Ne Ders Olsa Veririz Kitabı Analizi

Ne Ders Olsa Veririz Kitabı Analizi
ne ders olsa veririz kitabı
0
Bu yayında Ne Ders Olsa Veririz kitabı analizi yapılmıştır. Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nden Kübra Erciyas kaleme aldı. İyi okumalar.

 Aslı VATANSEVER, Meral GEZİCİ YALÇIN

“Ne Ders Olsa Veririz”: Akademisyenin Vasıfsız İşçiye Dönüşümü.

2015, İletişim Yayıncılık, 268 sayfa.

       
         Eser; günümüzde hakim olan kapitalist sistemin eğitim dünyasının içine sızmaya başlaması üzerine bu sürecin işletmeye dönüşen vakıf üniversitelerindeki tezahürü, akademisyenlerin işletme-patron mantığı ve emek sömürüsünü meşrulaştırma süreçleri üzerine yapılmış bir araştırmadan oluşmaktadır. Yazarların amacı; vakıf üniversitelerindeki akademisyenlerin (çalışılan disiplin fark etmeksizin) güvencesizlik, emek sömürüsü, aşağı yönlü sınıf hareketleri, gönüllü çilecilik, ek iş ve fazla mesai mecburiyetleri, iş bulma güvencesizliği gibi zorunlu mağduriyetler karşısında nasıl dayanak buldukları ve bu mağduriyetleri meşrulaştırma süreçlerini anlamaktır. Bunun yanı sıra yazarlar yaptıkları çalışmayla akademisyenler için yol gösterici olabilmeyi, sınıfsal yüzleşmeyi sağlayabilmeyi ve akademisyenleri mücadele için yüreklendirmeyi hedeflemektedir.  
        Çalışma boyunca katılımcılarla yapılan mülakatlara -katılımcıların ifadelerini olduğu gibi aktarılarak- sık sık yer verilmiş, vakıf üniversitelerinin yararlı olduğunu savunan makalelere eleştiriler yapılmıştır. Yazarlar kitabın sonuç bölümünde kendi eserlerine eleştirel bir gözle bakmış ve yöntem ile metodolojilerini tekrar açıklamışlardır. Kitabın dili de oldukça açık ve nettir. Yazarların belli bir akademik kitleye hitap etme amacı yoktur. Çalışmayı, okuyan her üniversite öğrencisi için yeteri kadar açık bir üslup kullanılmıştır. Ayrıca çalışma bir analize dayanmaktadır ve bu analizler doğrultusunda yazarların yorumlarının da kuvvetli dayanakları vardır. Kitap içerisinde atıf kurallarına dikkat edilmiş, klasik ve çağdaş sosyoloji teorilerinden (kaynak gösterilerek) de faydalanılmıştır. Yazarlar çalışma boyunca okuyucunun herhangi bir çıkarım yapmasını beklemeksizin doğrudan amaçlarını ifade ederek ilerlemişlerdir. Kitabın ilerleyişi gayet sistematik ve düzenlidir. Yazarlar konularından sapmamış genel olarak konular arasındaki bağlantıları kurmayı başarmışlardır. Belirtmek gerekir ki yazarlar konuya belli bir bakış açısıyla yaklaşmıştır. Hatta duygusal olarak yaklaştıklarını bile söyleyebiliriz. 
Çalışmayı gerçekleştirme amaçları kendilerinin de içinde bulundukları mağduriyeti gözler önüne sermek olsa da asıl önemli kısım araştırma süreci boyunca yanlılık gösterip göstermemeleridir ki yazarlar kitaptan gördüğüm kadarıyla oldukça şeffaf davranmışlardır. Şeffaflık çıkarımı, yazarların katılımcılarla ilgili değerlendirmelerini yapmadan önce katılımcıların ifadelerini okuyucuya aktarmaları ve yapılan çıkarımlarla katılımcıların ifadeleri arasındaki bağlantının gözle görülür olması nedeniyle yapılmıştır.  Çalışmada konu ilerlemeci bir anlayışla aşama aşama işlenmiştir. Başlarda günümüz neo-liberal politikalarının akademik dünyaya girişi ve vakıf üniversitelerinde kendini göstermesi üzerinden işlenen emeğin vasıfsızlaşması konusu hakimdir. Çalışmanın ilerleyen kısımlarında ise emeğin vasıfsızlaştırılması üzerinden akademisyenlerin çileleri konu alınırken aynı zamanda akademisyenlerin karşılaştıkları zorlukları ve sömürüyü meşrulaştırma yöntemleri işlenmektedir. Çalışmanın son kısmında ise yazarların, analizleri genel perspektifte çözümlemeleri ve tavsiyeleri bulunmaktadır.
 Yazarların keskin söylemlerle savundukları görüşün arkasında durduğu görülmekte (“sözde” vakıf üniversiteleri, akademik sweatshoplar olarak vakıf üniversiteleri vb.). Bunun yanı sıra piyasa dilinden de faydalandıkları görülmektedir. Yazarlar vakıf üniversitelerini kapsamlı bir şekilde tarihsel perspektifini de göz önüne alarak incelemişlerdir. Bu inceleme sırasında devletin destekleyici politikaları ve kurumlarından (YÖK) üniversitelerde çalışan dekanlara kadar geniş çaplı eleştiriler yapmışlardır. Bu üniversitelerin işletme amacıyla kurulmuş, ticari mekanlar oldukları ve akademik ilerleme amaçlamadığı çalışmanın bir çok yerinde sık sık dile getirilmektedir. Yazar bu noktada “Kaliteli eğitim mi yoksa diplomalı nesil mi?” tartışması yapmakta ki yazarın çok haklı olduğu noktalardan biridir. Günümüzde devlet büyüklerinin üniversite okumak yetmez demesindeki en büyük etkenlerden biri de üniversite mezunu bolluğudur. Nitelikli eğitim mi parasıyla diploma almak mı derseniz, ülkemizde ikisinin birbirinden ayırt edilememesi durumunun varlığı ve en nihayetinde diplomalı işsizler ordusuna katılma yoluyla prekaryalanmak hepimiz için yüksek bir olasılık gibi gözükmekte. Yazarlar bu durumun sebeplerinden biri olarak vakıf üniversitelerini çok yönlü bir şekilde eleştirmiştir. Üniversitelerdeki ilişkinin akademisyen- dekan ilişkisi değil; işçi patron ilişkisi, öğrenci-hoca değil; müşteri-hizmet veren ilişkisi haline dönüşmesini yazarlar kapitalist sistemin akademik dünyadaki tezahürü olarak yorumlamaktadır.
 Öte yandan akademisyenlerin yaşadıkları mağduriyetleri meşrulaştırma yöntemlerinden de uzun uzun bahsedilmiştir. Yazarlar meşrulaştırma yöntemlerini gün yüzüne çıkararak akademisyenlere içlerinde bulundukları sömürü dünyasının farkındalığını kazandırmak istemişlerdir ki bu noktada oldukça başarılı ve detaylı çıkarımlar yapmışlardır. Ücret, emek, zaman, psikolojik baskı, performans baskısı gibi bir çok yönden sömürülen akademisyenlerin işini kaybetme korkusuyla yaptıkları meşrulaştırmalar, çalışmada katılımcıların cevapları da değerlendirilerek açık bir şekilde ifade edilmiştir. Öte yandan akademik verimliliğin düşük olması üzerinde duran yazar tüm suçu sisteme yüklemektedir. Yayın çıkarma zorunluluğu, fazladan iş yükü, öğrenci memnuniyeti temelli verimlilik analizleri gibi olumsuz uygulamaların akademisyenlerin bilimsel verimliliğini düşürdüğünü analizlerine dayanarak vurgulayan yazarlar tamamıyla sistemin birey üzerindeki etkisine yoğunlaşmaktadır. Bu eleştirinin gerçekliğini göz ardı etmemekle birlikte akademisyenlerin bu mağduriyetlerin arkasına saklanabileceklerini de unutmamak gerekli.
        Yazarlar çalışma sonucunda akademisyenlerin karşılaştıkları sorunların yapısal bir krizden kaynaklandığının farkındalığına sahip olmadıklarını bilimsel üretim ve akademik varoluşun tehdit altında olduğunu ve bunların hepsinin neo-liberalizmin akademide kendini göstermesinin bir sonucu olduğu fikrinde hem fikir olmuşlardır. Ayrıca akademisyenlerin mülakatlarından yapılan çıkarımlar sonucunda, akademisyenlerin akademiyi tercih etmelerindeki sebeplerin yanlışlığına (başka sektörlerden kaçış), işsizlik tehdidinin aşırı çalışma durumuna sebep olduğuna fakat akademisyenlerin meşrulaştırma yöntemleri ile içlerinde bulundukları durumlara ayak uydurma çabası içerisine girdiklerine değinilmiştir. Yazarlar sistemin insanı depresyona bile giremeyecek duruma getirdiğini çünkü depresyon durumunun bir yetersizlik olarak görüldüğünü ve ruh sağlığını korumanın bir yolu olarak daha çok çalışmanın sunulduğunu göstermişlerdir. Çalışma yapılan mülakatlar ve sonuçların değerlendirmesi yönünden oldukça güçlüdür. Yazarların akademinin geleceğine ilişkin şöyle bir öngörüsü vardır: “Akademide kendisini rahat bulan akademisyenlere bir uyarı olarak şöyle bir yorum söz konusudur: daha iyi koşullarda oldukları için kendini rahat hisseden akademisyenler de dikkatli olmalıdır. Sistemin içerisine bir şekilde giren neo-liberal politikalar zamanla yayılacak ve sistemin tamamını ele geçirebilecek potansiyele gelebilecektir, o noktada akademisyenlerin vasıfsız işçilere dönüşümü tüm akademi için korkulacak bir durum halini alacaktır.” Doğrusunu söylemek gerekirse oldukça korkunç ve mantıklı bir öngörü olarak yazarların bu fikri çalışmanın geleceğe dair bir uyarısı olarak görülmelidir.  Yazarların çalışma boyunca akademisyenlerin açısından bakarak sistem eleştirisi yapmalarındaki asıl vurgu sistemin de sürekli bireyi eleştirmesi ve verilen koşullara uyum sağlanamadığında bireyi suçlamasıdır. Günümüz kapitalist sisteminin bir getirisi olarak “her koyun kendi bacağından asılır” vurgusu yazarların sorguladıkları ve eleştirdikleri noktalardan biridir. Aslında sisteme dair bütün suçun bireye atıldığı gözler önüne serilerek yapılmış bir sistem eleştirisidir. Çalışma literatüre gerçekleri göstermek ve akademisyenlerin örgütlenmesine katkıda bulunmak amacıyla yapılmış kaliteli bir çalışmadır. Akademide atılacak bir sonraki adım ne olmalıdır?  Akademisyenlerin örgütlenmesi için gerekli olan şartlar neler olmalıdır veya akademisyenler örgütlenmek için içlerinde bulundukları durumu nasıl kullanmalıdırlar?  Şimdiki aşamada bu sorulara aranacak cevapların akademisyenlere sınıf bilincini kazandırma yolunda yararlı veriler olacağı fikrindeyim.
Soru ve önerileriniz için : kubraerciyas2608@gmail.com
 
                                                                                                    
KÜBRA ERCİYAS – ANKARA YILDIRIM BEYAZIT ÜNİVERSİTESİ

Merhaba ben Kübra Erciyas, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi'nde Sosyoloji Bölümü öğrencisiyim. Sosyoloji arşivi oluşturma gayesi ile buradayım.

Yazarın Profili

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir