ekonomik alanda egemen olmak isteyen kapitalizm ideoloji ya da maddi olgular gibi her bakımdan istediğini üretmektedir. İşçi olarak dürüst, çalışkan işçiler yetiştirmektedir. Aynı zamanda işçiler çalışmayı amaç olarak değil meslek olarak görmektedirler. Bu durumda para kazanmak insanlar için yaşama amacı haline gelirken insanları dinsel eğitim ve gelenekten uzaklaştırmıştır. Bu bağlamda yaşam biçimi olan para kazanmak kültürün ve dinin yerine geçmiştir. Tam olarak bu kapitalizm ruhudur. Kısacası toplum kapitalizmin gelişmesine zemin hazırlayan sosyal ilişkilerini ve normlarını Protestanlığın ışığında yeniden biçimlendirmiş ve kapitalizmin siyasetten ekonomiye, kültürden dine kadar her alanda hâkim bir yasa haline gelmesine zemin hazırlamıştır.
Weber kapitalizmin oluşumundaki ana nedenin Protestanlık olduğunu düşündüğü için Protestanlıktaki meslek anlayışına odaklanmıştır. Martin Luther, İncil’i Almancaya çevirerek reformcu bir harekete ve Protestanlığın gelişimine öncülük etmiştir. Meslek sözcüğü Luther’in reformist etkinlikleriyle Protestan halklarda var olmuştur. Aynı zamanda Luther’in yaptığı İncil çevirisinde de Tanrı tarafından verilen bir görev anlamında Almancada “Beruf” İngilizcede ise “calling” sözcüğü meslek anlamında ifade edilmektedir. Bu durumda Luther’e göre meslek Tanrı tarafından insanlara verilmiş bir ödevdir, ödevin yapılması bir yaşam amacı olmakla beraber Tanrı’yı hoşnut etmek için tek yoldur ve Tanrı katında uygun görülen her meslek eşittir. Diğer bir yandan Luther’in meslek anlayışı da gelenekçi olduğu için Katoliklikle ters düşmez. Bu durumda Protestanlığın Batı’da kapitalizme uygun sosyal ve toplumsal zeminini oluşturduğu değerlendirildiğinde Luther’in meslek anlayışıyla modern sınai (kapitalizmin) gelişimine katkı sağladığı, fakat bu katkının Luther’ in gelenekçi çizgisini bozmadığı için bir yere kadar ilerlediği söylenebilir. Çünkü Luther’e göre faiz, sermaye, bireyin sermaye peşinde olması gibi olgular hoş değildir.
Weber insanların davranışlarının, tutumlarının ve değerlerinin anlaşılması için insanların dini anlayışına bakılması gerektiğini düşünmüştür ve insanların meslek anlayışlarını incelemek içinde onların dinlerini incelemiştir. Bu durumda Sofu Protestanlığının 4 tane mezhebini ele almıştır. Bunlar Kalvenizm, Pietizm, Metodizm ve Vaftizcilik / Baptist Hareketlerdir. Bu mezheplerin hiçbiri birbiriyle tam olarak çakışmamaktadır. İlk olarak Kalvenizm 17. Yüzyılda Batı Avrupa’da egemen olmuştur. Sonsuz lütuf dogması Kalvenizmin en karakteristik dogmasıdır. Dünyaya Tanrı’nın zaferi için geldikleri ve onun şanını yüceltmek için yaşama inancına sahiptirler. Bu inanç onların meslek anlayışını şekillendirmiştir. Dolayısıyla Kalvinistler ‘birey ne kadar çok çalışırsa o kadar çok Tanrı’nın şanının yüceltileceği’ görüşü ile kapitalizme tam olarak uyarlanabilecek bir meslek anlayışına ve dünyevi görüşüne sahiptirler. Pietizm ise reformcu kilise temelinde ortaya çıkmıştır, İngiltere ve Hollanda ‘da gelişmiştir ve ilahi takdir düşüncesine sahiptir. Kilise dışında ayinler düzenleyerek kutsanmışların görünmez kilisesini görünür kılmayı amaçlamışlardır. Buradan da anlaşılacağı üzere ‘Tanrı tarafından seçilmiş olma’ inancı, bireysellik ve duygusallık ön plandadır. Daha sonra kendi içinde çeşitli çelişkiler yaşamasıyla ve Kalvenizmin zorlamalarıyla birlikte 17. Yüzyıl sonlarında Lutherciliğin içinde kalmıştır. Vaftizcilik Kalvinist Sofuculuğun altında gelişmiştir. Kiliseyi ilahi takdiri reddederek kilise merkezli bir anlayışı benimsemişlerdir. Vicdanı Tanrı’nın vahyi olarak görmeleri insanların mesleğe önem vermesine sebep olmuştur. Son olarak Metodizm ilahi takdir yerine yüksek yaşam/ikinci lütuf öğretisini temel almıştır. İngiltere coğrafyasında doğmuştur ve Reformcu Hristiyanlığın öğretilerine göre gelişmiştir. Metodizmin yenilenmesi çalışmanın kutsallığını arttırmıştır fakat meslek fikrinin gelişimine herhangi bir katkısı olmamıştır.
Sofu Protestanlığı Kalvenizmin tersine zenginliğe ve sermayeye karşı çıkmıştır. Onlara göre insan boş olan her vaktinde Tanrı için çalışmalıdır. Boş duranı Tanrı asla sevmez ve birey boş durduğu vakitte Tanrının şanını yüceltmekten geri kalmaktadır. Aynı zamanda Sofuluk fakirliği de hiç hoş karşılamaz. Yani zaman Tanrı’ya hizmet için vardır, bireyin her fiili Tanrı’yı yüceltir. Luther’de meslek anlayışı insanın kendini geliştirmesi için verilmiş bir ödevdir, kaderdir, Kalvenizm de ise bir emirdir. Weber’in kapitalizmin ruhu arayışında sofuluk merkezi önem taşımaktadır. O sofuluğu ahirete yönelik asketizm ve dünyevi asketizm olmak üzere iki anlamda kullanmıştır. Dünyevi asketizm, Tanrı’nın şanını yüceltmek için ve Tanrıyı hoşnut etmek için dünya işleriyle uğraşmaktır. Bu bağlamda asketik kişi çok çalışır, dünya mallarından uzak durmaz, ancak lüks ve gösterişten kaçınır. Bu durumu Weber “Önceleri Tanrı için mesleğine sadakatle bağlı olma durumuyken, daha sonra kendisi amaç olarak mesleğe bağlılık halini almıştır.” olarak açıklar. Yani kapitalizmin artık dine (Sofu Protestanlığına) ihtiyacı kalmamıştır. Reformlar hareketleriyle insanların hayatlarını ve davranışları şekillendiren dini inançları yeniden yorumlanmış ve din, kültür ve değerler kapitalizmin standartları, normları ve kuralları ile uyumlu halde gelmiştir. Fakat dinine ve kültürüne bağlı olan topluluklar genellikle kapalı toplumlardır; asimilasyonun her türlüsünü reddederler. Bu bağlamda insanların sadece dini bakımdan reforme edilmeleri kapitalizmin gelişimi / oluşumu için yeterli olabilir mi? Günümüzde de her gelen yeni neslin ebeveynlerine göre asimile oldukları gözlemlenmektedir. Bunun başlıca sebeplerinden biri kapitalizmin dayattığı hayat standartlarıdır. Kapitalizmin algısal bir gücünün olmadığı çağı düşünürsek insanların sadece meslek ve din anlayışlarını değiştirerek insanları asimile etmenin mümkün olduğu tartışmalıdır.
Son bölümde Weber, H.K Fischer ve Prof. Racfal’dan tarafından kendisine gelen eleştirilere cevap verir. Franklin ile Fugger’in “ruh”larını aynı kefeye koymuş olmasından eleştirilir . Fakat Weber kapitalist ruhu ekonomiye bağlı olmadığını göstermek için Franklin örneğini verdiğini, Protestanlıktaki meslek ahlakını anlatmaya çalıştığını söyleyerek eleştirileri reddeder. İkinci olarak tarihsel neden incelemesinde metodolojik ilkeleri ve problemlerini göremediği yönünde eleştiri alır. Weber kapitalist ruh, yaşam biçimi, din ilişkilerini yeniden açıklayarak eleştirmenin kapitalist ruhun, metodist yaşama biçimi ruhunun ve meslek yükümlülüğünün psikolojik kökenini göstermeye çalıştığını söyler ve eleştirmenin bu girişimini başarısız bulur. Ardından psikolojinin tarih için özel bir önem taşıdığı inancını anlamsız bulur. Üçüncü olarak da Protestan Ahlakı ve Kapitalizm Ruhu üzerine eleştiri alan Weber kendisine gelen eleştirileri indirgemeci bulur. Eleştirmenle aynı görüp farklı yorumladıklarını söyler.
İnsanlar inançları doğrultusunda hayatlarını şekillendirirler. Dolayısıyla din, bireylerin ve toplumların yaşamlarını idame ettirmelerinde hayati bir öneme sahiptir. Hatta inanç/ din, bireylerin uğruna bir olguyu egemen hale getirebilecekleri kadar önemlidir. Max Weber’in temel argümanı ise; kapitalizmin gelişiminde dini ve mezhepsel reformların toplumsal, kültürel, ideolojik ve psikolojik normları dönüştürerek toplumların kapitalizmin dünya görüşünü benimsemesini sağlamıştır. Avrupa’da egemen olan Katolik Kilisesi Luther’in yaptığı devrimlerle ve Protestanlığın oluşmasıyla sarsılmıştır. Katolik inancı gelenekçi bir inanca sahipti. Özellikle yeteri kadar / ihtiyaç kadar kazanma düşüncesi akabinde zenginlik, sermaye gibi olgulara hoş bakmaması ile kapitalizme uygun bir din değildi. Ancak reforme edilişinin ardından meydana gelen Protestanlığa göre gelenekçi anlayış yerini çok çalışma, sermaye peşinde koşma gibi motivasyonlara bırakmıştır. Bu motivasyonlar insanlara “Tanrı için” olarak yansıtıldığından insanlar tarafından inanç olarak görülmeye başlanmıştır. Bunun sonucunda insanlar, içinde oldukları hayat meşgalelerinin Tanrı için olduğunu unutur hale gelmiştir. Weber’in bu tezi günümüzde bile doğruluğunu kanıtlar niteliktedir. Günümüzde dinin merkezi önem taşıdığı topluluklara baktığımızda birçoğunun reforme ediliş aşamasında olduğu gözlemlenmektedir. Egemen güce sahip olan kapitalizm özellikle gelişmekte olan ülkelerde ekonomik, kültürel, dini, siyasal yönden toplumları kendi standartlarına yönlendirmektedir. Yani toplumlar kendi norm ve kurallarından ziyade kapitalizmin bireyin tüketim arzusunu kamçıladıktan sonra oluşan norm ve kurallara göre yaşamlarını sürdürmektedir. Mesela “komşun açken tok yatma” nasihatinin önem taşıdığı bir toplumun komşunun ne demek olduğunu unuttuğu/bilmediği bir topluma evrildiği gözlemlenmektedir. Kişiler, ben merkezli, mükemmeliyetçi, çok çalışma odaklı yaşamaktadırlar. Toplumların özüne ait değerleri asimile olmaktadır ve kapitalizm giderek gücünü ve egemenliğini tüm dünyaya yaymaktadır. Bu bağlamda, insanlar kapitalizm ruhuyla doğmaktadır. Weber’in de dediği gibi “Yeter ki herkes kendi yaşamının iplerini elinde tutan Tanrı’yı bulsun ve ona itaat etsin.”
bir solukta okudum, anladım ,cok beyendim başarılarınızın devamını dilerim.cok teşekkür ederim