Yedinci Adam Kitabı Üzerinden Göçmen İşçinin Sosyal Statü Bağlamında Deneyimlediği Değişimlere Bir Bakış

Yedinci Adam Kitabı Üzerinden Göçmen İşçinin Sosyal Statü Bağlamında Deneyimlediği Değişimlere Bir Bakış
1

Tarih boyunca var olan göç, canlıların yaşam koşullarını iyileştirmek amacıyla gerçekleştirilen bir yer değiştirme faaliyetidir. Göç, zaman zaman isteğe bağlı olabilirken, bazı durumlarda da zorunlu sebeplerden kaynaklanabilir. (Cebeci, 2015, s.135-158.). İkinci Dünya Savaşı’nın sonrasında harap olan Avrupa, özellikle de Almanya’nın yeniden inşa edilme sürecinde, yabancı işçi alımının artması ve gerçekleştirilen ikili antlaşmaların etkisiyle Avrupa ve Türkiye arasında karşılıklı bir toplumsal değişim dalgası başlamıştır. Bu süreç, on yıllar boyunca devam ederek hem Avrupa’da hem de Türkiye’de önemli toplumsal değişikliklere yol açmıştır. (Yılmaz, 2017, s.1473-1490) 1973 ile 1974 yılları arasında kaleme alınmış olan Yedinci Adam kitabı, göçmen işçinin yaşantısını ana çizgileriyle vermeyi ve bu yaşantıyla göçmen işçinin fiziksel ve tarihsel çevresi arasındaki ilişkiyi göstermeyi amaçlamaktadır. Kitap, Avrupa’ya göç eden erkek ve genellikle bekar olan göçmen işçilerin gözünden bize bir mesaj vermek üzere tasarlanmıştır. Yazarlar kitabın temasını, “özgürlüğün yok oluşu” olarak adlandırmaktadır.

İnsanların fizyolojik ve güvenlik ihtiyaçları karşılandıktan sonra bir gruba ait olma ihtiyacı, bireylerin yaşamlarında önemli bir role sahiptir. Bu nedenle insanlar tarih boyunca, başlangıçta küçük topluluklar halinde olsalar da bir arada yaşama eğiliminde olmuşlardır. Bu birliktelik, fizyolojik ve güvenlik ihtiyaçlarını bütünleyen temel bir ihtiyaçtır. Topluluk yapısı, hayatta kalma içgüdüsünden etkilenerek bireyler arasında güç sahibi olma ve kaynaklardan daha fazla pay alma isteğini doğurmuştur. Bu bağlamda, “sosyal statü” kavramı ortaya çıkmıştır. Sosyal statü, bireyin veya bir grup insanın toplum içindeki konumunu belirleyen karmaşık bir kavramdır. Bu terim, bireylerin sosyal hiyerarşideki yerini, diğer bireylerle olan etkileşimlerini, sosyal çevreleri içindeki rol ve beklentilerini tanımlayan önemli bir unsurdur. Sosyal statü; bireylerin yaşam şartlarını, fırsatlara ulaşma kabiliyetlerini ve toplumsal aidiyet duygularını şekillendiren önemli bir belirleyici olarak ortaya çıkar. (Şahin & Nasır, 2019, s.143-156.)

yedinci adam kitabi2.Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanan ekonomik gelişmeler ve kapitalizmin hızla yayılması, bazı öngörülemez gelişmelerin yaşanmasına kapı aralamıştır. Avrupa ülkelerinin önemli ticaret merkezlerinde yaşanan teknolojik gelişmeler, ülkenin köyde yaşayan kesimlerinin büyükşehirlere göç etmesinde etkili olan baş aktördür aslında. Batı Avrupa’da nüfusun kitlesel olarak yer değiştirmesi, kapitalizmin 1870’lerde sanayide örgütlenmesi ile başlamıştır. İlk göçlerin de İngiltere’de başlamıştır. Köylerde yaşayan nüfus, geçimini sağlamak ve para kazanmak için Liverpool ve Manchester gibi sanayi şehirlerine göç etmiştir. Şehir merkezleri büyüdükçe daha fazla işçi ve hammaddeye ihtiyaç duyulmuş ve kapitalizmin etki alanı da hız kesmeden genişlemiştir. Uluslararası göç kavramının görünürlük kazanması da 1950’li yıllarda başlamaktadır. 1950’li yıllardan sonra Batı Avrupa, savaştan galibiyet elde etmenin verdiği güç ile yeni bir yapılanma sürecine girmiş ve bir üretim seferberliği başlatmıştır. Mevcut emek üretim ihtiyacını karşılamayınca, dışardan işçi alımları yapılmıştır. Bu süreçte birçok Batı Avrupa ülkesi, 16. Yüzyılda oluşturmaya başladıkları kolonilerini 20. yüzyılda yeniden yapılanma süreçlerinde kullanmıştır. Örneğin Almanya’nın kolonicilikte olan başarısızlığı, göçmen işçi almasının temel motivasyon kaynağını oluşturmuştur.

Kitap, göçmen işçilerin Avrupa’ya gidiş hikayesinin motivasyon kaynağı ile anlatışına başlıyor. Bu göçmenler, kalıcı bir oturum iznine sahip değiller. Belli bir dönem çalışmaya geliyorlar ve tekrar gelmek istedikleri durumda yeniden başvurmaları gerekiyor. Avrupa’ya göç eden işçilerin büyük kesimi köylerde yaşayan hatta yaşamaya çalışan yoksul ailelerden gelmekte. Erkek ve bekar olan bu insanlar, maddi anlamdan birçok sıkıntı yaşıyorlar. Azgelişmiş olmak bir nevi soyulmak ve sömürülmekle eş değer. Bu işçilerin köyde evleri yok, ailelerine bakamıyorlar. Bazısı evli, bazısı nişanlı. Yalnız değiller, aileleriyle beraber yaşıyorlar ve o sorumluluğun altında kendilerini çaresiz hissediyorlar. İşçileri göç etmeye zorlayan sadece yoksulluk değil. İşçi, kendi çabasını kullanarak, içine doğduğu durumdan eksik olan bir dinamizmi elde etmek istiyor. Sosyal statüsünü en iyi konumda olacak şekilde yeniden oluşturmak istiyor ve bu yüzden köyünden çıkmaya karar veriyor. Hayatını düzene koymak peşinde. Kitapta bir Türk işçiden yapılan alıntı bu durumu çok güzel özetliyor: “Yılın altı ayı uyursun köyde çünkü hem iş yoktur hem de yoksulsundur.” İşçinin köydeki statüsü; evsiz, işsiz, yoksul baba/eş/kardeş ‘ten ibaret.

Sınırı geçtikten sonra bambaşka biri olur göçmen işçi. O, sınırı geçmek için istenen bedeli ödemiş, hayaline bir adım daha yaklaşmıştır olacaklardan habersiz. Sınırı geçmek o kadar kolay değil. Çünkü sınır geçişleri resmi kanunlarla düzenlenir. Türkiye’den göç eden işçilerin çoğu Almanya’ya gitmiştir ve bu işçiler, sınırı geçmeden önce Alman doktorlar tarafından muayene edilirler, hatta incelenirler. Bir cismi merak edercesine incelenir bedenleri. Cinsel organlarına varacak kadar detaylı bir inceleme söz konusu. Doktorların amacı, sağlıklı ve güçlü işçileri bulmaktır. Bu yüzden boyu kısa olduğu için bu muayeden geçemeyen Türk işçilerden bahsetmiş yazarlar. Muayenenin ardından, işçilerin göğsüne mürekkep kalemle numaralar yazılır. Onlar artık numaralardan ibarettir. Kabul edilen göçmen işçiler, çabalarını sunmaya hazır bir emek gücü haline gelirler. Bu emek gücü, hemen kullanılmaya hazır bir durumdadır. Üstelik göç ettikleri ülke, bu emek gücünün yaratılmasında katkıda bulunmamıştır. Göğsüne numara yazdıkları o işçiler, onlar için ölümsüzdür çünkü yerleri başka göçmen işçilerle doldurulabilir. Baba, kardeş, insan olmalarının bir değeri yoktur artık. Onlar, kapitalist düzenin devamını sağlayacak olan yarı proleterlerdir.

Keşfedin: Hümanizm Nedir?

Batı Avrupa, ağır ve zorlu işleri kendi ülkesindeki işçilerin yapmak istemediğini çok iyi bilir. Çünkü bu işler için verdiği ücret aslında son derece düşüktür. Ama göçmen işçinin yaşamak ve ailesini yaşatmak için çalışmaktan başka şansının olmadığı da bellidir. O, en ağır koşullarda kimsenin yapmak istemediği işleri yapmak zorunda olandır. Onlar, toplumsal düzenin her zaman en altında yer alırlar. Buna bağlı olarak toplumsal statüleri de son derece aşağıdadır. Bu nedenle, yerli işçilerden aşağı oldukları anlaşılacak bir düzene tabii tutulurlar. Yerli işçiler de göçmen işçiyi kendilerinden aşağı bir konumda görürler. Yazarlar yerli işçilerin, göçmen işçileri “tanınmaya değmeyen yaratıklar” olarak gördüklerinden bahseder. Yerli işçi ve göçmen işçi arasındaki çatışmalar bir yandan da yönetici sınıfın işine gelir. Sürekli ve göze çarpmayan gerginlikler, sanayileşmiş ülkelerin yerli işçi sınıfına farklı bir toplumsal statü atfedilmesini ve düzene ayak uydurulmasını amaçlar. Yazarların bahsettiğine göre sonuç olarak yerel işçi sınıfı, kendilerinden aşağı gördükleri göçmen işçi sınıfına karşı ayrıcalıklarını kıskançlıkla koruyacaklardır.

İlginizi Çekebilir: Nominalizm Nedir?

Göçmen işçi, çalışma süresi dolduktan sonra ülkesine döner. Bu dönüş, onun için masalsı bir süreçtir. Almanya’dan ülkesine dönen bir göçmen işçi, bütçesine uygun olarak çeşit çeşit hediyeler almayı ihmal etmez ailesine. Hatta bazı işçiler biriktirdikleri parayla aldıkları araba ile dönerler memleketlerine. Sanki ezildikleri bu düzenin içinden, biriktirdikleri, alın teriyle kazanıp aldıkları eşyalarını ailelerine sergileyerek çıkmak isterler. Orada tanınmaya değmeyen bir yabancı iken eve döndüklerinde kahraman ilan edilirler. Ailelerine para göndermiş, onlara bakmışlardır. Yazarlar geri dönen işçilerin, çalışmak için tekrar başvuru yaptıklarından söz ediyor. Bu döngünün içinde kendi varoluşlarını korumaya çalışan, statüsel kırılmalar yaşayan işçilerin torunları, günümüzde “gurbetçi” lakabını taktığımız Avrupa’da yaşayan Türkleri oluşturmakta. Bu göçmen sürecini tarihsel olarak ele almış Yedinci Adam kitabının değerini, birkaç yıl daha koruyacağına inanıyorum.

thumbnail
Önerilen Yazı
“Yedinci Adam” Üzerine, Göç Sosyolojisi Bağlamında; Öznel Bir Değerlendirme:

KAYNAKÇA:

  • Cebeci, M. (2015). Sosyolojik açıdan göç ve göçmenlerin sosyal kültürel entegrasyonları: kavramsal bir çalışma. Disiplinlerarası Göç ve Göç Politikaları Sempozyumu (29-30 Mayıs 2015). İstanbul: İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi, 135-158.
  • ŞAHİN, O., & NASIR, S. (2019). Objektif ve Sübjektif Sosyal Statü Arasındaki İlişkinin İncelenmesi. Journal of Economy Culture and Society(59), 143-156.
  • Yılmaz, G. (2017). AVRUPA’DA YAŞAYAN TÜRKİYELİLERE DAİR GURBETÇİ VE ALMANCI SÖYLEMLERİNİN YENİDEN DÜŞÜNÜLMESİ. Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 22(Göç Özel Sayısı), 1473-1490.

İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü mezunuyum. Sosyal bilimlere olan tutkum ve sosyolojiye duyduğum ilgi, akademik kariyerime devam etme kararı almamı sağladı. Sosyoloji perspektifinden bakarak, okuyucularıma derinlemesine ve anlayışlı bir bakış açısı sunmayı hedefliyorum.

Yazarın Profili

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yorumlar (1)

  1. Çok başarılı bir yazı kalemine sağlık

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir